2 Ocak 2012 Pazartesi

Bir Romanın Çeviri Macerası veyahût «Atala» | Savaş Çağman | Ankara 2009

     «Atala» Romanının Türkçeye ilk Çevirisi Recâîzâde Mahmud Ekrem (1847 – 1914) tarafından yapılmıştır. Yazar, şair, çevirmen olan Recâîzâde Mahmud Ekrem eseri Chateaubriand'dan Türkçeye 1872’de çevirmişti. Daha sonra yazar 1874 yılında romanı «Atala yahûd Amerikan Vahşîleri» ismiyle piyes hâlinde uyarlar. Bu eserde modern tiyatronun hemen bütün özellikleri görülür. Bu romanın diğer çevirmenlerinden de kısaca bahsedelim…

     Ragıp Rıfkı Özgürel, Osmanlıca yazılışı ile Râgıp Rıfkı, soyadı kanunu ile Özgürel ismini almış, II. Meşrutiyet sonrası Ruhçulukla ilgili kitapları ve çevirileri ile tanınmış bir çevirmen-yazardır. İspritizma da denilen Ruhçuluğa meraklı yazar 1930’da, “İspritizma Tecrübeleri, Ahretle Nasıl Konuşulur” adlı bir kitap yazmış, Türkiye'de Doğu-Batı sentezinden çıkan yeni bir ruhçuluk kavramı ortaya atmıştır.

     Yazarın belli başlı çevirilerini saymak gerekirse, Chateaubriand’dan «Atalâ-Rene Sonuncu İbniserac’ın Maceraları», Hanry Nivet’den «Balkan Haçlı Seferinde Avrupa Siyaseti ve Türklerin Felaketi 1912 », Floran Garnier'den «Kahve Telvesiyle Keşf-i İstikbal» ve «Fenni Aile Eğlencelerinden Kahve Falı», Michel Zevako «Güzel Fiyorenda», Michel Zevako «Er Meydanı», «Almanca-Türkçe Büyük Lügat», Jules Verne «Ay Etrafında Seyahat», Alphonse Daudet «Değirmenimden Mektuplar», «Manuel De Conversation En Français Et En Turc À L'Usage Des Écoles Et Des Voyageurs» (Fransızca Türkçe Mecmua-i Mükâleme) sayılabilir. Bunun yanında Ragıp Rıfkı Özgürel’in «Almanca-Fransızca-Türkçe Askeri Tabirleri (Lugat-ı Ettuhfet-üz-Zekiyye Fi’l-Lugat-it-Türkiyye)» isminde de bir sözlük çalışması vardır.

     H. Ekrem Bereket, editör ve çevirmendir. Ragıp Rıfkı Özgürel’den, Ark Yayınları için bir dizi, günlük Türkçe’ye uyarlaması bulunmaktadır. Balkan Göçmeni bir aileden gelen Üretürk, Fransızca’dan yaptığı tercümeleri ile tanınıyor. 1981 yılında İstanbul’da vefat etmiştir. Proudhon’un «Mülkiyet Hırsızlıktır» eserini ilk Türkçe çevirisi ona aittir. Ayrıca Sartre, Jean Cocteau, André Gide gibi bir dizi yazarın eserlerini de dilimize kazandırmıştır. Çeviri faaliyetinde en yoğun dönemi 1960 ile 1978 yılları arasıdır. Gogol'un, «Ölü Canlar» 1960 yılında çevirirken yazarın Rusça elyazmalarından da yararlanmış, kendine özgü bir Türkçe ile tercümesini yapmıştır. Yelken Dergisinde yayımlanan « Ben Buralı Değilim » isminde bir denemesi vardır. Yazarın başka çevirilerini sayarsak: Lao Tzu’dan «Yüce Aklın Erdemi», J. Bergier’den «Zamanın Gizli Sahipleri».

     Romanın özgün dilde (Fransızca) metni ile Türkçe çevirileri üzerine bazı notlar almakta yarar görüyorum. Zaman içinde roman çeşitli isimlerle çevrilmiştir; Atalâ-Rene (Sonuncu İbniserac’ın Maceraları), Fransızca’dan çeviren Râğıf Rıfkı (Hilmi Kitapevi 1937). Atala/Rene, Ragıf Rıfkı Özgürel çevirsinden uyarlayan H. Ekrem Bereket (Ark Kitapları 2002). Atala ve René, Fransızca’dan çeviren Vedat Gülşen Üretürk, (Oluş Yayınları 1966). Bu üç çeviri ve Chateaubriand tarafından kaleme alınan Atala metni ile hazırlanan çeviri karşılaştırmasına başlayalım;

Parça (1) La France possédait autrefois, dans l’Amérique septentrionale, un vaste empire qui s’étendait depuis le Labrador jusqu’aux Florides, et depuis les rivages de l’Atlantique jusqu’aux lacs les plus reculés du haut Canada... [ Prologue / page-1 ]

Birinci Çeviri / Birinci Versiyon – Bir vakitler Fransa, Şimalî Amerika’da: Labrador’dan Florid’lere ve Atlântik sahillerinden yukarı Kanada’nın en içerlek göllerine kadar yapılan bir ülkeye sahib idi. (Râğıf Rıfkı Özgürel)
Birinci Çeviri / İkinci Versiyon – Bir vakitler Fransa, Kuzey Amerika’da, Labrador’dan Floridlere ve Atlântik sahillerinden yukarı Kanada’nın en içerlek göllerine kadar yapılan bir ülkeye sahipti. (Ragıp Rıfkı Özgürel – H. Ekrem Bereket)
İkinci Çeviri – Bir vakitler Fransa, kuzey Amerika’da, Labrador’dan Florid’lere, Atlantik kıyılarından tâ yukarı Kanada’nın en içerlek göllerine kadar yayılıp giden, geniş bir ülkesi vardı. (Vedat Gülşen Üretürk)

Yorum – H. Ekrem Bereket, Ragıp Rıfkı Özgürel’in “Atala” romanının Osmanlıca çevirisinden günümüz Türkçe’sine yapılan dil içi çeviride sadece bazı anlaşılmayacağı varsayılan sıfatlar çevrilmiştir (şimalî → kuzey). Sadece ikinci çeviride « un vaste empire » Fransızca’dan Türkçe’ye «geniş bir ülke» olarak çevrilmiş, diğer çeviriler de ise bu yeğlenmemiştir.

Parça (2) Quatre grands fleuves, ayant leurs sources dans les mêmes montagnes, divisaient ces régions immenses : le fleuve Saint-Laurent qui se perd à l’est dans le golfe de son nom, la rivière de l’Ouest qui porte ses eaux à des mers inconnues, le fleuve Bourbon qui se précipite du midi au nord dans la baie d’Hudson, et le Meschacebé* (Vrai nom du Mississippi ou Meschassipi) qui tombe du nord au midi dans le golfe du Mexique... [ Prologue / page-1 ]

Birinci Çeviri / Birinci Versiyon – Şarkta, aynı isimdeki körfeze akan Sen-Loran nehri; sularını meçhul denizlere akıtan garp nehri; cenuptan şimale doğru akarak Hüdson körfezine dökülen Burbon nehri; şimalden cenube inerek Meksika körfezine dökülen Meşasebe* (Misisipi veya Meşaspii nehirlerinin asıl adı) nehri gibi, kaynakları aynı dağlarda bulunan dört nehir, bu pek büyük ülkeyi bölgelere ayırıyorlardı. (Râğıf Rıfkı Özgürel)
Birinci Çeviri / İkinci Versiyon – Doğuda, aynı isimdeki körfeze akan Sen-Loran nehri; sularını meçhul denizlere akıtan batı nehri; güneyden dökülen kuzeye doğru akarak Hüdson körfezine dökülen Burbon nehri; kuzeyden güneye inerek Meksika körfezine dökülen Meşasebe* (Misisipi veya Meşaspli nehirlerinin asıl adı) nehri gibi, kaynakları aynı dağlarda bulunan dört nehir, bu pek büyük ülkeyi bölgelere ayırıyorlardı. (Ragıp Rıfkı Özgürel – H. Ekrem Bereket)
İkinci Çeviri – Aynı dağlarda kaynakları bulunan, dört büyük ırmak: kendi adındaki körfezde doğuya doğru akan, Saint-Laurent ırmağı; bilinmeyen denizlere sularını boşaltan, Batı ırmağı, Hudson körfezinde güneyden kuzeye inen, Bourbon ırmağı, bir de Meksika körfezinde kuzeyden güneye dökülen, Meschacebé* (Mississipi’nin ya da Meschassii’nin gerçek adı), bu uçsuz bucaksız bölgeleri ayırıyordu. (Vedat Gülşen Üretürk)

Yorum – Her üç çeviride de Mississipi Nehrinin isimleri, dipnot içinde birçok değişik versiyonla belirtilmiştir : Râğıf Rıfkı’nın (Özgürel) çevirisinde; Meşasebe* (Misisipi veya Meşaspii nehirlerinin asıl adı), H. Ekrem Bereket’in Ragıp Rıfkı Özgürel çevirinden sadeleştirmesinde; Meşasebe* (Misisipi veya Meşaspli nehirlerinin asıl adı) ve son olarak da Vedat Gülşen Üretürk çevirisinde; Meschacebé* (Mississipi’nin ya da Meschassii’nin gerçek adı). Fakat her üç çeviride de ırmağın ikinci ismi olan Meschassipi doğru yazılmamıştır. İlk iki çeviride Türkçe’de söyleme adına devrik tümce kullanımı, sık yinelenen noktalı virgül yüzünden oluşan bir zor okunma zafiyeti karşımıza çıkıyor. Yine, Vedat Gülşen Üretürk’ün çevirinde daha doğru bir Türkçe’ye rastlıyoruz.

