30 Haziran 2016 Perşembe

Hizmet | Savaş Çağman

Hizmet etmek, önce hayata saygının, sonrası da devir-daim'de olmanın ilk şartıdır. Hayat'a saygı, Hayat'ı kutlamak var olduğumuzu kutlamaktır. Devir-daim ise ışıkla karanlığın, olumlu ile olumsuzun, dişiyle erilin, kısaca iki zıttın bir uyum içinde yer değiştirip akmasıdır. Evet, hepimiz hep iyilik, güzellik olsun isteriz, ama kötü olmadan iyi de olamaz, daha da önemlisi her iyinin içinde bir kötü, her kötünün içinde de bir iyi vardır...
Hayata saygı yani Ahimsa, devir-daim ise Karma veya Ying-Yang olarak da açıklanabilir. Buna birçok isim takabiliriz, bu dönüşüm içinde iyi ve kötünün değişkenliğinde Hizmette Olmalıyız...
Hizmet, İsa'nın Havarilerinin ayaklarını yıkaması, Gandhi'nin Parya kastının tuvaletlerini temizlemesi, Cayna'cıların yaralı hayvanlar için barınaklar kurması, Azize Teresa'nın cüzzamlılara bakması şeklinde de olabilir, karıncanın yolunu bozmamak, duştaki örümceği kaçışını beklemek, haftanın bir günü mülteciler için 1-2 tane sandwich yapmak, yolda küçük bir kedi yavrusuyla oynamak da olabilir. Ama hizmet Kadiri Tekke'sinde pilav yapıp sonra kendi aranızda yemek değildir. Hizmet senden olmayana yapılır, hatta sana en karşıt, sana en düşman olana yapılmalıdır. Hizmet gizli yapılınca egodan azade olur. Hizmet için gönül zengini olmanız lazım, kesenizde olana bakmayın. Bilgi vererek de hizmet edilir.
Yunus Emre, Moğol'lar Anadoluyu kasıp kavururken hizmet verdi, Mevlana herkes ona cephe almışken, eskiden de bu duyarsızlık ve hınç vardı. Siz, o küçücük hizmetinizle ilgilenin.Gözlerden, sözden koruyun, mükafat için yapmayın, cennet için hiç yapmayın, onlardan olmayın; bırakın onlar cennete gitmek için Müslüman olsun, siz bunlarla değil Hayat'la ilgilenin... Yol hiçbir şey yapmaz, çünkü her eylem, akışın içinde akışla beraber yapılan eylemdir. Eğer kendini onlar ve ben, siz ve biz diye ayırırsan bu körlük şu an ülkemde yaşananların yaşanmasına neden olur. Onlar kendilerini Kötü kabul etmiyorlar, zaten Hacı Bektaşi Veli ne demiş; Kişi kötü deme, işi kötü de...

29 Haziran 2016 Çarşamba

Unsurlar ve Beden Hakkında | Savaş Çağman

Unsurlardan Hava, bedende nefese, konuşma ve düşünmeye denk gelir, meleği Rafael'dir ve Samkhya düşüncesinde Mavi Daire olarak simgeleştirilir. Su unsuru bedende bağırsaklara, kilüs adı verilen bağırsaklardaki yağlı lenfe ve lenf sıvısına denk gelmektedir; bunun yanında bedensel anlamı beslenme ve bedende su tutmadır, aynı zamanda Samkhya düşüncesinde Gümüşi Hilal olarak simgeleştirilir, meleği Gabriel'dir. Ateş unsuru hareketi anlatır, bedende kana denk gelir; Samkhya düşüncesinde Kırmızı Üçgen olarak imajine edilir, meleği Mikael'dir. Toprak unsuru bedende katı yapılar (örneğin kemikler) ve dokulara karşılık gelir; salgılama, öz ve madde olarak Samkhya düşüncesinde Sarı Kare olarak simgeleşir, meleği ise Auriel'dir. Samhkya'da Siyah Yumurta imgelemi döl, ilik ve bedende üretimi işaret eder. Unsurların imgelerle, beden parçaları şekil, ses veya renkleri ile çağrılması çok eski bir iyileşme düşüncesinin de temelidir...

Kuğu'nun Söyledikleri | Savaş Çağman

Şaman'ların yeraltı ve göğe yaptıkları ruhani yolculuklarda, şifalandırma eylemlerinde daima yardım aldıkları bir güç hayvanı vardır. Bunlardan biri de Kuğu'dur. Kuğu doğrudan Su elementi simgesiyle örtüşür; suya yakın yuvalanması, su kuşu oluşu yanında özellikle birçok Şaman efsanesinde yeryüzü henüz yokken dipsiz suların üstünden uçan çifte kuğu (veya turna, balıkçıl vs) söylencesine bağlandığı içindir bu. Kuğu, Kelt Şaman geleneğinde (Druid) akışkanlık, sezgi, düş görme, duygular, yaratıcılık kavramlarını simgeler, tıpkı Su elementinin anlattıkları gibi. Kuğu, denge duygusunu da doğrudan anlatmaktadır. Kuğu, kehanette Hava ve Su dönemlerine (özellikle Şubat, Mart, Kasım) işaret eder. Yine  Kelt Bilgeliğinde Kuğu simgesi ile; aşk, lütuf, ortaklaşa işler, saflık, güzellik, rüyalar, denge, zarafet, ortaklık ve dönüşüm temalarını da anlatılmaktadır.
Hindu Tantra geleneğinde Kuğu çifte bir semboldür, Ham ve Sa ismindeki bu çifte kuğu Soundarya Lahari (Güzellik Dalgaları) isimli kutsal metinde, ilahi aklın eftarında yüzen bir imgeyle anlatılır. Bu kitapta Hindular için kutlu sayılmış birçok mantra da vardır. Kuğu Hint-Avrupa folklorunda ruh değişiklikleri (su) ve kalp (aşk) ile ilgili anlatılarda kendini açığa vurur. Özellikle Kelt mitolojisinde Kuğu yükselen Güneş'i anlatır; yeni yükselen zaferlere, Aslan Burcunda yükselenlere, lütfa, şiir yazmaya, şarkılara, bolluğa işaret eder. Kelt tanrıçası Bridgid da kuğu ile ilişkilidir. Kısacası Kuğu, rüya'da, imgelemde, seziş gücünü arttıran kutlu bir simgedir...

