2 Mayıs 2016 Pazartesi

Aykut Öz'ün Birleşik Figürleri | Savaş Çağman

Duchamps’dan bu yana sanatçı, buluntu nesneleri varlık ortamından kopararak başka bir düzlemde tekrar soluk vermeyi yeğliyor. Hazır Nesne (ready-made) anlayışı ürün verme konusunda çağdaş sanatın önemli yöntemlerinden biri haline gelmiştir. Heykel sanatı çağımızda, yerleştirme (enstalasyon) ve beden sanatına (performans ve body art) dönüştüğü, kâh kendini video ortamında, kâh başka çoklu ortamlı işlerde (multi-medya) yeni arayışlara yöneliyor. İşte bu kavşakta parodi ve pastij sanatın yol aldığı en önemli iki güzergâhı oluşturuyor. Aykut Öz’ün kişisel dünyasında figür uknumlarına ayrılırken tekrar başka bir uzamda bir araya getiriliyor. Sanatçının özgün dili, alaycı ama bir yandan da hafife almayan biçimiyle hemen kendini belli ediyor. Çağdaş sanatın anlatıdan sıyrıldığı çağımızda kişisellikten arınmış bir öyküyü anlatan bu ilginç işlerle karşılaşmak oldukça heyecan vericiydi.

Bize özgeçmişinizden söz eder misiniz?

Aykut Öz – 1970 Ankara doğumluyum. 1995 yılında Hacettepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Heykel Bölümünden mezun oldum. 1990 yılında Ankara’da, Güven Park Gençlik Haftası Heykel Sempozyumuna, sonrası 1995 yılı Hacettepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Mezuniyet Sergisine ve 1997-2001 yılı arası karma sergilere katıldım. Bu ilk kişisel sergim.

Genel olarak sanki parçalanmış tekrar kurgulanmış bir figür anlayışınız var. Bu tekrar kurgulama safhasında hikayeyi kurarken anlayışınız, yönteminiz nedir?

Aykut Öz – Aslında bu kendi kendine ortaya çıkmış bir tarz haline geldi şu an. Öğrencilik döneminde yaptığım birkaç fikir doğrultusunda oluştu. Benim hazır malzeme (ready-made) denemelerim vardı. Çatal gibi günlük malzemelerle işler yapıyordum. Asker sonrası ilk karalamalara başladım böylelikle üzerine uğraştığım bu tarzla yeni düşünceler birleşmiş oldu. Biraz modelaj ve konstrüktif bir anlayışın karışımı bu. Özellikle bu kendini Cambaz işinde belli etti bu tarz. Buradaki en plansız işler aslında onlar...

Yeri gelmişken soralım malzeme sizi yönlendirir mi? Yani iş yapım aşamasında değişikliğe uğruyor mu? Rastlantılara açık mı sizin sanatınız?

Aykut Öz – Benim spontanlığa baş vurduğum tek aşama işi tasarlarken oluyor. Rastlantı o aşamada iş başında. Taslak hazırlandıktan sonra planlamam gerekiyor tüm ayrıntıları. Sonra iş uygulamaya kalıyor. Bir konsept aşamasından geçiyor benim için iş ilk önce. Değişiklikler oluyor, olmuyor değil ama genelde tasarıyı uygulamak oluyor iş için yöntemim.

Peki bir anlatıdan mı yola çıkıyorsunuz? Kendi içinde mi bir anlatı oluşturuyor, yoksa yaparken mi bu kendi kendine beliriyor?

Aykut Öz – Yaparken, tasarlarken işi, açıkçası neyi oluşturduğumu tamamıyla bilmiyorum. Tasarım aşamasında çağrışımlar beni yönlendiriyor. Heykelin rengi mesela o bölümde kendi kendine ortaya çıkıyor. Yavaş yavaş oluşuyor bunlar. Ama mesela Kadın Erkek heykelini yaparken hangi figürün erkek, hangi figürün kadın olduğunu belirlememiştim. Bazı işler de yaptıktan sonra anlam kazanıyor, örneğin Kutu Adam işi böyle bir iş. Aile gibi bir çalışmanın figürlerindeki ifade şekillendikten sonra ortaya çıkıyor.