Parça (3)Ce dernier fleuve, dans un cours de plus de mille lieues, arrose une délicieuse contrée que les habitants des États-Unis appellent le nouvel Éden, et à laquelle les Français ont laissé le doux nom de Louisiane. Mille autres fleuves, tributaires du Meschacebé, le Missouri, l’Illinois, l’Akanza, l’Ohio, le Wabache, le Tenase, l’engraissent de leur limon et la fertilisent de leurs eaux. Quand tous ces fleuves se sont gonflés des déluges de l’hiver ; quand les tempêtes ont abattu des pans entiers de forêts, les arbres déracinés s’assemblent sur les sources... [ Prologue / page-1 ] 

Birinci Çeviri / Birinci Versiyon – Bu sonuncu nehrin, bin fersahtan fazla süren mecrası, Birleşik Amerika Hükûmetleri halkının « yeni cennet » dedikleri ve Fransız’ların da Luiziyan adını taktıkları çok güzel bir memleketi suluyordu. Maşasebenin kollarını teşkil eden birçok ırmaklarla Misuri, İllinuva, Akanza, Ohyo, Vabaş, Tönaz nehirleri, çamurlar ile bu araziyi kuvvetlendiriyor ve suları ile de pek münbit bir hâle getiriyorlardı. Bütün bu nehirler, kışın tufanları ile taştıkları ve fırtınalar, ormanların sınırlarındaki ağaçların hepsini devirdikleri zaman, köklerinden sökülen ağaçlar, kaynaklar üzerinde birikirler. (Râğıf Rıfkı Özgürel) 
Birinci Çeviri / İkinci Versiyon – Bu sonuncu nehrin, bin fersahtan fazla süren mecrası, Birleşik Amerika halkının « Yeni Cennet » dedikleri ve Fransızların da Luiziyan adını taktıkları çok güzel bir ülkeyi suluyordu. Maşasebe’nin kollarını oluşturan birçok ırmaklarla Misuri, İllinuva, Akanza, Ohyo, Vabaş, Tönaz nehirleri, çamurlar ile bu araziyi kuvvetlendiriyor ve suları ile de pek verimli bir hâle getiriyorlardı. Bütün bu nehirler, kışın tufanları ile taştıkları ve fırtınalar, ormanların sınırlarındaki ağaçların hepsini devirdikleri zaman, köklerinden sökülen ağaçlar, kaynaklar üzerinde birikirler. (Ragıp Rıfkı Özgürel – H. Ekrem Bereket)
İkinci Çeviri – Bu sonuncu ırmak, bin fersahtan fazla bir uzunlukta, Birleşik-Devletler halklarının Yeni Cennet dedikleri ve Fransız’ların ise Louisiane gibi güzelim ad bıraktıkları, hoş bir ülkeyi sular. Başka bir sürü ırmak, Meschacebé’nin kolları Missouri, Illinois, Akanza, Ohio, Wabache, Tenase ırmakları, bunları balçıkları ile zenginleştirir ve sularıyla bereketli kılar. Bütün bu ırmaklar, kışın tufanlarıyla dolup taştıkları, fırtınalar ormanlardaki her şeyi devirdikleri zaman, köklerinde kopmuş ağaçlar, kaynaklarda toplanır. (Vedat Gülşen Üretürk) 

Yorum – İlk çevirinin her iki versiyonu arasında yer isimlerinin Türkçe söylenişleri dahil bir çok fark bulunmamaktadır. İlk çevirinin H. Ekrem Bereket versiyonunda Osmanlıca değimlerin (mecra → uzunluk, memleket → ülke, teşkil etmek → oluşturmak, münbit → verimli) keyfi bir biçimde günlük Türkçe’ye aktarıldığı izlenebilir. İkinci çevirideyse, yer isimleri Fransızca yazılışları ile bırakılmış. Fakat “her şey” yazılırken birleşik olarak tercih edilmiş. Tüm çevirilerde Chateaubriand’ın bir göndermesi es geçilmiş; « nouvel Éden » daha çok yeni cennet olarak tercüme edilmiş. Éden, Eski Ahit’te (Tekvin Bölümü), Adem ile Havva’nın kovulduğu bahçe olarak geçer. Dolayısıyla bir bozulmamışlığa, el deymemişliğe işaret eder. Çeviride bu “el deymemiş yeni bir yeryüzü cenneti” olarak da belirtilebilirdi.

Parça (4) Le fleuve s’en empare, les pousse au golfe Mexicain, les échoue sur des bancs de sable et accroît ainsi le nombre de ses embouchures. Par intervalles, il élève sa voix, en passant sous les monts, et répand ses eaux débordées autour des colonnades des forêts et des pyramides des tombeaux indiens ; c’est le Nil des déserts... [ Prologue / page-1 ]

Birinci Çeviri / Birinci Versiyon – Nehir, onları alır, Meksika körfezine götürür, kum yığınlarının üstüne bırakır ve böylece, koca nehrin kavşaklarının adeti de artar. Fasıla ile, bu nehir, dağlar üzerinden geçerken gürültüsünü yükseltir ve taşan sularını ormanların yüksek ağaçları ile yerlilerin mezarlarından müteşekkil ihramların etrafına yayar. Bu, çölün nilidir. (Râğıf Rıfkı Özgürel)
Birinci Çeviri / İkinci Versiyon – Nehir, onları alır, Meksika körfezine götürür, kum yığınlarının üstüne bırakır ve böylece, koca nehrin kavşaklarının adeti de artar. Aralık ile, bu nehir, dağlar üzerinden geçerken gürültüsünü yükseltir ve taşan sularını ormanların yüksek ağaçları ile yerlilerin mezarlarından oluşmuş ihramların etrafına yayar. Bu, çölün nilidir. (Ragıp Rıfkı Özgürel – H. Ekrem Bereket)
İkinci Çeviri – Köpüklü dalgaların peşinde Meschacebé’ye inerler: ırmak onları alır, Meksika körfezine götürür, kum yığınlarına bırakır, işte böylece ırmağın ağızlarının sayısını çoğaltır. Bu ırmak dağlardan geçerken, zaman zaman gürültüsünü arttırır, taşmış suların da ormanların yüksek ağaçlarıyla yerlilerin mezarlarının piramitlerinin çevresine yayar; Bu, çöllerin Nil’idir. (Vedat Gülşen Üretürk)

Yorum – H. Ekrem Bereket’in, Ragıp Rıfkı Özgürel’den yaptığı dil içi çeviriyle Osmanlıca çeviri arasında pek bir farkı bulunmamaktadır (fasıla → aralık, müteşekkil → oluşmuş). Her iki çeviride yapılan bariz bir hata Chateaubriand’ın bir benzetmesinden kaynaklanmaktadır. Bu da, yerli mezarlarının ihrama yani piramitlere benzetilmesidir. Bazı Algonkin, Caddo ve Musgoki kabileleri yüksek sınıftan gelen ölülerini kurganlara gömer. Burada piramitlere benzetilen aslında bu toprak kurganlardır. Hemen bu benzetmeden sonra Meschacebé ırmağı ile Nil kıyaslanır. Nil’in aksine Meschacebé yabanıl, el deymemiş yoprakların ırmağıdır. Buradaki « déserts » kelimesi Nil’e çöl karşılığı ile göndermede bulunurken, Meschacebé’nin ise el değmemiş bir yabanıllık içinde aktığı anlatılmaya çalışılmıştır. Her üç çevirmen de bunu es geçerek, olduğu gibi bırakmayı yeğlemiş, sonuçta tüm çeviriler için bir anlam kayması oluşmuştur.

Parça (5)Les deux rives du Meschacebé présentent le tableau le plus extraordinaire. Sur le bord occidental, des savanes se déroulent à perte de vue ; leurs flots de verdure, en s’éloignant, semblent monter dans l’azur du ciel où ils s’évanouissent... [ Prologue / page-1 ]

Birinci Çeviri / Birinci Versiyon – Meşasebe’nin iki sahili, pek harikulâde bir manzara arzeder. Garp sahili üzerinde gözle görülemiyecek derecede uzaklara giden vâsi ovalar bulunur. Bunların yeşil ot dalgaları, uzaklaştıkça, semanın lâcivert rengi altında yükselir gibi görünürler ve o rengin içinde kaybolurlar. (Râğıf Rıfkı Özgürel)
Birinci Çeviri / İkinci Versiyon – Meşasebe’nin iki sahili, pek harikulâde bir manzara sunar. Batı sahili üzerinde gözle görülemeyecek derecede uzaklara giden geniş ovalar bulunur. Bunlar yeşil ot dalgaları, uzaklaştıkça, semanın lâcivert rengi altında yükselir gibi görünürler ve o rengin içinde kaybolurlar. (Ragıp Rıfkı Özgürel – H. Ekrem Bereket)
İkinci Çeviri – Meschacebé’nin iki kıyısı en olağanüstü görünümü sunar. Doğu kıyıda, gözün alabildiğine savanalar uzanır; bunların yeşillik dalgaları, gitgide, göğün mavisine yükselire benzer, bu rengin içinde yiterler. (Vedat Gülşen Üretürk)

Yorum – Birinci çevirinin ilk iki versiyonu arasında Osmanlıca’dan günlük Türkçe’ye aktarılan birkaç kelime (arz etmek, vâsi) dışında büyük bir fark gözlenmemektedir. Vedat Gülşen Üretürk çevirisindeyse bir biçem farkı gözlemlenir. Çevirmen ayrıca orijinal metindeki batıyı doğu yapmıştır. Bunun yanında « savane » kelimesinin ilk iki çeviri versiyonunda geniş ova, Vedat Gülşen Üretürk çevirisindeyse savana olarak zikredildiği gözlemlenebilir. Bu kelimeyi bozkır olarak da karşılayabiliriz.

Parça (6) À son front orné de deux croissants, à sa barbe antique et limoneuse, vous le prendriez pour le dieu du fleuve, qui jette un œil satisfait sur la grandeur de ses ondes, et la sauvage abondance de ses rives... [ Prologue / page-1 ]

Birinci Çeviri / Birinci Versiyon – İki hilâl ile süslü anlına, pek eski çamurlu sakalına bakarak siz onu bu nehrin, dalgalarının azametine ve sahillerinin ıssız bereketine memnunane bir nazar fırlatan mabudu sanırsınız. (Râğıf Rıfkı Özgürel)
Birinci Çeviri / İkinci Versiyon – İki hilâl ile süslü anlına, pek eski çamurlu sakalına bakarak siz onu bu nehrin, dalgalarının yüksekliğine ve sahillerinin ıssız bereketine memnun bir bakış fırlatan mabudu sanırsınız. (Ragıp Rıfkı Özgürel – H. Ekrem Bereket)
İkinci Çeviri – İki ayçayla süslü anlına, kocamış ve çamurlu sakalına bakarak siz onu, ırmağın dalgalarının iriliğini ve kıyılarının yabansı bolluğunu mutlu bir gözle inceleyen tanrısı sanırsınız. (Vedat Gülşen Üretürk)

Yorum – Birinci çevirinin her iki versiyonunda da yine bir dil içi tercümeye rastlarız; Osmanlıca kelimeler günlük Türkçe’ye aktarılmıştır. İkinci çeviride de Dil Devrimi sonrası Yeni Türkçe’ye aktarılmayı (hilal → ayça, bereket → bolluk, memnun → mutlu, nazar → göz) gözlemleyebiliriz. Tüm çevirilerde ise yaban öküzü betimlenirken bariz bir hata yapılmış, ilk metinde belki hayvanın devinimsizliği yüzünden bir puta benzetilmiş, diğerinde ise tanrıya. Fakat orijinal metinde Chateaubriand, « le dieu du fleuve » diyerek bizonu betimlemektedir. Burada Irmak Tanrısı, Eski Roma ve Yunan Dininde karşımıza çıkan bir kavramdır. Zaten metinde hayvanın sakalı için « sa barbe antique et limoneuse » denilmekte. Chateaubriand, tüm çağdaşları gibi, Eski Yunan ve Roma mitolojisinden betimlemeri için yararlanmıştır ama ne yazık ki çevirmenler bunu gözden kaçırmıştır.  