Gezegen Vibrasyonları ve Ses | Savaş Çağman

Dünyanın dönüş sesinin Do Diyez (C#) olduğu artık bilimsel bir ölçüm; ama bu ses ile Tibet Budist'leri neredeyse yüzyıllardır arınmakta. Hermetik'te gök ile yerin kopmaz ilişkisinden bahsederken Zümrüt Tablette aynı ifadenin karşılığını buluruz "Gökte ne varsa yerde de o vardır..."
Hermetik, Kabala, Taoculuk ve bazı Şaman Geleneklerin yer-gök birlikteliği insan bedenini bir evren şablonu ya da küçük modeli olarak benimsemesine neden olmuştur. Kadim Yedi Gezegenin sesleri mevcuttur, bunlar bedende muhakkak bir organa ya da bölüte denk gelir. Do (C) sesi, Güneş vibrasyonu taşır dolayısıyla Aslan Burcu üstünde etkilidir. Re (D) notası Venüs, Mi (E) notası Ay, Fa (F) notası Jüpiter, Sol (G) notası Mars, La (A) notası Satürn, Si (B) notası ise Merkür titreşimleri taşımaktadır. 
Güneş vibrasyonu bedende Kalp organını yönlendirmektedir. Güneş vibrasyonu taşıyan Do (C) notası ile yapılan renk, beden ve ses uyumlamaları kişide kan akımını hızlandırmak, kalpte biriken hırs, aşırı gurur, bencillik gibi olumsuz hislerin giderilmesinde, kişiye bir yol göstermektedir. Ses organlarımıza ve bedenimize biriken kötü enerjiyi kırmakta en önemli rola sahiptir...





Çakralarla Çalışmak | Savaş Çağman

Bedende akan ve bizi evrenle birleştiren enerjinin birçok kültürde farklı isimleri vardır; Taocular buna Qi (Çince bu kelime Çi olarak telaffuz edilir) demektedir, Hindistan’da ismi Kundalini’dir. Bu, enerji bedende belli bölgelerde yoğunlaşır; Hindu Mistisizminde, Samkhya-Yoga uygulamalarında 7 adet kabul edilen, çakra noktaları denilen, girdap şeklinde devinen enerji bölgeleridir. Bedenimizde omur çizgimize paralel uzanan bu enerji bölgelerine odaklanarak yapılacak renk, ses ve niyet çalışmalarının kökleri Şamanizm, Taoculuk, Samkhya, Hinduizm, Caynacılık, Sih DiniBudizm'e dek uzanmaktadır. Kısaca bu çakralarla yağılacak ses, renk ve imajinasyon çalışmalarını kısaca anlatalım;

Kök Çakra – Muladhara: Kök Çakra, kuyruksokumunda, üreme organları ve makat arasında bulunur. Samkhya ve Hermetik öğretilerde, özellikle Pythagoras’ın ses sistemine göre, Kök Şakra Ay yönetimindedir ve sesi Si Bemol (Bb) sesine denk düşer; eski sistemde bu nota tizlik-pezlik skalasında 228, 456, 912 Hz olarak ölçülebilir. Hermetik sistemde bu çakra Mi (E) sesine denk gelmektedir ki aynı sesler 4’lü ve 5’li uygulara denk gelmektedir. Kök Çakra’nın Uzakdoğu’da matrası Lang sesidir. Bu Samkhya’da Lam mantrasına denk gelir. Bu çakranın rengi Kırmızı’dır. Ses ve renklerin bu çakra ile etkileşime geçirilmesiyle cinsel organlar, kan, kemik, hücreler ve böbreküstü bezleri etkilenmektedir. Özellikle bu çalışmalarda adrenalin salgısı da denetlenebilir.
Göbekaltı Çakrası – Swadhistana: Bu çakra göbeğin alt kısmındadır. Samkhya ve Hermetik öğretilerde, özellikle Pythagoras’ın ses sistemine göre, Göbek-Sakral Çakrası Merkür yönetimindedir ve sesi Mi Bemol (Eb) sesine denk düşer; eski sistemde bu nota tizlik-pezlik skalasında 303, 606, 1212 Hz olarak ölçülebilir. Hermetik sistemde bu çakra Si (B) sesine denk gelmektedir ki aynı sesler 4’lü ve 5’li uygularının augmented aralıklarına denk gelmektedir. Göbek Çakrası’nın Uzakdoğu’da matrası Vang sesidir. Bu Samkhya’da Vam mantrasına denk gelir. Rengi turuncudur. Bu notalar ve renklerle çalışıldığı zaman karaciğer, dalak, bağırsaklar, böbrekler, mesane, kan dolaşımını etkilemek mümkündür. Bunun yanında cinsel salgı bezleri de bu çakra tarafından uyarılabilir.
Göbek Çakrası – Manipura: Bu çakra göbeğin iki parmak üstündedir, diğer ismi de Solar Plexus olarak geçmektedir. Samkhya ve Hermetik öğretilerde, özellikle Pythagoras’ın ses sistemine göre, Göbek Çakrası Venüs yönetimindedir ve sesi Fa Diyez (F#) sesine denk düşer; eski sistemde bu nota tizlik-pezlik skalasında 182, 364, 728 Hz olarak ölçülebilir. Uzakdoğu’da matrası Rang sesidir. Bu Samkhya’da Ram mantrasına denk gelir. Rengi sarı’dır. Bu çakra ile dalak, karaciğer, safra kesesi, sinir sistemi, pankreas etki altında bırakılabilir. Bunun yanında pankreas salgısı ile de ilgilidir.
Kalp Çakrası – Anahata: Bu çakra, gövdenin ortasında, kalp dolaylarındadır. Samkhya ve Hermetik öğretilerde, özellikle Pythagoras’ın ses sistemine göre, Göbek Çakrası Güneş yönetimindedir ve sesi Do (C) sesine denk düşer; eski sistemde bu nota tizlik-pezlik skalasında 128, 256, 512 Hz olarak ölçülebilir. Uzakdoğu’da matrası Yang sesidir. Bu Samkhya’da Yam mantrasına denk gelir. Rengi yeşil’dir. Bu çakra doğrudan kalp, ciğerler, kan dolaşımnı etkiler. Bunun yanında timüs bezini ve bu organın salgısını etkilemektedir. Negatif enerji ve üzüntülerin timüs bezinde toplandığı da birçok kültürdeki yas ayinlerinde göğse vurulması şeklinde karşımıza çıkar.
Boğaz Çakrası – Vishuddhi: Bu çakra, boğazın ortasındadır. Samkhya ve Hermetik öğretilerde, özellikle Pythagoras’ın ses sistemine göre, Göbek Çakrası Mars yönetimindedir ve sesi Sol (G) sesine denk düşer; eski sistemde bu nota tizlik-pezlik skalasında 192, 384, 768 Hz olarak ölçülebilir. Uzakdoğu’da matrası Hang sesidir. Bu Samkhya’da Ham mantrasına denk gelir. Rengi mavi’dir. Bu çakranın etkilediği organlar: ense, boğaz, troid ve paratroid bezleridir.
Alın Çakrası – Ajna: Bu çakraya Üçüncü Göz Çakrası da denir ve alnın gerisinde, iki kaşın ortasında, burun kökündedir. Samkhya ve Hermetik öğretilerde, özellikle Pythagoras’ın ses sistemine göre, Alın Çakrası Jüpiter yönetimindedir ve sesi Re (D) sesine denk düşer; eski sistemde bu nota tizlik-pezlik skalasında 144, 288, 576 Hz olarak ölçülebilir. Uzakdoğu’da matrası O-o-o-o sesidir. Bu Samkhya’da Om mantrasına denk gelir. Rengi çivit mavi’dir. Bu çakra’dan etkilenen organlar: gözler, beyin ve hipofiz bezidir
Taç Çakrası – Sahasrana: Bu çakra kafatasının en üst noktasındadır. Samkhya ve Hermetik öğretilerde, özellikle Pythagoras’ın ses sistemine göre, Taç Çakrası Satürn yönetimindedir ve sesi La (A) sesine denk düşer; eski sistemde bu nota tizlik-pezlik skalasında 216, 432, 864 Hz olarak ölçülebilir. Uzakdoğu’da matrası M-m-m-m sesidir. Bu Samkhya’da Ogum Satyam Om mantrasına denk düşer, genelde sessiz meditasyonda açılır. Rengi mor’dur. Bu çakra’dan etkilenen organlar: beyin, sinir sistemi ve epifiz bezidir.