Genelde heykel resmi bir kullanım alanı olmasından da sanırım asık yüzlü bir sanattır. Sizin işleriniz de ise bu tam tersi. Sizin işlerinizin esprili bir yüzü var. Bu özellikle mi seçildi, yoksa kendiliğinden oluşan bir anlatı tarzı mı?

Aykut Öz – Benim hayata bakışımdan kaynaklanan bir nedenden dolayı sanırım bu işler böyle. Çocukluğumda çizdiğim şeylerde de bu vardı. Sergiye ilkokul öğretmenim de geldi ve işlerimi gördükten sonra “çocukken de böyleydin ve bunu kaybetme” dedi. Bu ilginç doğrusu. Ben biraz alaycı bakıyorum hayata. Bu da hayatın bence bir yönü sadece.

Post-Modernizm’in yürüdüğü anlatım kulvarlarından ilk ikisi pastij ve parodi...

Aykut Öz – Yani aslında önce de söz ettiğim gibi bir tarzın birleştiğinden söz etmiştim; bunların çoğunda şu anlam var insanın kendini çok önemseyen bir yaratık ama aslında ne kadar basit bir varlık. Aslında işlerimde bu var. İnsanın kendini abartmasıyla inceden inceye biraz dalga geçiyorum. Bu resimlerde de var. Örneğin bir resmimde merdiven şeklinde bir yaratık var ve onun üstüne tırmanan, sözde zirveye varmaya çalışan insanlar var. Ama yani nereye varıyorlar?

Bu varlığını çok önemseyen insanlar bahsi çok ilginç. Yontu da bu noktada önemsenen bir sanat türü. Kalan, çağlar içinde aktarılan sanat ürünleri yontular. Bunlarda yontu ama malzeme çok mütevazı; tahta. Art Povera akımı ortaya çıktığında ana fikir sanat nesnesinin çürüyerek ya da müdahale ile kendi kendisini yok etmesi fikrine sırtını yaslıyordu. Bu tasarılarda bu fikirden izler var mı? Bu yüzden mi tahta malzeme olarak seçildi?

Aykut Öz – Aslında kolay işlenen bir malzeme olması söz konusu değil tahtanın. Bir de bu işlerin kağıt üzerindeki planlarının milim milim ince hesaplarla uygulanması gerekti, bu da zahmetliydi. Yontu işlerde bir ritim yakalarsınız ve rastlantılara açık bir üretimi benimseyebilirsiniz. Ama benim işlerimde kağıt üzerinde planladığım parçaları teker teker yapmam gerekiyordu. Bazen uymayan parçaları tekrar yapmak gerekiyordu. Öyle bir aşaması var bu işlerin. Ama şöyle bir şey de var; konstrüktif çalışmak benim hoşuma gidiyor. Yani böyle parça parça oluşu ve bir araya getirilmesi ve ahşabın kalınlığı da malzemenin kendisi de tasarımlarıma denk düştü.

İlkellerin ya da neolitik çağın sanatına baktığımız zaman tahta yontunun belki de kemikle birlikte ilk malzemesi. Bu da aklınızın gerisinde var mıydı ahşabı malzeme olarak belirlerken?

Aykut Öz – Aslında benim işlerimde animist bir yön var; yani bir şeyleri canlı kılmak bâbından. Kadın Erkek heykeli ya da Masa Adam heykeli biraz mobilya gibi de. Ahşap olmaları da bu çağrışımı güçlendiriyor bir yandan. Aslında bu işler öyle dekoratif unsurlar da değiller. Bunların hiç birini, aslında bir eve koyup huzur içinde izleyemezsiniz. Bunlarda bir yandan iğneleyici bir yan var çünkü.

Peki niye Don Kişot? Sanço Panza ile birlikte at üzerinde yel değirmenlerini arar gibiler?

Aykut Öz – Aslında Don Kişot ise doğrudan seçmedim konu olarak. O bir şekilde oluştu. Don Kişot aslında bu hayal dünyasına oturuyor. Böyle bir hayal dünyası bende de var. İlginç bir konu Don Kişot. Sevdiği kadını kendi hayal dünyasına oturtan bir yanı var onun.

Belki de sanatçının varlık sorununu anlatan en ilginç göndermeyi Don Kişot karakterinde bulmak mümkün, hem çağların, hem kültürlerin ötesinde...

Aykut Öz – Evet, belki de... | 2010 Ankara