Parça (7)Du sein de ces massifs, le magnolia élève son cône immobile ; surmonté de ses larges roses blanches, il domine toute la forêt, et n’a d’autre rival que le palmier, qui balance légèrement auprès de lui ses éventails de verdure... [ Prologue / page-1 ]

Birinci Çeviri / Birinci Versiyon – Bu kümelerin ortasında manolyanın hareketsiz mahrutî tepesi yükselir; geniş beyaz çiçeklerle süslü bu tepe, bütün ormana hâkim olur ve yanında yeşil yelpazelerini hafifçe sallayan hurma ağaçlarından başka rakibi yoktur. (Râğıf Rıfkı Özgürel)
Birinci Çeviri / İkinci Versiyon – Bu kümelerin ortasında manolyanın hareketsiz konik tepesi yükselir. Geniş beyaz çiçeklerle süslü bu tepe, bütün ormana hâkim olur ve yanında yeşil yelpazelerini hafifçe sallayan hurma ağaçlarından başka rakibi yoktur. (Ragıp Rıfkı Özgürel – H. Ekrem Bereket)
İkinci Çeviri – Bu ağaç sıklıklarının içinden manolya devimsiz konisini yükseltir; geniş ak çiçeklerinin üzerine erişmiş bu koni, bütün ormana egemen olur, yanında yeşil yelpazelerini hafif hafif sallayan palmiyeden başka yarışıcısı da yoktur. (Vedat Gülşen Üretürk)

Yorum – Birinci çevirinin versiyonları arasında pek bir fark bulunmamaktadır, sadece tek bir Osmanlıca kelime (mahrutî → konik) günlük Türkçe’ye çevrilmiştir. İlk iki versiyonda « palmier » sözcüğü Ortadoğuyu yanlış bir şekilde anımsatırcasına hurma olarak çevrilmiştir. Vedat Gülşen Üretürk çevirisindeyse palmiye olarak tercih edilmiştir.

Parça (8)Après la découverte du Meschacebé par le père Marquette et l’infortuné La Salle, les premiers Français qui s’établirent au Biloxi et à la Nouvelle-Orléans, firent alliance avec les Natchez, nation Indienne, dont la puissance était redoutable dans ces contrées... [ Prologue / page-2 ]

Birinci Çeviri / Birinci Versiyon – Rahip Market ve talihsiz zavallı Lasâl tarafından Meşasebe nehri keşfedildikten sonra, Biloksi ve Nuvel Orlean’da yerleşen ilk Fransızlar, bu havalide müdhiş bir nufuz ve kudrete malik Hintli milleti olan Naçezlerle ittifak ettiler. (Râğıf Rıfkı Özgürel)
Birinci Çeviri / İkinci Versiyon – Rahip Market ve talihsiz zavallı Lasâl tarafından Meşasebe nehri keşfedildikten sonra, Biloksi ve Nuvel Orlean’da yerleşen ilk Fransızlar, bu civarlarda müthiş bir nüfus ve kudrete malik Kızılderili olan Naçezlerle ittifak ettiler. /Ragıp Rıfkı Özgürel – H. Ekrem Bereket)
İkinci Çeviri – Meschacebé’nin Rahip Marquette’le zavallı La Sale tarafından bulunmasından sonra, Biloxi ve Yeni-Orléans’a yerleşen ilk Fransız’lar, Natchez’lerle, bu bölgelerde amansız olan ulusla birleşme yaptılar. (Vedat Gülşen Üretürk)                                  

Yorum – Amerikan Yerlilerine, Avrupalılar, bu yeni kıtanın başlarda Hindistan’ın bir uzantısı sanıldığı için yanlış olarak Hintli demişti. Birçok Avrupa dilinde halen Kızılderililere Hintli anlamına gelen isimler verilir. Ragıp Rıfkı Özgürel çevirisinde de aynı hataya düşülmüş. Büyük olasılıkla Osmanlıca’da henüz Kızılderili denilmediği için bu tercih edilmiştir.

Parça (9)Il y avait parmi ces Sauvages un vieillard nommé Chactas* (La voix harmonieuse), qui, par son âge, sa sagesse, et sa science dans les choses de la vie, était le patriarche et l’amour des déserts. Comme tous les hommes, il avait acheté la vertu par l’infortune... [ Prologue / page-2 ]

Birinci Çeviri / Birinci Versiyon – Bu vahşiler arasında, Şaktas* (Güzel ses) isminde bir ihtiyar vardı ki, gerek yaşının ilerlemiş olması, gerek akıl ve dirayeti ve gerek hayata aid şeylere vukufu sayesinde çöllerin şayanı ihtiram bir velisi, bir sevgilisi olmuştu. Buda, bütün insanlar gibi, fazileti bedbahtlıkta kazanmıştı. (Râğıf Rıfkı Özgürel)
Birinci Çeviri / İkinci Versiyon – Bu vahşiler arasında, Şaktas* (Güzel ses) isminde bir ihtiyar vardı ki, gerek yaşının ilerlemiş olması, gerek akıl ve dirayeti ve gerek hayata ait şeylere vukufu sayesinde çöllerin saygı duyulan bir velisi, bir sevgilisi olmuştu. Bu da, bütün insanlar gibi, fazileti bedbahtlıkta kazanmıştı. (Ragıp Rıfkı Özgürel – H. Ekrem Bereket)
İkinci Çeviri – Bu yabanıllat arasında, Chactas* (Uyumlu ses) adında, yaşı, bilgeliği, işte hayat konularındaki bilgisinden ötürü, çöllerin saygıdeğer pinponu ve gözdesi olan yaşlı bir adam vardı. Bütün insanlar gibi, erdemi mutsuzlukla kazanmıştı. (Vedat Gülşen Üretürk)

Yorum – Her iki çeviride de bozuk bir Türkçe kullanılmıştır. Dipnotta Chactas, isminin Naçez dilinde anlamı budur denilerek bir ibare düşülmesi güzel olurdu, ama orijinalinde olduğu gibi dokunulmadan bırakılmış.

Parça (10) En 1725, un Français, nommé René, poussé par des passions et des malheurs, arriva à la Louisiane. Il remonta le Meschacebé jusqu’aux Natchez, et demanda à être reçu guerrier de cette nation. Chactas l’ayant interrogé, et le trouvant inébranlable dans sa résolution, l’adopta pour fils, et lui donna pour épouse une Indienne, appelée Céluta. Peu de temps après ce mariage, les Sauvages se préparèrent à la chasse du castor. [ Prologue / page-2 ]

Birinci Çeviri / Birinci Versiyon – 1725 de Röne isminde bir Fransız, bazı infial ve felâketlerin sevkile Luiziyanaya geldi. Mesaşebe’yi takiben Naçezlerin bulunduğu bölgeye giderek kendisinin muharib olarak kabul edilmesini rica etti. Onu isticvab eden Şaktas, kararının kat’î olduğunu anlayınca kendisini evlâtlığa kabul etmekle beraber Selüta isminde Hindli bir kızla evlendirdi. Bu izdivaçtan az zaman sonra, vahşiler kunduz avına hazırlandılar. (Râğıf Rıfkı Özgürel)
Birinci Çeviri / İkinci Versiyon – 1725’te Rene isminde bir Fransız, bazı kızgınlık ve felâketlerin yönlendirmesiyle Luiziyana’ya geldi. Mesaşebe’yi izleyerek Naçezlerin bulunduğu bölgeye giderek kendisinin savaşçı olarak kabul edilmesini rica etti. Onu sorguya çeken Şaktas, kararının kat’î olduğunu anlayınca kendisini evlâtlığa kabul etmekle beraber Selüta isminde bir Kızılderili bir kızla evlendirdi. Bu evlilikten az zaman sonra, vahşiler kunduz avına hazırlandılar. (Ragıp Rıfkı Özgürel – H. Ekrem Bereket)
İkinci Çeviri – 1725 te René adında bir Fransız, tutkular ve mutsuzluklar yüzünden Louisiane’a geldi. Meschacebé’yi çıktı, işte bu ulustan savaşçı olarak kabul edilmesini istedi. Kendisini sigaya çeken ve kararında sarsılmaz bulan Chactas, onu oğlu edindi, Céluta adında bir Hint’li kızla evlendirdi. Bu evlilikten az zaman sonra, yabanıllar kunduz avına hazırlandılar. (Vedat Gülşen Üretürk)

Yorum – Birinci çevirinin ilk versiyonunda tüm kitapta sonradan Rene olarak yazılacak isim burada okunuşuyla Röne olarak yazılmıştır. Bunun yanında birinci çevirinin ikinci versiyonunda yukarda da belirtilen Amerikan Yerlilerine Hintli deme hatası düzeltilmiş. Fakat Vedat Gülşen Üretürk çevirisinde aynı hata yinelenmiştir.