Olumsuz Enerjiden Azade Bir Beslenme | Savaş Çağman

Vegan veya Vejeteryan olmayı genelde hayvan hakları yüzünden benimseyenler olmuştur. Ahimsa, Wu Wei kavramlarını benimsemek eylemsiz-barışçıl bir hayat tarzını benimsemektir sadece. Hayata Saygı son derece önemlidir. Ama şiddetsiz olması gereken Vegan bilincin bir tür ırkçılığa dönüştüğünü de, ne yazık ki görmekteyim. İçindeki şiddet tükenmemiş kişilerin vegan olması ne yazık bir işe yaramamakta.
Beslenme biçimi sizin hayat duruşunuzu, bilincinizi doğrudan belirler. "Ne yersen o'sun" boşuna söylenmiş bir söz değildir. Peki neden gizemciler, mistikler belli yasaklara riayet ederek beslenmektedir? Neden alkol, uyuşturucu, seks gibi şeylerden uzak durmaktadırlar? Bunun nedeni sadece, evrensel kurallarla belirlenmiş bir dizi yiyecek içecekten uzak durulması gereğidir. Evrende Yedi Vibrasyon odağı bulunur, bunlara her kültür başka isimler vermiştir, ben daha kolay bir algı oluşturduğu için Astroloji kökenli olanlarını benimsemekteyim. Bu titreşimler; Güneş, Ay, Merkür, Mars, Venüs, Jüpiter ve Satürn vibrasyonlarıdır. Bu titreşimlerden bazılarının kötücül-bencil, bazılarınınsa iyicil-cömert özellikleri vardır... 
Mars Vibrasyonu, eril cinsellik, kan ile ilgilidir, onun yönetimindeki demir kana kırmızı rengi verendir. Kırmızı zaten doğrudan Mars’a işaret eder. Dünya sub-lunar düzlemde olduğu için, yani tüm evrensel enerjiler ondan süzüldüğü için Ay Vibrasyonu'nun ikircikli ve kötücül şeylere neden olabilen bir yapısı vardır. Satürn, tıpkı Mars'ın iki oktav büyüğü olan Plüton ve Mars gibi kötücül etkilerin ana kaynaklarından biridir. 

MARS YİYECEKLERİ: Alıç, Ananas, Defne, Devedikeni, Fesleğen, Hardal, Isırgan otu (Plüton), Karaturp, Keten, Kişniş otu, Kırmızı Biber, Muz (Güneş), Papatya, Pelin, Sarımsak, Şerbetçi otu, Şakayık, Sinameki, Soğan, Tütün, Yabanturpu, Apsent, her türlü kan dökülerek elde edilen et ürünü, her türlü acı, yumurta, seksüel eylemler Mars yönetimindedir...
AY YİYECEKLERİ: Alıç, Balkabağı, Gelincik, Ihlamur, Suteresi, Hindistancevizi, Lahana, Mısır (Satürn), Papaya, Papatya, Salatalık, Zerdeçal, Badem, Fındık, Ebegümeci, Haşhaş, Nar, Yeşil Biber, Süt ve süt ürünleri, Şeker, Bal, her türlü deniz ürünü Ay yönetimindedir...
SATÜRN YİYECEKLERİ: Alıç (Mars ve Ay), Arpa, Ayva, Beyaz Pancar, Çavdar, Çemen otu, Demirhindi, Dulavratotu (Venüs), Gelincik (Ay), Karakafes, Karaman Kimyonu, Keklik üzümü, Kenevir (Neptün), Keten (Jüpiter ve Mars), Mısır, Muşmula, Muz, Sinameki, Soğan (Mars ve Ay), Şahtere, bütün uyuşturucu ve sarhoş eden şeyler Satürn yönetimindedir... 