Parça (11) Chactas, quoique aveugle, est désigné par le conseil des Sachems* (Vieillards ou conseillers) pour commander l’expédition, à cause du respect que les tribus indiennes lui portaient. Les prières et les jeûnes commencent : les jongleurs interprètent les songes ; on consulte les Manitous ; on fait des sacrifices de petun ; on brûle des filets de langue d’original ; on examine s’ils pétillent dans la flamme, afin de découvrir la volonté des Génies ; on part enfin, après avoir mangé le chien sacré. René est de la troupe... [ Prologue / page-2 ]

Birinci Çeviri / Birinci Versiyon – Şaktas kör olmasına rağmen, ihtiyarlar meclisi tarafından, Hindli kabilelerin kendisine karşı besledikleri hürmet sebebile bu avcı kafilesine reis tayin edildi. İbadetler ve oruç başladı ; rüyalar tabir edildi ; Manitu’lara* (Mâbudlara) müracaat olundu ; kurbanlar kesildi ; dil iplikleri yakıldı; mâbudların arzularını anlamak için bu ipliklerin alevle içinde çıtırdayıp çıtırdadıklarına dikkat edildi ; nihayet, mukaddes köpek yendiktan sonra yola çıkıldı. Rene’de bu kafile arasında idi. (Râğıf Rıfkı Özgürel)
Birinci Çeviri / İkinci Versiyon – Şaktas kör olmasına rağmen, ihtiyarlar meclisi tarafından, Kızılderili kabilelerin kendisine karşı besledikleri hürmet sebebiyle bu avcı kafilesine de tayin edildi. İbadetler ve oruç başladı ; rüyalar tabir edildi ; Manitulara baş vuruldu ; kurbanlar kesildi ; dil iplikleri yakıldı ; mabudların arzularını anlamak için bu ipliklerin alevle içinde çıtırdayıp çıtırdamadıklarına dikkat edildi. Nihayet, kutsal köpek yendikten sonra yola çıkıldı. Rene’de bu kafile arasındaydı. (Ragıp Rıfkı Özgürel – H. Ekrem Bereket)
İkinci Çeviri – Şaktas kör olmakla birlikte hint’li oymakların kendisine gösterdikleri saygıdan ötürü, Sachem’ler* (Sachem, yaşlılar) kurulunca akına önderlik etmek için seçildi. Dualar ve oruç başladı; Hokkabazlar* (Kâhin, başrahip, sihirbaz) rüyaları yorumladılar. Manitou’lara* (Amerika mabutlarına verilen ad. Kutsal nesne) baş vuruluyor; tütün kurbanları kesiliyor; Kanada geyiği dil filetoları yakılıyor; Peri’lerin dileklerini buluvermek için, bunların alevde çatırdayıp çatırdamadıkları inceleniyor; kutsal köpek yenmiş olduktan sonra artık yola çıkılıyordu. René müfrezedendi. (Vedat Gülşen Üretürk)

Yorum – Birinci çevirinin ilk versiyonunda Kızılderililerin, özellikle Naçez’lerin adetleri ve dinleri hakkında o dönemde Antropolojik veri bulunmamasından kaynaklı hatalara rastlamaktayız. Aynı hatalar ikinci versiyonda da karşımıza çıkıyor. İlk iki versiyonda, « les jongleurs interprètent les songes » edilgen bir şekilde rüyalar tabir edildi olarak bırakılmış. Vedat Gülşen Üretürk çevirisindeyse hokkabazlar rüyaları yorumladılar denirken dipnot olarak hokkabaz; kâhin, başrahip, sihirbaz olarak belirtilmiş. Chateaubriand’ın Şaman için hokkabaz değimini kullanmasının önemli bir nedeni vardır. Kuzey Amerika Şamanizm’inde iki tür şamana rastlarız; wâbénô (doğu adamı, tan adamı) ve jés’sakkîd (öngörücü, cambaz, hokkabaz, gizli gerçekleri açan). İkinci tür şamanlar düğümlü iplerden kurtulmaz numarası da yaptıkları için hokkabaz olarak bilinir. Ama yine de burada hokkabaz yerine Şaman demek daha uygun düşmektedir. İkinci en büyük hata Sachem kelimesinin yaşlılar meclisi olarak çevrilmesidir. Sachem, kelime anlamıyla terleme evi demektir. Sachem kabilenin sadece yaşlılarının değil, seçkinlerinin katıldığı bir tür gizli dernektir. Sachem köy ileri gelenlerinin katıldığı, bir tür saunada, halüsojen maddeler (bazı kökler ve mantar) alınarak yapılan bir törenin de ismidir. Başka bir hata Manitu’lar kelimesindedir. Bu kelime çoğul olamaz çünkü Manitu bir tanedir ve En Yüce Tanrıyı simgeler. Burada bahsedilen büyük olasılıkla Ata Ruhları’dır. Özgün metinde « afin de découvrir la volonté des Génies », Vedat Gülşen Üretürk çevirisinde Peri’lerin dileklerini buluvermek için olarak çevrilmiştir. Burada periler değil totem hayvanları ya da Şamanları yardımcı ruhları kastedilmiş olmalıdır. Çünkü Amerikan yerlilerinde peri gibi bir kavrama rastlanmaz. « les Génies » kelimesi ise Ragıp Rıfkı çevirisinde mabudlar olarak yanlış çevrilmiştir. Aynı hata birinci çevirinin ikinci versiyornunda da yinelenmiştir. Alıntıda, Vedat Gülşen Üretürk çevirisi René müfrezedendi diyerek bitmektedir. Müfreze kelimesi düzenli bir orduya işaret ettiği için bir anlam kaymasına neden olmaktadır, halbuki bu parçada düzenli bir ordu değil, bir avcı grubu söz konusudur. 

Parça (12) Je ne tardai pas à être puni de mon ingratitude. Mon inexpérience m’égara dans les bois, et je fus pris par un parti de Muscogulges et de Siminoles, comme Lopez me l’avait prédit. [ Récit « Les Chasseurs » / page-3 ]

Birinci Çeviri / Birinci Versiyon – « Nankörlüğümün cezasını görmem pek uzun sürmedi. Tecrübesizliğim yüzünden ormanlar içinde yolumu kaybettim ve Lopez’in dediği gibi, Müskogülj’lerle Siminol’lerden mürekkep bir kafile tarafından yakalandım. » (Râğıf Rıfkı Özgürel)
Birinci Çeviri / İkinci Versiyon – Nankörlüğümün cezasını görmem pek uzun sürmedi. Tecrübesizliğim yüzünden ormanlar içinde yolumu kaybettim ve Lopez’in dediği gibi, Müskogüljlerle Siminollardan oluşan bir kafile tarafından yakalandım. (Ragıp Rıfkı Özgürel – H. Ekrem Bereket)
İkinci Çeviri – « İyilikbilmezliğimin cezasını çekmiş olmakta gecikmedim. Görgüsüzlüğüm ormanlarda bana yolumu şaşırttı, Lopez’in önceden kulağımı büktüğü gibi, Muscogulge’larla Siminole’lerin bir müfrezesi tarafından yakalanmış oldum. » (Vedat Gülşen Üretürk)
Yorum – Ragıp Rıfkı çevirisinde bir anlatı olduğu için tüm bu bölüm tırnak içine alınmış ama ikinci versiyonda bundan vazgeçilmiştir. Vedat Gülşen Üretürk çevirisindeyse, tırnak yeniden kullanılmıştır. Bu çeviride Lopez’in Chaktas’a herhangi bir sertliği görünmezken yeğlenen kulağımı bükmek abartılı bir değim olmuş. İyilik bilmezlik birleşik yazılmış, aynı şekilde düzenli bir orduyu kasteden müfreze değilim burada tekrar yanlış olarak kullanılmıştır. Her iki çeviride de Halkbilim, Antropoloji ve Dilbilim’de ismi Muskogi olarak zikredilen halkın Fransızca okunuşu ile bırakıldığını görmekteyiz (Muscogulge ya da Müskogülj). Sadece Siminol Halkının adı doğru yazılmış. 

Parça (13) Plusieurs fois il me sembla qu’elle allait prendre son vol vers les cieux ; plusieurs fois je crus voir descendre sur les rayons de la lune et entendre dans les branches des arbres, ces Génies que le Dieu des chrétiens envoie aux ermites des rochers, lorsqu’il se dispose à les rappeler à lui. J’en fus affligé, car je craignis qu’Atala n’eût que peu de temps à passer sur la terre... [ Récit « Les Chasseurs » / page-8 ]

Birinci Çeviri / Birinci Versiyon – Birçok defalar onun semaya doğru uçacağını zannettim; birçok defalar, allahın, kendi yanına çağırmak istediği kayaların keşişlerine gönderdiği meleklerin ayın şuaatı üzerinde yere indiklerini ve ağaçların dalları içinde bu duayı dinlediklerini görür gibi oldum. Bu hal beni pek müteessir etti; zira Atalâ’nın artık ölümü yaklaşmış olmasından korktum. (Râğıf Rıfkı Özgürel)
Birinci Çeviri / İkinci Versiyon – Birçok defalar onun semaya doğru uçacağını zannettim; birçok defalar, Allah’ın, kendi yanına çağırmak istediği kayaların keşişlerine gönderdiği meleklerin ayın pırıltıları üzerinde yere indiklerini ve ağaçların dalları içinde bu duayı dinlediklerini görür gibi oldum. Bu hâl beni pek etkiledi. Zira Atalâ’nın artık ölümü yaklaşmış olmasından korktum. (Ragıp Rıfkı Özgürel – H. Ekrem Bereket)
İkinci Çeviri – Birçok kez göklere kanat açtığını sandım; birçok kez, hıristiyanların Tanrısı’nın, yanına çağırmaya kalktığında, kayaların keşişlerine gönderdiği bu Peri’lerin ayın ışıklarında yere indiklerini ve ağaçların dalları arasında bu duaları dinlediklerini görür gibi oldum. Atala’nın az sonra ölüp gideceğinden korktuğum için, dert oldu içime. (Vedat Gülşen Üretürk)

Yorum – Ragıp Rıfkı Özgürel’in Osmanlıca çevirinse bazı imla hatalarına rastlıyoruz (Allah’ın küçük harfle yazılması, ve ekin ayrılmaması), ayrıca özgün metindeki « les génies » kelimesi için melekler denilmektedir. Aynı tercih ikinci versiyonda da karşımıza çıkar ama Vedat Gülşen Üretürk bunu kendi çevirisinde Peri’ler olarak yansıtmıştır. Bu kelime daha önce de belirttildiği üzere iyi ruhlar olarak çevrilmedir. Çünkü, Şamanizm’e inanan Chactas’ın bu tabloyu ancak kendi düşlemi ile tarif edebilir. Ayrıca, Üretürk çevirisinde Hıristiyan küçük yazılmış, ama genelde sıfat da olsa bu kelime büyük harfler yazılmaktadır. 

Parça (14) Sur les bords de la rivière Chata-Uche se voyait un figuier sauvage, que le culte des peuples avait consacré. Les vierges avaient accoutumé de laver leurs robes d’écorce dans ce lieu et de les exposer au souffle du désert, sur les rameaux de l’arbre antique... [ Récit « Les Chasseurs » / page-10 ]

Birinci Çeviri / Birinci Versiyon – « Şata-Uş nehrinin kıyılarında, halkın mukaddes addettikleri yabanî bir incir ağacı görünüyordu. Bâkireler, kabuktan yapılmış entarilerini burada yıkamayı ve bu kadîm ağacın dallarına asarak çölün meltemlerine maruz kılmayı âdet edinmişlerdi. » (Râğıf Rıfkı Özgürel)
Birinci Çeviri / İkinci Versiyon – Şata-Uş nehrinin kıyılarında, halkın mukaddes addettikleri yabanî bir incir ağacı görünüyordu. Bâkireler, kabuktan yapılmış entarilerini burada yıkamayı ve bu kadîm ağacın dallarına asarak çölün meltemlerine maruz kılmayı âdet edinmişlerdi. (Ragıp Rıfkı Özgürel – H. Ekrem Bereket)
İkinci Çeviri – « Chata-Uche ırmağının kıyılarında, halkların dininin kutsamış oldukları bir yaban inciri ağaçı görünüyrodu. Bâkireler, kabuktan elbiselerini burada yıkamağa ve bunları eski ağacın dallarına serip, çölün rüzgârlarına bırakmağa alışmışlardı. » (Vedat Gülşen Üretürk)

Yorum – Birinci çevirinin her iki versiyonu arasında hemen hiçbir fark yoktur; ancak bu iki versiyonda da « un figuier sauvage, que le culte des peuples » tümcesi halk tapımının nesnesi olan bir yabani incir ağacından söz edilmesine rağmen bu mukaddes kelimesi ile karşılanmış, bu ağaca tapıldığı gözden kaçırılmıştır. Ikinci çeviride de bu ağaç, halkın kutsadığı bir nesne değil taptığı bir nesne olduğu için anlam kaymasına neden oluyor.