Yukarıda adı sayılan yiyecekler, eylemler birçok spiritüel çalışmada yasaklanmış veya tüketilmeleri en aza indirilmiştir. Vegan beslenme, ruhsal çalışmalarda onu seçenlere avantajlar sağlamaktadır, özellikle de ruh barışı, iç huzuru konusunda kötücül titreşimlerden azade olması yüzündendir bu.


Bir Sabah Virti | Savaş Çağman

"Onun, ona takılan isimlere ihtiyacı yok. O'na yönelmeye aşk deseler ya, demezler, çünkü hınçtan bir din yontmuşlar, tapınaklar kurmuşlar! Kusura bakmayın, cennet için iki takla atamam, cehenneminizde konaklayamam, Yürek Kabe'sine hacıyım ben, onu uzaklarda arayamam..."
Bilmiyor; kaşının bir teli kıvrıldığında ona bin rekat kıldığımı, bilmiyor meleklerin kanıtı olduğunun, bilmiyor öpüş zannettiğinin dualar olduğunu, bilmiyor onu giyindiğimi, bu aşkı din eylediğimi bilmiyor... Bilmiyor Rab buna günah demez tahtın basamaklarına buyur ettiğimde. Bilmiyor kusuru yok bu aşkın, bilmiyor çamurda pırıldayan elmasın suyla pür-ü pak olduğunu. O heves zannediyor, sadece haz zannediyor, bilmiyor bunun apaçık ibadet olduğunu. Cancağızım, benim mükemmelim, tomurcuğun sırrıyla pırıldayan, bir tanecik yıldız, bilmiyor teninde Kudüs'ler kurulduğunu, Puthane'mde put olduğunu, benzersiz olduğunu. Bilmiyor bu aşktan bir inanç biçtiğimi, şayak biçen dilsiz terzi gibi, Yusuf'un kuyusunda yılanın dinlediği dua gibi, en karanlığımda bir kıvılcım olduğunu bilmiyor... Canı sağ olsun... Varsın bilmesin...

Şiddetsizlik | Savaş Çağman

Kısasla öneriyorlar; o bundan, şu şundan fenadır, ki hemen hepsi ayetlerden örnekle buyurdular. Peki neden lafı dolandırıyorsunuz? Şiddet her biçimiyle fena'dır bunu demek bu kadar mı güç? O yüzden; Şiddet dolu, saldırgan bir erkek olma! Pasif-agresif, anaçlık yapacağım derken müdahaleci bir kadın olma! Her yaşında zamana yenilmiş, yaşından yaşlı, döve döve öğreten bir öğretmen olma! Esnek ol yaprak gibi, kolay incin önemsiz, taş olma! Uyumadan uyu, anda bilinçli, planlardan azade ol! Özgür ol, başkasını da özgürleştirerek! Paylaş. Anlamasa bile paylaş! Emek ver, değer ver, değer vermese de! En önemlisi aşık ol insana, hayata, hayat taşıyana, ezgiye, dansa, işine! Yapmak olmak değil, yapmadan ol! Değiş, değişsin, değiştir... Bu şiddetsziliktir, bu Ahimsa'dır...






Yüzdeki Harfler | Savaş Çağman

Hermes Bilgisi'nin yazıldığı Zümrüt Tablette "gökte ne varsa, yerde de o vardır" ifadesini biraz daha ileri götürürsek "gökte ne varsa bedende de o vardır" diyebiliriz. Bedenimizin penceresi yüzümüzdür. Yüz, kendimizi ifademizin en belirdiği yerdir. Hermetik Astroloji'de, Kabala ve diğer ezoterik öğretilerde, Hurufi'ler ve Suriye kaynaklı Tasavvufta Yüz'e çok önem atfedilir. 
Hermetik Astroloji ve Kabala'nın önem verdiği İbrani Harfleri üzerine yorumlarsak; Sağ Göz Merkür Gezegeni ve Bet harfi, Sol Göz Ay ve Gimel harfi, Sağ Kulak Venüs Gezegeni, Daleth harfi, Sol Kulak Jüpiter Gezegeni, Kaf harfi, Sağ Burun Deliği Mars Gezegeni, Peh harfi, Sol Burun Deliği Güneş, Resh harfi, Ağız Satürn Gezegeni ve Tav harfi olarak açıklanır. Bu harflerin hemen hepsine Kabala'da derin anlamlar yüklenmiştir. Örneğin yaradılışın Bet harfiyle başlaması gibi, Taocu'lukta uygulanan sağ göze yoğunlaşan meditasyonu anımsatmakta bana...
Bu ezoterik olarak ne anlama gelir? Görme duyumuz bizi değişime sürükleyen, hatırlamamızı ve öğrenmemizi sağlayan aynı anda yıldırım hızında bir etkilenmeye açık bir duyumuzdur. Ağzımız ve dilimizden çıkan her zaman kötülüğe ve iyiliğe aynı anda çalışır, ağzımız bizim en büyük öğretmenimizdir. Nefes almamız beden ısımızla, kalbimizle dolayısıyla varlığımızla doğrudan ilgilidir. Nefes ısı da demektir... İşitme ile gelenler beğenme ve rahatlama duıygularımızı tetikler. Bir güzelliğin görülmesi kadar ondan bahsedilmesi de, o güzelliğin işitilmesi de son derece etkili olacaktır. Bazı kültürlerde nazar için kulak memesine dokunulması da özellikle negatif enerjiyi hapseden Jüpiter Enerjisi'ni de düşündürmekte bana...
Yüzümüz bedenimizin penceresi, her şey yüzümüzde belirir, yansır, karşılık bulur. Onun bölümlerine Tanrısal olanın harflerinin düştüğünü bilmek, o mürekkebin izlerini sürmek ne hoş bir duygu... İstanbul 04.02.2015 "Savaş Çağman Ses ve Şifa Blog"



Tarot | Savaş Çağman

Spritüel Danışmanlık yaptığım yıllarda Astroloji ve Tarot üstüne çalışmalara girişmiştim. Birçok farklı yol vardı bu bilgide ilerlemek için; Kabala, Hermetik, Taoculuk, Tantra, Samkhya, Eski Mısır Bilgisi, Tasavvuf, Hurufilik ve tabiî ki ŞamanizmYudelove’ı keşfettiğim an, bendeki bu ayrı gibi duran yollar birleşmeye başladı. Eric Steven Yudelove’ın Taoculuk, Kabala ve Şamanizm’i bağlaştıran eşsiz kitapları sayesinde benimde önümde yepyeni ufuklar açılmıştı. Çinli bir bilgenin “Göğün altında bilgelerin yolu birdir” diyordu. Buna benzer şekilde Aziz MartinTüm mistikler aynı dili konuşurlar, çünkü onlar aynı ülkenin sakinleridir,” demesi gibi... Çok doğruymuş. Crowley’den bu yana Batı Simyası, Doğu Bilgeliği ile kucaklaşmaya oldukça hevesli. Bu irfani sistemlerin aynı durumlara başka isim takmak dışında benzer, hatta tıpatıp aynı olduğunu, küçük ayrımlar dışında aynı yollarda yürüdüklerini görmek oldukça ilham vericiydi. Ayrı ayrı çalıştığım Kabala, Hermetik Astroloji, Taocu teknikler, Tasavvuf, Asya ve Amerika Yerel Şamanizm’i ve Tengricilik zihnimde birleştikçe, üzerinde İbrani Harfleri, Astrolojik ve majik işaretler taşıyan Tarot’un da bu bilgi birikimine işaret ettiğini fark ediyordum. 
Spritüel Danışmanlık yaptığım yıllarda, çeşitli okuyucular ve yorumcularla da karşılaştım. Ne yazık şunu söyleyebilirim ki bu kişilerin birçoğu psikolojik tahminleri, gelecek tahmini olarak sunan şarlatanlardı. Bazıları öngörü yeteneklerini bilgiyle birleştiremeyen, bu işin mesleki deformasyonu içinde yıpranan kişilerdi. İstanbul’un sayılı mekânlarından birinde, o mekânın en isimli spritüel danışmanının benden gelip tarot kartlarının anlamlarını soruşunu hiç unutmuyorum...
Tarot Kartları, Türklerin olcay dediği fal çubukları, ok, çeşitli kemikler, harf ya da kutsal kitaplardan bakılan fal, kahve veya çayla oluşan izlerden bakılan fallar ve burada upuzun bir liste yapacağımız kadar çok çeşitli yöntemin temeli aslında aynıdır; rastlantı ve bunu bilgiyle, sezgilerle okumak. 
Danışanın sorularına bu izler, rastlantı ile seçilen cisimler ile bir yanıt aranmaktadır. Astroloji ve Hermetizm’e aslında bir taksonomi, yani bir bilgi düzenlemesi, istatistik olarak bakma eğilimindeyim. Göğün altında her şeyi birleştiren ve tasnif eden Hermetik; yıldız, bitki, hayvan, renk, nota, sayı, burç, takvim günleri, elementler, günler ve birçok başlıkta bu bilgiyi listelerle düzenler. 
Örnek verirsek; Ay, Yengeç Burcu’nu yönetir, bitkisi nilüfer, hayvanı istiridye, evcil hayvanı kedi, sebzesi salatalık, çiçeği şakayık, günü pazartesi, dönemi haziran sonu temmuz başı, madeni gümüş, şekli iki paralel çubuk ve ikililer, sayıları 2, 81, 91, rengi gri ve beyaz, notası Mi, makamı mi minöre denk gelen makamlar şeklinde sıralanabilir... Tarot’ta Ay işareti taşıyan kartlar yukarıda sıralanmış herhangi bir bilgiye kolaylıkla işaret etmektedir.
Bilgiden ürken bir toplum olmayan Eski Türkler’de, Irk Bitig denilen kehanet kitaplarını yorumlayan Kamlar vardı. Onlar, her biri alegorik muhteşem şiirler olan metinleri atılan olcay tahtalarının rastlamsal olarak yan yana gelişine göre kitaptaki ilgili bölümü yorumlamaktaydı. Irk Bitig’lerdeki şiir halindeki simgesel bilgi Tarot’ta resimsel bir halde bulunmaktadır. 
Tarot Falı diye bir şey aslında yoktur; bunun adı Tarot Okuması’dır. Çünkü Tarot bir kehanet sanatından çok bir yorumlama sanatıdır. Tarot okumaları yerine kendimi daha çok Tarot Eğitimi ve bunun hakkında yazılar yazmaya yönelttiğim şu sıralarda birçok öğrencim de oldu, olmaya devam ediyor. Onların öncelikle akıllarını açmaya çalışıyorum. Enerji Çalışması, Ruhsal Danışmanlık veya Hayat Koçluğu pespayeliği altında Kadim Bilgi’lerin Amerikan tarzı bir seminere dönüştürülmesini esefle izliyoruz. Kundalini bilmeyen ve bunu çalışmamış Enerji Terapistlerine, Astroloji’den anlamayan Psişik Astroloji Danışmanlarına, iki kurda Reiki Master olduğunu iddia edenlere rastlıyoruz.
Sıkı sıkı Tarot’dan korkulması gerektiği bir öğrencime defahatla tekrar edilmiş. Henüz bu konuya yeni başlayan öğrencim oldukça demotive ve bu konudan çekinir halde bana geldi. Gematria, Esmalar, Virtler, Mantralar, Enerji ile çalışmanın tehlikesi ne kadarsa bunun tehlikesi de o kadardır. Tabiî ki ateşe elimizi uzatmadan eldiven giyeriz, ama “eldiven o da ne ki?” diyen kişilerden ne yardım alabilirsiniz. Öğrencimle sohbetimin bir yerinde aklıma yer eden bir tespitte bulundu “Diyetisyene gidip bir rejim listesi alırken, diyetisyenimin çok kilolu olduğunu görünce ne hissedersiniz? Aynını hissettim...
Bilginin bu kadar küçümsendiği, cahil cesaretinin yüceltildiği bir ülkede bunlara şaşırmak abes bence... Şaşırmakla zaman kaybetmek yerine kendi bahçemize bakalım, onu ekelim, güzel tohumlar yetiştirelim.
Dediğim gibi Tarot Falı değil Tarot Okuması vardır; Mısır’da köle olan Yahudi’lerin Exudos sırasında başka diyarlara götürdükleri o Ezoterik Bilgi’nin hemen tüm işaretlerini taşır. Evren modeli Hayat Ağacının ve Olam denilen evrenlerin simgeleri de onda mevcuttur. Tarot zamanla, fizyonomiyle, burçlarla, zamanla, sağlıkla ilgili ipuçları taşır.  Danışanlarımın bana hayretle “Nasıl bildin?” dediğinde verdiğim yanıtı burada yineleyebilirim; “Ben sadece okudum”… Umarım Tarot bu şekilde anlaşılır, uygulanır ve ilham olur…  