Parça (15)Le soir ayant ramené la sérénité, le serviteur du Grand Esprit nous proposa d’aller nous asseoir à l’entrée de la grotte. Nous le suivîmes dans ce lieu qui commandait une vue immense... [ Récit « Les Laboureurs » / page-15 ]

Birinci Çeviri / Birinci Versiyon – Gece, hava sakinleşmişti; büyük mabudun hâdimi, mağara kapısında oturmağı teklif etti. Kendisile beraber oraya gittik. Hakikaten pek güzel manzaralı bir yerdi. (Râğıf Rıfkı Özgürel)
Birinci Çeviri / İkinci Versiyon – Gece, hava sakinleşmişti. Büyük mabudun hâdimi, mağara kapısında oturmayı teklif etti. Kendisiyle beraber oraya gittik. Gerçekten pek güzel manzaralı bir yerdi. (Ragıp Rıfkı Özgürel – H. Ekrem Bereket)
İkinci Çeviri – Akşam gene serinliği getirdiğinden, yüce Tanrı’nın kulu bize mağara kapısında oturmayı teklif etti. Bu geniş görünümü gören yere kadar, kendisini izledik. (Vedat Gülşen Üretürk)

Yorum – H. Ekrem Bereket, Ragıp Rıfkı Özgürel’in çevirisinde noktalı virgül ile ayırdığı uzun tümceleri bölmeyi yeğlemiş, ama ilk çeviriden bazı kelimeleri günümüz Türkçe’si ile karşılamıştır. Vedat Gülşen Üretürk çevirisinde ise orijinal metne daha sağdık kalınmaya çalışılmıştır.

Parça (16) De là, nous arrivâmes à l’entrée d’une vallée, où je vis un ouvrage merveilleux : c’était un pont naturel, semblable à celui de la Virginie, dont tu as peut-être entendu parler. Les hommes, mon fils, surtout ceux de ton pays, imitent souvent la nature, et leurs copies sont toujours petites ; il n’en est pas ainsi de la nature quand elle a l’air d’imiter les travaux des hommes, en leur offrant en effet des modèles. C’est alors qu’elle jette des ponts du sommet d’une montagne au sommet d’une autre montagne, suspend des chemins dans les nues, répand des fleuves pour canaux, sculpte des monts pour colonnes, et pour bassins creuse des mers... [ Récit « Les Laboureurs » / page-17 ]

Birinci Çeviri / Birinci Versiyon – « Buradan sonra, bir vâdinin methaline vâsıl olduk. Orada, harikûlade bir eser gördüm : Bu, belki bahsedildiğini işitmiş olduğun Virjini’deki köprüye benzeyen tabiî bir köprü idi. Oğlum, insanlar ve bilhassa senin memleketinin insanları alelekser tabiatı taklid ederler ve onların bu taklid eserleri daima küçüktür. Halbuki, her şeyde insanlara örnek olan tabiat, onların eserlerini taklid eder gibi göründüğünde iş değişir. O vakit, tabiat, bir dağın tepesine köprüler kurar, havada asma yollar yapar, toprakları sulamak için nehirler vicude getirir, sütunlar ve denizlerin çukur sahilleri için dağları oyar. » (Râğıf Rıfkı Özgürel)
Birinci Çeviri / İkinci Versiyon – Buradan sonra, bir vadinin girişine ulaştık. Orada, harikûlade bir eser gördüm. Bu, belki bahsedildiğini işitmiş olduğun Virjini’deki köprüye benzeyen tabiî bir köprü idi. Oğlum, insanlar ve bilhassa senin yurdunun insanları çoğunlukla tabiatı taklit ederler ve onların bu taklit eserleri daima küçüktür. Halbuki, her şeyde insanlara örnek olan tabiat, onların eserlerini taklit eder gibi göründüğünde iş değişir. O vakit, tabiat, bir dağın tepesine köprüler kurar, havada asma yollar yapar, toprakları sulamak için nehirler vücuda getirir, sütunlar ve denizlerin çukur sahilleri için dağları oyar. (Ragıp Rıfkı Özgürel – H. Ekrem Bereket)
İkinci Çeviri – « Bundan sonra, bir vâdinin girişin vardık ki burada, akıl almaz bir gördüm: Bu, belki bahsedildiğini işitmiş olduğun Virginie’dekine benzer bir köprüydü bu. Oğlum, insanlar ve bilhassa senin yurdundakiler çok zaman doğayı taklit ederler, ama taklitleri küçüktür her zaman; oysa doğa, kendilerine gerçekten örnekler vererek insanların eserlerini taklit eder gibi göründüğünde durum böyle değildir. O zaman doğa bir dağın tepesine köprüler kurar, bulutlarda yollar açar, arklar için ırmaklar yaratır, sütunlar ve denizlerin çukur koyları için dağları oyar. » (Vedat Gülşen Üretürk)

Yorum – Birinci çevirinin ilk versiyonunda aktarılan parça konuşma olduğu için tüm metinde tırnak işareti yeğlenmiştir. Oysa H. Ekrem Bereket metindeki bu tırnakları kullanmaz. Vedat Gülşen Üretürk çevirisinde tekrardan tırnak işareti kullanılmıştır.  Bunun yanında H. Ekrem Bereket çevrilmiş, metni iki paragrafa bölmüş, bazı yerlerde iki noktayı iptal edip tümce bölmüştür. Vedat Gülşen Üretürk çevirisinde « suspend des chemins dans les nues » tümceciği bulutlarda yollar açar olarak aslına daha yakın çevrilmiştir.

Parça (17) Ô ma mère ! pourquoi parlâtes-vous ainsi ! Ô Religion qui fais à la fois mes maux et ma félicité, qui me perds et qui me consoles ! Et toi, cher et triste objet d’une passion qui me consume jusque dans les bras de la mort, tu vois maintenant, ô Chactas, ce qui a fait la rigueur de notre destinée !… [ Récit « Le Drame » / page-20 ]

Birinci Çeviri / Birinci Versiyon – « Anacığım ! Neye bana bu sözleri söyleniz ! Aynı zamanda felâket ve saadetimi mucip olan beni hem mahv ve hem teselli eden din ! Beni ölümün kolları arasında bile yakan aşkın aziz ve yeisli sebebi olan sen, Şaktas, mukadderatımızın biaman şiddet ve ciddiyetini husule getiren şeyin ne olduğunu şimdi anladın değil mi ? » (Râğıf Rıfkı Özgürel)
Birinci Çeviri / İkinci Versiyon – Anacığım! Niye bana bu sözleri söyleniz! Aynı zamanda felâket ve saadetime sebep olan beni hem mahv ve hem teselli eden din! Beni ölümün kolları arasında bile yakan aşkın aziz ve ümitsiz sebebi olan sen, Şaktas, kaderimizin amansız şiddet ve ciddiyetini meydana getiren şeyin ne olduğunu şimdi anladın değil mi? (Ragıp Rıfkı Özgürel – H. Ekrem Bereket)
İkinci Çeviri – « Oy anacığım! neden konuştun böyle! Ey acılarımı ve mutluluğumu yaratan, beni yere çalan ve avutan din! Beni ölümün kollarında bile yiyip bitiren bir tutkunun aziz ve acılı nedeni, sen, ey Chactas, anladın ya kaderimizin korkunçluğunu! » (Vedat Gülşen Üretürk)

Yorum – Yine ilk çevirinin her iki versiyonu arasında günümüz Türkçe’sine aktarılan bir iki sözcüğü saymazsak (mucip → sebep, biaman → amansız, husule getirmek → meydana getirmek, yeisli→ ümitsiz) büyük bir farklıktan söz edemeyiz. Vedat Gülşen Üretürk çevirinde ise bu hitap olan konuşmanın ritmi, Chateaubriand’ın lirik anlatımı son derece güzel bir Türkçe ile karşılanmıştır.

Parça (18)La voilà donc cette religion que vous m’avez tant vantée ! Périsse le serment qui m’enlève Atala ! Périsse le Dieu qui contrarie la nature ! Homme, prêtre, qu’es-tu venu faire dans ces forêts ? [ Récit « Le Drame » / page-20 ]

Birinci Çeviri / Birinci Versiyon – « İşte sizin, bana ballandıra ballandıra medh ettiğiniz dininiz !.. Atalâ’yı benden gasbeden o yemine lânet olsun ! Tabiyata muhalif emirler veren, ahkâm koyan mâbudunuz kahrolsun ! Papas herif bu ormanların içine ne yapmaya geldin ? » (Râğıf Rıfkı Özgürel)
Birinci Çeviri / İkinci Versiyon – İşte sizin, bana ballandıra ballandıra övdüğünüz dininiz!.. Atalâ’yı benden zorla alan yemine lânet olsun! Tabiata aykırı emirler veren, ahkâm koyan mabudunuz kahrolsun ! Papaz herif, bu ormanların içine ne yapmaya geldin ? (Ragıp Rıfkı Özgürel – H. Ekrem Bereket)
İkinci Çeviri – « İşte bana bu kadar özdüğünüz şu din. Atala’yı benden çekip alan anda lânet olsun! Lânet olsun doğaya karşı gelen Tanrı’ya! Papaz herif, sen ne yapmaya geldin bu ormanlar içinde? » (Vedat Gülşen Üretürk)

Yorum – Birinci çevirinin her iki versiyonu arasında günümüz Türkçe’sine aktarılan bir iki sözcüğü saymazsak (medh etmek → övmek, gasbetmek → zorla almak, muhalif → aykırı) yine büyük bir farklıktan bulunmamaktadır. Vedat Gülşen Üretürk çevirinde, devrik tümce kullanılarak, yazınsal etki arttırılmaya çalışılmış, birinci çevirideki açıklayıcılık aza indirgenmiştir.