Olmak Mı? Sahip Olmak Mı? | Savaş Çağman

Sahip Olmak nasıl da çirkin bir fiil aslında; ondan o kadar çok çekiyoruz ki, hem dilbilgisel olarak, hem ruhsal olarak. Sahip olmaya odaklıyız, tamam da, göremiyor muyuz? Oysa Olmak ne güzel bir fiil... Muhterem, yaşını başını almış, hayat tecrübesi dolu bir hanım "Sahip olduklarımın tadını çıkarmayı öğrendim. Sahip olmadıklarımın acısına ayıracak zamanım yok, hayat çok kısa" buyurmuş. Onca yaşına rağmen sadece bu hazza odaklı yorumu mu geliştirebilmiş, ve bu da birileri tarafından bilgelik sanılmış, ne acı... 
Acının kaynağını sahip olmak ya da olamamakta arayan bu Hazcı anlayış, hayatın kısa her şeyi yap demesi ne büyük yanılgı. Limitli olan şeyler limitsizce yapılacak şeylerin bahanesi mi olsun? Bu mu bilgeliğimiz? Öncelikle hayatımız kısa değil, birçok hayatımız oldu ve olacak, hayat olması kadar bir limite, süreye sahip; kısa veya gelip geçici olma durumu sadece şu hayatımızın algısının bize söylediği. Yalan Dünya derler ya bu coğrafyada, kaderci düşüncenin sonucu sanki bu yalanlama... Şu dünya yansımaların dünyası, ama yalan değil gerçek, hayatımız gibi... Dünya'yı ve Hayat'ı ölüm yüzünden aşağılamamalı, çünkü hayat her biçiminde, her formunda, her şekliyle kutsal...
Sahip olamadıklarınız da Birlik içinde paylaştıklarımız aslında... Sahip Olmak yerine Olmak fiiline odaklanın. Çünkü varsınız, bu Evren'in küçük alem planı olarak, varsınız... Varız ve her şeyiz, ve eğer her şey isek sahip olmayı neden önemsiyoruz? Sahip Olmak fiili yüzünden Olmak fiilini unutuyoruz. Olmak içinde acı barındırmaz; Oldum, Oluyorum, Olacağım... Ama Sahip Olmak hep acıya gebedir, içinde hep kaybetme korkusu ve ego vardır; sahiptim, sahibim, sahip olacağım...
Hazcılığa odaklanan hiçbir yaşamın boşa harcamaktan öte bir vasfını görmedim bu yaşıma dek... Olmak durumunda Bir'le bütün olan her hayatın ise nasıl kutsal olduğunu görelim... Gören gözlerimize şükredelim...


25 Haziran 2016 Cumartesi

Sessiz Bir Dua | Savaş Çağman

"Baruh Ata Adonay, Eloenu Meleh Aolam pokeah ivrim(׃םירוע חקופ םלועה ךלמ וניהלא הוהי התא ךורב) der Birkot Aşahar'dan biri olan Eloay Neşama'nın bir bölümünde ("Birkot Aşahar: Sabah Beraha’sı, yani Yahudiler’de bir sabah duasıdır). Bu ara en çok bu dua ile haşır neşir oluyorum sanırım; körleşmekten, birinin bana karşı körleşmesinden korkarak, çekinerek... 
Kutsalsın ey Rab’ımız, Evrenin Kralı, körlerin görmesini sağlayan,” içimde yer ediyor anlamı. Ne çok yanlış hesap yapan, karşılaştığım, kaybettiğini kazandığını algılamayan körelmiş kişi geldi geçti hayatımdan. Duanın “Adonay” denilerek seslendirildiği kısım onun söylenmeyen ismi YHVH’den ibarettir. Bu İbranice יהוה olarak yazılır. Dört okunmaz harften oluşan bir gizil/gizli isim, evrenin dört yaratımı. Üst üste dizdiğimizde bu harfleri, Rab’ın insanı kendi suretinden yarattığına kanıt bir şekil oluşur. 
O yüzden evren kalpte birleşen tüm elementlerin görünüşünde Aşk’tır. O yüzden Aşk en kutsalımız. Ama aşka ten giydirenlere yol boyunca bunu anlatmamız güç olmuştur hep. Aşk ten giymez, Ruh'a bürünür, kılıktan kılığa girse de o biricik ve tek'tir. İnsana olan aşkımız tenin ötesinde olsun, ki biliniz İnsan Rab’ın sureti ve bu evrenin aynasıdır...
Yol boyunca kaybettiklerimiz oldu, aslında kaydetmedik onlar yürek tahtımızda oturur, tüm kerubiler, tüm melekler korusun onları. Kalbinizi şefkatle yıkayın, o kırmızı mermerden tapınağa kinin, öfkenin sarmaşığı tırmanmasın, nefretin siyah çiçeği açmasın orada... Umut işte, her sabah beraha’sında tekrar ettiğim; “Kutsalsın ey Rab’ımız, Evrenin Kralı, körlerin görmesini sağlayan,” açsın uykusundan o hüzünlü gözlerini, kaybettiği bir şey olmadığını anlasın...




23 Haziran 2016 Perşembe

Maniheistler’de Günlük İbadet | Savaş Çağman

Maniheizm, 10ncu yüzyılda Uygur Hanlığı tarafından kitlesel olarak kabul edilmiş bir eski Türk dini. Kurucusu Mani’ni eşsiz hayatı, ayrıca bir okuma yapmaya ve bu konunun meraklıları için bir kez daha sunulmaya değer. Ama nasıl bir ibadetleri var bunun için küçük bir yazı yayımlamak istedim. Maniheist Kilise’nin ilk kez çağdaş Türkçe’de yapılmış çevirisi... 

Standart Dua Zamanları / Merkez Maniheist Tapınağında Uygulandığı şekilde;
İlk Dua: Güneş'e bakarak, Güneş doğarken yapılır.
İkinci Dua: Güneş'e bakarak, sabah saat 09:00'dan önce, sabah yemeğinden sonra yapılır.
Üçüncü Dua: Güneş'e bakarak, saat 09:00'da yapılır.
Dördüncü Dua: Güneş'e bakarak, 12:00'de yapılır. 
Beşinci Dua: Güneş'e bakarak, 15:00'de yapılır. 
Altıncı Dua: Güneş battıktan sonra Ay'a bakarak yapılır.
Yedinci Dua: Ay’a bakarak, güneş battıktan sonra üç saat sonra, saat 21:00 veya 22:00 civarında yapılır. 

Suyla Hazırlık: 
Yalnız bu amaç için tahsis edilmiş bir hazne kullanarak, akan su ile eller, kollar ve yüzünüzü yıkayın, gece gündüz Güneş ve Ay karşı karşıya ayakta olarak duayı yapınız.
1 Defa Ayakta: 
Her gün, inancımızın bize buyurduğu gibi, Rab’a dualarımızı yönlendirdik, Azamet’in Pederi’ne, Güneş ve Ay’ın yönüne, Kutsallığın Ruhu’nu överiz biz, Yaşayan Ruh’u, ve onun Beş Oğlu’nu, tüm Buda’ları, bütün özenimizle ve samimi kalbimizle. Güneş ve Ay bizim yolumuzdur, kapısına doğru yürüdüğümüz varoluşlar dünyasındaki Işığın Krallığının.
1 Defa Secde Ederek:
Abba d'Rabbuta için. Sana hamd olsun, Cennet’in Kralı, Azamet’in Babası, Kutsal Barış ile oğullarının ve kızlarının besleyen, sen kutlu olan, Evrenin Kralı. Amin.
İmma d'Khaya için. Sana hamd olsun, ey Kutsallığın Ruhu, Gerçeğin Annesi, Kutsal Gerçek ile oğullarının ve kızlarının besleyen, sen kutlu olan, Büyük Avutucu. Amin.
Rukha Khaya için. Sana hamd olsun, ey Yaşayan Ruh, Kutsal Öğretin ile oğullarının ve kızlarının besleyen Işığın Oğlu, sen kutlu olan, Işığın Kaynağı. Amin.
Mar Mani için. Sana hamd olsun, Ey kutlu olan Işığın biriciği, Mani, ışığın kaynağından ve hayatın dalından olan, bizim avutan rehberimiz, sen şifa getiren güçlü bir ağaca benzersin. Sen kutlu olan, Kutsal Peygamber. Amin.
Kutsal Budalar için. Sizlere hamd olsun, ey siz biricik Aydınlanmış Olanlar, bu karanlık dünyada adanmışları denge ve anlayışla besleyen Merhametli Varlıklar, amin ve amin...


Copyright 2012, 2013 United Manichaean Assembly.
http://manichaean.org/ 

21 Haziran 2016 Salı

Sese Harf Giydiren Kutsal Adamlar | Savaş Çağman

Alfabe genelde sesin cisme bürünmesidir; derler ya söz uçar yazı kalır. Eski bir Çin Atasözü "En silik mürekkeple yazıyı en berrak hafızaya tercih ederim" der. Yazı bizim kültürel hafızamızdır. Hatta yazı kimliğimizdir. Kendine has yazı kültürü olan halklar başka diller, yazı sistemleri ve dolayısıyla kültürlerinin istilası altında kalmaz. Bir dil başka bir dilin yazı sistemi ile rapt edilmeye başladığı an, ister istemez o dilin ses yapısı, sözcük dağarcığıyla temasa geçer. Bu da, o dilin yavaş yavaş dönüşmesine zemin sağlar.  
Yazımda, bir halk için alfabe keşfeden üç kişiden bahsedeceğim; Mezrop Maştots, Kril, ve Methodius. Dördünün de ortak paydası İncil’in doğru okunması ve başka bir alfabe ile kolayca yazılamayacak dillerin yazıya geçirilmesi olarak özetlenebilir. Yazı sistemlerinin kâşiflerini genelde bilmiyoruz. Ama bazısı halkı tarafından büyük rahmetle anılan böyle alfabe mucitleri de mevcut... 
Ermeniler kütlesel olarak Hıristiyanlığa geçen ilk halktır. Buna rağmen, tarihleri gereği Yunan veya Pehlevi yazısı ile günlük dillerini yazmış, dini metinlerde ise Arami-Süryani kaynakları kullanmıştır. Gregoryen-Lusovoriçyan Kilise örgütü, Monofizit Hıristiyanlık görüşünde örgütlenen, Havarilerden Georgius’a ithafen kendine Gregoryen demeyi ihmal etmeyen bir Doğu Ortodoks Hıristiyanlığı'dır. Mesrop Maştots,  361 yılında günümüzde Muş olan, Tarihi Ermenistan’ın Taron bölgesinde bulunan Hatsekats’ta dünyaya geldi. Ermeni kilisesine kabulü sırasında dillere olan ilgisi ile dikkat çekti. Ailesi soyluydu. Ermenice yanında, Farsça ve Yunanca’da da yetkinleşti, daha sonra da Aramice ve Süryanice öğrendi. Bir süre günümüzde Dağlık Karabağ olan Artskah Bölgesindeki Amaras Manastırı'nda kaldı. Daha sonra İstanbul’a çağrıldı. Bu dönemde Bizans İmparatoru Theodosius himayesinde İstanbul, Urfa, Atina, Antakya, İskenderiye olmak üzere birçok yolculuk yaptı, buralarda çok önemli öğrenciler yetiştirdi. 
405 yılı Mesrop ve Katoğikos olan Sahak Partev tarafından geliştirilmeye başlandı. Ama asıl mucidinin Mesrop olduğu bilinir. Ama Mesrop Maştots sadece soldan sağa yazılan Ermeni Alfabesini keşfetmemiştir. Hem Gürcü hem de Dağıstan’da kurulan Ortodoks Kilise için, Udi dilini kaleme almak amaçlı Kafkas-Albania alfabesini keşfetmişti. Genelde Mesrop Maştots, sadece Gürcü ve Ermeni alfabelerinin mucidi sanılır. Oysa günümüzde hiç üyesi kalmamış ve unutulmuş olan Dağıstan Hıristiyanları için de Albania alfabesini keşfetmişti.