Parça (19)Trois fois j’évoquai l’âme d’Atala ; trois fois le Génie du désert répondit à mes cris sous l’arche funèbre... [ Récit « Les Funérailles » / page-27 ]

Birinci Çeviri / Birinci Versiyon – « Üç defa Atalâ’nın ruhunu çağırdım ; çöl perisi, bu matem köprüsünün altında çağırmalarıma üç defa cevab verdi. » (Râğıf Rıfkı Özgürel)
Birinci Çeviri / İkinci Versiyon – Üç defa Atalâ’nın ruhunu çağırdım. Çöl perisi, bu matem köprüsünün altında çağırmalarıma üç defa cevab verdi. (Ragıp Rıfkı Özgürel – H. Ekrem Bereket)
İkinci Çeviri – « Üç kez Atala’nın ruhunu çağırdım ; çöl Perisi, bu ölüm kemeri altında çığlıklarıma üç kez karşılık verdi » (Vedat Gülşen Üretürk)

Yorum – Her üç çeviri arasında büyük bir farklılık bulunmamaktadır. Yine burada Chateaubriand, belki de Yunan Mitolojisindeki perilere benzettiği için « le Génie du désert » kavramını kullansa da, burada sözü edilen Ata Ruhları, veya Doğa Ruhlarıdır. Kızılderili Halklarında, Batılı anlamda bir peri kavramı bulunmamaktadır. 

Parça (20) Indiens infortunés que j’ai vus errer dans les désert du Nouveau-Monde, avec les cendres de vos aïeux, vous qui m’aviez donné l’hospitalité malgré votre misère, je ne pourrais vous la rendre aujourd’hui, car j’erre, ainsi que vous, à la merci des hommes ; et moins heureux dans mon exil, je n’ai point emporté les os de mes pères. [ Récit « Épilogue » / page-31 ]

Birinci Çeviri / Birinci Versiyon – « Yeni dünyanın çölleri içinde, atalarınızın küllerini taşıyarak dolaştığınızı gördüğüm bedbaht Hintliler ! Düçar olduğunuz sefalete rağmen bana ikram etmekten zevkalan sizlere bugün mukabelede bulunmaktan âciz bir haldeyim ; zira, ben de sizler gibi insanların atıfetine muhtaç olarak serseriyane dolaşıyorum ve ecdadımın kemiklerini taşıyamadığım için bu gurbet hayatımda sizden daha bedbahtım ! » (Râğıf Rıfkı Özgürel)
Birinci Çeviri / İkinci Versiyon – Yeni dünyanın çölleri içinde, atalarınızın küllerini taşıyarak dolaştığınızı gördüğüm bahtı kara Kızılderililer! Uğradığınız sefalete rağmen bana ikram etmekten zevk alan sizlere bugün mukabelede bulunmaktan âciz bir hâldeyim. Zira, ben de sizler gibi insanların merhametine muhtaç olarak serserice dolaşıyorum ve atalarımın kemiklerini taşıyamadığım için bu gurbet hayatımda sizden daha bedbahtım! (Ragıp Rıfkı Özgürel – H. Ekrem Bereket)
İkinci Çeviri – « Atalarınızın külleriyle birlikte Yeni-Dünya’nın çöllerinde dolaştığınızı gördüğüm bağrı yanık Hintliler! mutsuzluğuma bakmayarak bana konukseverlik gösteren siz! sizlere aynı konukseverliği gösteremiyroum bugün, çünkü, sizler gibi, insanların merhametine sığınarak dolaşıyorum, ama gurbet hayatımda daha az mutluyum, hiç taşımadım atalarımın kemiklerini! » (Vedat Gülşen Üretürk)

Yorum – Birinci çevirinin her iki versiyonu, daha önce de karşımıza çıktığı gibi dil içi tercüme özellikleri taşımakta ve günümüz Türkçe’sine H. Ekrem Bereket tarafında keyfi bir şekilde çevrilmiş durumda. İkinci çeviride ünlem sonrası büyük harf kullanılmamış, bu bütün metinde bu şekildedir. Vedat Gülşen Üretürk, Chateaubriand’ın şiirsel anlatımı karşılamak için yine devrik tümce kullanmaya özen göstermiş, parçayı da alıntıda görüldüğü üzere devrik tümce ile bitirmiştir. Yine aynı çevirmen ilk çevirmenimiz gibi Kızılderili yerine yanlış olarak Hintli demektedir.

İsim Çevirisi Hakkında

     Çevirinin en büyük sorunlarından biri de isimlerin hedef dile aktarılması konusundadır. İsimler kaynak dildeki yazım kurallarına göre muhafaza mı edilmelidir? Esas olarak okunuşu mu düşünülmelidir? Aslında bu konuda her dilin kedince bir yöntemi vardır denilebilir. 

     Osmanlıca’dan Türkçe’ye İsim Çevirisi: 1928’de Türkçe artık Latin kökenli bir yazı sistemi ile yazılamaya  başlanıldığında, bu sorun birçok kez tartışılmıştır. İlk eğilim, Türkçeleştirme olduğu için kaynak dildeki özel isim Türkçe’ye okunuşuyla aktarılmıştır. Aslında bu eğilim Osmanlıca yazılışta da bu şekildedir. Ama buradaki sorun başka bir alfabeden Arap kökenli Eski Türk Yazısına sessiz harflerin yazılmaması (ama keyfi okunması) yüzünden genelde düzensiz bir yol takip etmiştir. Yeni harfler kabul olunduktan sonra ilkin Osmanlıca harflerin okunuşu fikrine devam edilmiştir. Örneğin Ahmet isminin, Osmanlıca son harfi dat harfi  [ض] ile yazıldığı için 1930’ların sonuna dek metinlerde Ahmed olarak yazıldığına rastlayabiliriz. 

     Osmanlıca’da, genelde yabancı kültürlerle azınlıkların temas ettiğini düşünürsek, birçok isim bu azınlıkların telaffuz süzgecinden geçerek Türkçe’ye dahil olmuştur diyebiliriz. Bu dönemde yapılan tiyatro çevirileri özellikle bu duruma ön ayak olmuştur. Örneğin ünlü operet “Don Juan” Türkçe’ye bu şekilde girmiştir. Aktaranlar, Don Juan’ın İspanyolca don huan olarak telaffuz edildiğini bilmediğinden bu isim Türkçe’ye Don Juan olarak yerleşir. Aynı şey Cervantes’in eseri “Don Quijote” için de geçerlidir (İspanyolca “Don Kihote” olarak okunur). Ama eserin adının Türkçe’ye “Don Kişot” olarak geçmiştir. Burada ilginç olan yukarıdaki yazılışın Yahudi İspanyolca’sındaki (Ladino Dili veya Laşonca) telaffuzunun Türkçe’ye bu şekilde geçmiş olmasıdır. Galata’da, Balat’ta ve Selanik’te İspanyolca’nın bu ağzını günlük dil olarak kullanan oldukça yoğun bir Musevi nüfusunun olduğu düşünülünce, XVIII. yüzyıl sonunda eserin bu isimde Türkçeleşmesine şaşmamak gerekir belki de.  

     1928 sonrası, Latin alfabesine geçildikten sonra, kökeni ne olursa oldun yabancı isimler okunduğu gibi yazılmaya başlamıştı. II. Dünya Savaşı yıllarına kadar özel isimlerin okunuşlarıyla yazılması benimsenmişti. Örneğin, Georges Wade, bu dönemde Corc Vayd olarak yazılmaktaydı. 1950’lerden sonra bundan vazgeçilmiştir.

     Bu yazılış karışıklığına örneğin Şikago (Chicago) gibi okunuşuyla yazmamıza karşın yine A.B.D.’de yer alan Los Angeles kentinin ismini yazılışını değiştirmeden dikte etmekteyiz. Bu kafa karışıklığı ünlü üzerindeki inceletme işaretlerinin kullanımdan kalkmasıyla daha da çetrefil bir hal almıştır. 1960’lara gelindiğinde editörlerin çoğu, yabancı isimleri olduğu gibi bırakma eğilimdedir. Ki bu, 1966 yılında basılmış, Vedat Gülşen Üretürk’ün “Atala ve René” çevirisinde karşımıza çıkmaktadır. 1980’lerden sonra ne yazık ki editörler arasında Türkçe’ye isim çevirme konusunda bir sözbirliğine rastlayamıyoruz. Siyasi görüşüne ve dil devrimine karşı takındığı tavra göre çok çeşitli ve dolayısıyla birbiri ile çelişen birden fazla eğilim günümüzde yan yana bulunmaktadır.

     Konumuzla ilgili olarak, Kızılderili Halklarının isimleri ya da dil aileleri hakkında bir isim yazılışı birliği maalesef yoktur. Örneğin, Wichita Dili, kimi yerde Viçita, kimi yerdeyse İngilizce yazılışı ile bırakılmaktadır. Latin Amerika’da konuşulan dillerin birçoğunun İspanyolca yazılışından dolayı doğru okunamadığı başka bir sorun teşkil eder. Örneğin Navajo Kızılderililerinin adı “Navaho” olarak okunmaktadır. Genelde bu ismin doğru okuması yerleşsin diye, birçok kaynakta halkın adı “Navaho” olarak yazılmaktadır. Bu halkın akrabaları “Jicarilla” kabilesi ise “Hikariya” olarak yazılmaz, İspanyolca böyle okunsa da. Kolombiya’nın doğusunda birçok dilin üye olduğu Bora-Witatoan dilleri, İngilizce böyle mi bırakılmalı yoksa Bora-Witotoa dilleri olarak mı belirtilmeli, ne yazık bunda da bir yazım birliği yoktur.

     Kızılderili Halkları bir yana bırakırsak, birçok halkın adının Türkçe nasıl yazılacağı da meçhuldür. Mesela Çin-Birman Dil Ailesinden gelen bir yerel dil için “Mikirce” mi denilmelidir, “Mikir Dili” mi? Liste böyle uzayıp gitmektedir. Bu konuda bir eğilimin yerleşmesi de yazar, çevirmen ya da editörlerin insafına kalmıştır. 

Latin Alfabesi ile Yazılmayan Dillerden İsim Çevirisi

     Latin temelli olmayan bir alfabe ile yazılmış herhangi bir dilden Türkçe’ye isim çevirmek aslında bir bakıma daha kolaydır. Çünkü genelde Türkçe okunuş baz alınmaktadır. Arapça ya da Farsça’dan aktarılan isim Türkçe’de olmayan bir sese sahipse genelde, zaman içinde bu telaffuz edilememesinden dolayı yazılışı da buna göre olmaktadır. Mesela Arapça’daki gırtlak durgusu [ ع ] (ğayin harfi) üst virgülle yazılsa da, genelde yazılışta belirtilmez.

     Aynı durum, Ermeni, Gürcü, Arap, Kiril alfabeleri için de geçerlidir. Bu alfabelerin hemen hepsi telaffuzu kendi harf sistemlerini göz önünde tutarak yazar. Aynı şekilde Ermenice bir isim olduğu gibi Türkçe okunuşu ile tercüme edilir. Örneğin, Latin alfabesinden Ermeni alfabesine çevrilen isimlerde okunuş esas alınmıştır.

     Özellikle, Rusça’da sert ve yumuşak seslerin yazımının ayrımı bulunmaktadır : [ъ] ve [ь], bu okunmayan ama sonrasına eklendiği sesi yumuşatan harfler son yıllarda üst virgül ile karşılanmaktadır, ama genelde yazılmamaktadır. Bunun yanında [ы] harfi –ı ile karşılanabilmektedir. Türkçe’de olmayan [щ] harfi genelde İngilizce’de yazıldığı gibi –zh olarak ya da –j olarak yazılmaktadır. Soluklu –h sesi olan [х] ise doğrudan –h olarak yazılır. Ama son yıllarda “Çehov” adının “Çekhov” ya da “Chekov” olarak yazıldığına da rastlamaktayız. 

Latin
Kiril
Okunuşu
Oblomov
Обломов
Oblomov
Lenin
Ленин
Lenin

     Yunanca – Belki de en belirsiz yazım şekli Yunanca isimlerde karşımıza çıkıyor. Başlarda, genellikle okunuş baz alınmasına rağmen, sonradan doğrudan yazılış üzerinden gidilmeye başlanmıştır. Ama mesela Bizans Rumca’sını anlatan [ κοίνέ ] kelimesi Latin alfabesiyle “koine” olarak yazılsa da “kini” okunmaktadır. Yunanca kelimelerin de yazılma ve okunma konusunda Türkçe’de bir ortak fikir maalesef yoktur.

Latin
Yunan
Okunuşu
Aristoteles
Αριστοτέλης
Aristo
Homeros
Ομηρος
Homeros

     Japonca yabancı isimleri kendi dilinin yazı sistemine çevrilirken, özel isimleri yazmak için kullanılan hecesel Hiragana alfabesi yüzünden isimlerin kapalı heceleri açık olarak telaffuz etmektedir. Bunun getirdiği birçok okunuş karışıklı söz konusudur. 

     Başka bir alfabe ile yazılan dil genel geçer diğer dillerde yazım kurallarını belirleyebilir. Buna en iyi örnek Çince’dir. Özellikle Çince’nin Latin alfabesiyle doğru okunması ve yazılması için iki sistem geliştirilmiştir; ilki Wade-Giles sistemi diğeri ise Çin’in benimsediği Pinyin sistemi. Çince, derin düşünce anlamına gelen, Japonya’da “Zen” adını alan felsefi okul, “chan” kelimesinin yazılması Pinyin sistemine göredir. Aynı sözcüğü Wade-Giles sisteminde “ch’an” olarak yazarız, yaklaşık olarak da “çan” olarak okuruz. Tüm dünyada en yaygın sistem Pinyin olduğu için bu özel isim Türkçe olarak yazıldığında kurumsal olarak başka bir şey yeğlenmediği için, yani kısaca Çince’den Türkçe’ye isimler bu kuralla aktarılır denilmediği için bu yazılış (chan) tercih edilmektedir. 

Çevirilerde Dilbilgisi ve Yazım Hataları

     Aratümce (proposition incidente) kullanımı özellikle Vedat Gülşen Üretürk’ün çevirisinde sıkça karşımıza çıkmaktadır. Çevirmen iki virgül arasına açıklama niteliği taşıyan tümce, tümcecik ya da sözcüğü almaktan geri durmamıştır. Kaynak metindeki iki nokta üst üste ile uzatılan tümceleri, kimi gerekli gördüğü yerde bölmüştür.

     Ragıp Rıfkı Özgürel ise genelde kaynak metindeki uzun tümceleri olduğu gibi bırakmış, çok kısıtlı bir biçimde kimi yerde tümceleri bölmüştür. Ragıp Rıfkı Özgürel’in çevirisini sadeleştiren H. Ekrem Bereket ise, keyfi bir şekilde tümce bölmelere ve satır ayırmalara gitmiş, özgün metinde olmayan paragraflar kurmuştur. 

     Vedat Gülşen Üretürk’ün çevirisinde metnin tümünde ünlemden sonra büyük harf kullanılmamıştır. Ragıp Rıfkı Özgürel’in çevirisinde –ile bağlacı genelde isimlerle yanlış bir şekilde bileşik yazılmış, bunun yanında çoğu yerde özel isimlerden üst kesme işareti ile ekler ayrılmamıştır. Bunun dönemim imla kurallarıyla bir koşutluk izlediği su götürür.

     H. Ekrem Bereket ise, Ragıp Rıfkı Özgürel’den sadeleştirdiği çeviride bulunan keyfiyet ve özensizlik yazım kuralları, imla olarak da karşımıza çıkıyor. Bu versiyonda hemen her yerde yazım, isim, özel isim yazımı yanlışlarına rastlıyoruz.  

Çevirilerde Biçem ve Anlam Hataları

     «Atala» romanının birinci çeviri ve onun her iki versiyonunda (Ragıp Rıfkı Özgürel ve onu metnini tekrar yorumlayan H. Ekrem Bereket) yazınsal anlam bakımından, belki de en büyük sorunu, çevirmenler tarafından oluşturulan söz evrenidir. II. Tanzimat Dönemi ve sonrası çeviri, çeviriden çok bir uyarlamayı andırıyordu. Mounin’in, çeviriyi tanımlarken kullandığı verre colorés ve verres transparents eğretilemesiyle anlattığı geçirgenlik ya da metnin hedef dile aktarılma biçemi burada verre colorés tanımına daha yakındır.

     Chateaubriand, 1791’de Yeni Dünya’ya yolculuğa çıkmış, Amerika dönüşü de Kızılderililer ile ilgili bir eser yazmaya karar vermişti. Bu süreç sonunda 1801'de Atala'yı yayımladı. Bu roman Chateaubriand’ın ün kazanmasına sebep olmuştu. Bunun yanında “Atala” romanının Türk Edebiyatı için de önemi vardır. Tanpınar, Recaizade Ekrem tarafından 1872'de yaptığı çeviri için : « Hâmid'in yanı başında Ekrem Bey ikinci, hatta daha mânâlı bir tecrübe yaptı. Chateaubriand'ın Atala'sını evvelâ Türkçe'ye nakletmek suretiyle saf bir aşk, ümitsiz bir ihtiras ve tabiat görüşü örneğini Türkçe'ye getirdi. Sonra onu bizzat tiyatroya çevirmek suretiyle konuşturmaya çalıştı. Böylece o da yeni şairanenin bir nevi repertuarını hazırlamış oldu » demektedir.

     Çevirinin, bu ilk hali hakkında bilgiye ulaşmamış olsak da, dönemin eğiliminden haber olmak, halk tarafından kabulünün Osmanlıca’ya aktarılırken, bir yandan da kültürümüze de yaklaştırıldığını düşündürmektedir. Aynı eğilime, Ragıp Rıfkı Özgürel çevirisinde de karşılaşıyoruz. Fakat, bu çeviride, Chateaubriand’ın yazın biçemini ne kadar karşılar tartışma götürür. Chateaubriand, eserinde özellikle anıştırma ve betimlemelerinde Eski Yunan ve Roma Mitolojisinden simgeler kullanır, ki bu semboller standart Türk okuru için bir şey ifade etmez. Metinde, bir dizi kavram arka arkaya geldiğinde gözümüze başka renkler oluşur.

     Ragıp Rıfkı Özgürel çevirisi ve onun uyarlamasını ve Vedat Gülşen Üretürk’ün, intraduisibilité linguistique ve intraduisibilité culturelle bakımından, eleştirecek olursak; metin tabidir ki bir Hint-Avrupa dili olan Fransızca’dan Ural-Altay dili Türkçe’ye çevrilmiştir, bu iki dilin semantik, morfolojik bir yakınlığı yoktur. Chateaubriand’ın önemsediği Eski Yunan ve Roma Mitolojisi’nden aldığı simgeler, bu tarafta çok da anlamlı durmamaktadır. Ama yine de, metne bu taraftan bakmak anlam kaymalarını önler. Chateaubriand’ın Kızılderili kurganlarını piramitlere benzetmesiyle başlayan eğretileme, aşağıdaki sıra ile devam eder:   

hurma ağacı → timsah → piramit → çöl → Nil

     Çevirmen tarafından yanlış algılanan bu eğretileme, yanlış yöne doğru bir oryantalizm oluşturmaktadır. Chateaubriand elbette ki egzotik bir hava yaratmaya çabalamıştır. Ama bu tropikal coğrafya bu eğretilemenin yanlış anlaşılması sonrası bir Mısır manzarasına dönüşmektedir. Bozkır → çöle, kurgan → ihrama, palmiye → hurmaya dönüşür. Çöl denildiğinde Türk okurun zihninde kum çölü olarak canlanmaktadır, büyüklük olarak Nil’e benzetilen Misisipi, doğrudan çöller içinde akan bir ırmağa dönüşür. Ama bu çeviri hatasını Chateaubriand metninde sadece bir eğretileme olarak kaldığını görürüz.  
   
     Chateaubriand’ın özellikle her iki çevirmen ve diğer uyarlayıcı tarafından göz ardı edilen onun bu egzotik havayı kimi yerde çok iyi çözümlediği Eski Yunan ve Roma Mitolojisine yaptığı göndermelerle kurmasıdır. Fakat bu göndermelerin hiçbirinde bu oryantal hava sezinlenmez, bir tür egzotizm izlenir.

     Her iki çeviride de Chateaubriand’ın defalarca vurguladığı bu yeni, henüz keşfedilmiş coğrafyanın el değmemişliği ne yazık ki hiç ortaya çıkarılmamıştır. Okuyucu ne yazık ki metinsel boşlukları doldururken eksik metine çevirmenin yanlış kanısını koymak zorunda kalır.   

     Trajik bir aşk öyküsünü aktardığı bu roman yazarın Amerikan Yerlileri hakkında oldukça kapsamlı bir okuma yaptığını düşündürür. Özellikle ismi geçen halkların, o dönemdeki yaşayışları ve dinsel adetleri hakkında bir dizi ipucu sunar. Özellikle, Kaddo Dil Ailesine (Caddo olarak yazıla gelmektedir) mensup dilleri konuşan halkların ve komşularının ortak benimsediği Güneş Tapımı ve buna bağlı insan kurbanı bu kitapta bahsedilenlerden sadece biridir. Ama kaba bir putperestlik, yanlış anlamlarla ortaya çıkan bir çeviri ile eserde yaratılan anlatının dokusu iyi yansıtalamamıştır.  

Çeviride Coğrafi İsimlerde Yazım Tercihleri

     İsimlerin çevrilmesi konusundaki açmaz Chateaubriand’ın eseri “Atala” romanında da görülür. Sadece yer isimleri değil, bazı coğrafi terimler de çeviride yanlış ya da eksik kullanılmıştır.
     Coğrafi hatalara bazılarına gelince, özellikle Nil ile karşılaştırılan Meschacebé ırmağı Misisippi’nin ta kendisidir. Tenase (Tönaz), olarak anılan bölge şu an A.B.D.’lerinin Tennessee, Akanza ise Arcansas şu anki eyaletleridir. Bu coğrafyada çöl yoktur, bozkır vardır. Bozkır ya da yabanıl gibi doğru bir karşılık varken çöl sözcüğünün tercih edilmesi yine romanın çevirisi adına bir hatadır.
     Romanın Türkçe’ye çevrilirken yapılan coğrafi isimler hakkında da çeviri hataları bulunmaktadır. Atala romanı Türkçe’ye çevrilirken yer isimleri, Amerikan Yerli halklarının isimlerinin bazıları gibi, Fransızca’dan aynen muhafaza edilerek çevrilmektedir:

CHATEAUBRIAND
ÖZGÜREL
BEREKET
ÜRETÜRK
Bourbon
Burbon nehri→
Burbon nehri→
Bourbon ırmağı
Saint-Laurent
Sen-Loran nehri→
Sen-Loran nehri
Saint-Laurent
Méxica
Meksika Körfezi→
Meksika Körfezi→
Meksika körfezi
Hudson
Hüdson körfezi→
Hüdson körfezi→
Hudson körfezi
Meschacebé
Meşasebe →
Meşasebe →
Meschacebé
Meschassipi
Meşaspii →
Meşaspli →
Meschassii
Mississippi
Misisipi →
Misisipi →
Mississipi
Biloxi
Biloksi →
Biloksi →
Biloxi
Nouvel Orléans
Nuvel Orlean →
Nuvel Orlean →
Yeni-Orléans
Louisiane
Luiziyan →
Luiziyana →
Louisiane
Missouri
Misuri →
Misuri →
Missouri
Illinois
İllinuva →
İllinuva →
Illinois
Akanza
Akanza →
Akanza →
Akanza
Ohio
Ohyo →
Ohyo →
Ohio
Wabache
Vabaş →
Vabaş →
Wabache
Tenase
Tönaz →
Tönaz →
Tenase
Chata-Uche
Şata-Uş →
Şata-Uş →
Chata-Uche
Virginie
Virjini →
Virjini →
Virginie

Çeviride Kişi İsimlerde Yazım Tercihleri

     Chateaubriand’ın “Atala” romanının, Türkçe’ye çevrilirken yapılan en önemli dil hatası kökensel olarak Fransızca olmayan isimlerin, Fransızca yazılışla bırakılmasıdır. Önceden de belirtildiği gibi, 1928’den 1960’lara dek özel isimlerin okunuşları tercih edilmiştir. Vedat Gülşen Üretürk çevirisinde ise (1966) isimlerin Fransızca yazılışları yeğlenmiştir.   

     Aslında, bu çevrilerin tümünde, Latin alfabesi ile yazılmayan Kızılderili dilleri (Naçez, Musgoki ve Siminol dilleri) söz konusudur. Bu yüzden, Kızılderili isimlerinin Türkçe telaffuzlarının kullanılmasında sorun bulunmamaktadır; Şaktas, Utalisi, Atala, Seluta (bu dillerde –ü sesi yoktur). Aşağıda ise, Ragıp Rıfkı Özgürel, H. Ekrem Bereket ve Vedat Gülşen Üretürk çevirileri ile özgün metindeki isimler verilmiştir: 

CHATEAUBRIAND
ÖZGÜREL
BEREKET
ÜRETÜRK
La Sale
Lasâl →
Lasâl →
La Sale
René
Röne → Rene
Rene →
René
Marquette
Market →
Market →
Marquette
Atala
Atalâ →
Atalâ →
Atala
Céluta
Selüta →
Selüta →
Céluta
Lopez
Lopez →
Lopez →
Lopez
Chactas
Şaktas →
Şaktas →
Chactas
Outalissi
Utalisi →
Utalisi →
Outalissi

Çeviride Halk İsimleri Hataları

     Doğal olarak Chateaubriand, Kızılderili halklarına, Fransızlar tarafından verilen isimleri benimsemiş, kullanmıştır. Ragıp Rıfkı Özgürel, çevirisinde bu isimlerin Türkçe okunuşlarını kullanır. H. Ekrem Bereket de bunu tekrar eder. Vedat Gülşen Üretürk ise halk isimlerinin Fransızca yazılışlarını kullanmayı yeğlemiştir:   

CHATEAUBRIAND
ÖZGÜREL
BEREKET
ÜRETÜRK
Les Indiennes
Hindliler →
Kızılderililer →
Hintli’ler
Les Natchez
Naçez’ler →
Naçezler →
Natchez’ler
Les Muscogulges
Müskogülj’ler →
Müskogüljler →
Muscogulge’lar
Les Siminoles
Siminol’ler →
Siminoller →
Siminole’ler

     Romanın, Türkçe’ye çevrilirken çeşitli halk isimleri konusunda bolca hata bulunmaktadır. Öncelikle romanın baş kişisi Çaktas’ın üyesi olduğu Naçez halkının ismi Fransızca yazım kurallarına uyar şekilde Vedat Gülşen Üretürk çevirisinde Natchez olarak bırakılmıştır. 

     Naçez Halkı, Algonkin Dil Ailesine mensup Naçez dilini konuşmaktadır. Romanda ismi geçen ve kültürel olarak aynı şeyleri benimsemiş başka bir halkın ismi de geçmektedir. Halkın ismi Fransızca yazım kurallarına göre “Muscogulge” olarak yazılmıştır. Ragıp Rıfkı Özgürel, burada, Fransızca’dan Türkçe okunuluşuna göre, bu adı “Müskogülj” olarak bırakmıştır. Bu halkın, Türkçe’de söylenişi tüm dilbilim kaynaklarında Musgoki’dir. Bu halk Musgoki Dil Ailesine mensup bir dil konuşur. Romanda bir tek Musgoki’lerin müttefiki, Fransızca metinde “Siminole” olarak yazılan “Siminol” halkının isimi doğru zikredilmiştir.   

     Bunun yanında Vedat Gülşen Üretürk ve Ragıp Rıfkı Özgürel çevirilerinden Kızılderili ismi yanlış olarak Hintli olarak tercüme edilmiş, bu hata H. Ekrem Bereket uyarlamasında tekrarlanmamıştır.  

     Râğıf Rıfkı’nın, 1937’de “Atalâ-Rene” (Sonuncu İbniserac’ın Maceraları) ismiyle çevirdiği eser, 2002 yılında H. Ekrem Bereket tarafından tekrar ele alınmış ve Çağdaş Türkçe’ye bu metin temel alınarak tekrar tercüme edilmiştir. Ama bu uyarlama o kadar özensizdir ki, ilk metnin hataları katlanarak tekrar edildiği gibi, özgün dilden bir sağlama yapılmadığını düşündürecek bir dizi ipucu barındırmaktadır.
     Her iki versiyonda da, Chateaubriand’ın kurmaya çalıştığı vahşi doğa içindeki imkansız aşkın romantik anlatımı yansıtılamamış, kimi yerde fazlaca Türk Kültürüne uyarlama yapılmış, eserin özgün eğretilemeleri eprimiş, yer yer yok olmuştur.  Bunun yanında bu iki versiyon birçok coğrafi ve isim hatasına sahiptir. 

     Vedat Gülşen Üretürk, 1966’da yaptığı çeviride özgün metne daha sağdık kalındığı gözlenmektedir. İlk çevirinin sorunları aşılmasına rağmen bu çeviride de bariz dilbilgisi, anlam ve isim çevirisi hataları bulunmaktadır.

    Sonuç itibariyle, eserin Osmanlıca çevirileri olmasına rağmen, Çağdaş Türkçe iyi bir çevirisi bulunmamaktadır. Ama her iki çeviride göreceli olarak, Vedat Gülşen Üretürk’ün çevirisi özgün metne daha sağdık ve doğru bir Türkçe’ye sahiptir.  

KAYNAKÇA: BOZBEYOĞLU Sibel, «Manuel De Traductologie» Kebikeç Yayınları, Ankara, 2003.    CHATEAUBRIAND François, (Çeviren: Ragıp Rıfkı Özgürel, Yayına Hazırlayan: H. Ekrem Bereket) «Atala/Rene» Ark Kitapları, İstanbul, 2002. CHATEAUBRIAND François, (Çeviren: Rağıp Rıfkı) «Atalâ – Rene» Hilmi Kitapevi, İstanbul, 1937. CHATEAUBRIAND François, (Çeviren: Vedat Gülşen Üretürk) « Atala ve René » Oluş Yayınları, İstanbul, 1966. CHATEAUBRIAND François, « Atala – René » Wikisource en Français, USA, 2009. DRAHŞAN Cemşit, « Farsça – Türkçe Sözlük » Murat Kitapevi, Ankara, 2005. ÇAĞMAN Savaş, « Na-Dené Dil Ailesinde Dillerin Sınıflandırılması Üzerine Teoriler » savascagman.blogspot.com 2008. ÇAĞMAN Savaş, « Na-Dené Dilleri ve Halkları » savascagman.blogspot.com 2008. ELIADE Mircae, (Çeviren: İsmet Birkan) « Şamanizm » İmge Kitapevi, Ankara, 1999. ERGİN Muharrem, « Osmanlıca Dersleri » Boğaziçi Yayınları, İstanbul, 2002. FAULMANN Carl, (Çeviren: Itır Arda) « Yazı Kitabı, Tüm Yerkürenin, Tüm Zamanların Yazı Göstergeleri ve Alfabeleri » Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2001. GRANGER Ernest, (Çeviren: Nurullah Ataç) « Mitoloji » Cem Yayınevi, İstanbul, 1983. HİZARCI Suat, « Tanzimat Edebiyatı Antolojisi » Varlık Yayınları, İstanbul, 1969. İLERİ Selim, « Şatobriyan İstanbul'u Sevdi Mi? İstanbul'a Sövdü Mü? » Radikal Gazetesi, İstanbul, 2008. MORAN Berna, « Edebiyat Kuramları ve Eleştiri » İletişim Yayınları, İstanbul, 2008. ROBERT Paul, « Dictionnaire De La Langue Français » Le Robert, Paris, 1980. VARDAR Berke, « Açıklamalı Dilbilim Terimleri Sözlüğü » ABC Kitapevi, İstanbul, 1988. HEYET, « Fransızca Türkçe Okul Lûgati » Hüsnütabiat Basımevi, İstanbul, 1962.