9ncu yüzyıl Glagolitik Yazı örneği 

Kril ve Methodius, iki Bizanslı kardeş ve rahipti. İkisi de, Bizans’a Thessalonica yani Selanik’de dünyaya geldi. Kril özellikle Arapça ve İbranice üzerine uzmanlaştı ve Ortadoğu’da görevlendirildi. Daha sonra iki kardeş Slavların Hıristiyanlaştırılması görevi ile Moravia, bugünkü Çek Cumhuriyeti bölgesine gönderildi. İlk önce Kril ve kardeşi Methodius tarafından 860’larda Glagolitik alfabe Selanik’te geliştirildi. Amaçları Selanik dolaylarında olan Slavlar arasında yaygınlık kazanmasını sağlamaktı, bu alfabe sadece Hırvat’lar tarafından 12nci yüzyıldan 19ncu yüzyıla dek kullanıldı. Ustav olarak bilinen ilk erken Slav Yazısı da Yunan harfleri ve Glagolitik alfabeden yararlanılarak Kril tarafından geliştirildi. Günümüzde Rusça, Makedonca, Sırpça, Bulgarca, Ukrayna Dili, Beyaz Rusça yanında bazı Rus Federasyonuna bağlı Ural-Altay dillerinin bazıları ve Moğolca halen bu alfabeyle yazılıyor...  

16 Haziran 2016 Perşembe

Gerektiği Kadar | Savaş Çağman

İyiyim, iyiyim... Sadece gerektiği gibi yas tutuyorum. Bazısı balık gibiymiş öyle der Kaf Dağlılar, çok sıkarsan içe çöker sıkmazsan elinden kaçar. Kaçan balık büyük olurmuş, orası kesin... Eve yürürken, kişisel tarihimin açık hava müzesinden geçiyorum sanki; hah şurası yürüdüğümüz yer, ah şurada buluşmuştuk... İsimler, kişiler, ahlar vahlar... 
Bu gün sırtım çok ağrıdı. Yürürken gücümü, karnımı arkasında topladım, kendimi bir gayret tay tay durarak yukarı doğru çektim. Ağrıyla yürümek için yeni bir şey keşfettim. Yok yok iyiyim ben... Gerektiğince üzülüyorum. Tıpkı ağrıyla yürümek için yollar bulduğum gibi... Vietnam yemekleri öğreniyorum, az Fransızca okuyorum, debeleniyorum işte, kendimi oyalıyorum... Oysa aslı'm, astar'ım, yeni suretler çıkarmaya, aslı gibidir belgeleri düzenlemeye takatim yok... Bilirsin yaşamaya bile üşenirim bazen, yok yok merak etme iyiyim ben, gerektiği gibi yaşıyorum... Güne gün katıyorum, sevgiye sevgi, yüzümü hep uyusam da ışığa dönüyorum...


12 Haziran 2016 Pazar

Ah Ki Ne Ah! | Savaş Çağman

Tasavvuf için "Yüzlerce yıldır Anadolu'yu zehirlemiş ve yer edinmiş Putperest bir öğretidir" demişler... Çerağ olayım o puthane'de, o puthane'nin mihrabının harcında toz olayım, o puthane'nin kandiline ışık olayım, o putların taşında silme yağı olayım, o puthane'ye o put'lara tapmaya gidenin ayağının turabı olayım... Sizden olacağıma bin kere kafir olayım, sizin cennetinizin taliplisi olmak yerine, cehennemin en dibine varayım, bin kere bid'at içinde olayım, mürted olayım, şirk'in de şirk'inde olayım, bir sizden olmayayım yeter, bir sizden olmayayım... Bir mushafı Put etmişler, başkasını putperest sayanlar... Ah! Ah ki ne ah!






10 Haziran 2016 Cuma

İnsanlıktan Çıkmak | Savaş Çağman

Şu birkaç günün anımsattıklarına not düşesim var... Arkadaşım soruyor "insanlıktan çıkmak bu kadar kolay mı?" Ne yazık o kadar kolay. İki gün önce çalıştığım kafe'ye tombulca genç bir kız geldi, yanındaki erkek arkadaşıydı sandım. Buyur ettim. Gözlerini benden ayırmayıp hınçla bakıyordu. Hava bunaltıcıydı ve su ister misiniz, birşey ikram edeyim mi? diye sordum. Hayatımın en kaba hayırını aldım.
Mahatma GandhiHaricanlar diyelim onlar Hari'nin çocukları dediği Hindistan'ın en alt, ve en fakir sınıfı Parya'ların tuvaletlerini temizlermiş. İsa, On İki Havarisi'nin ayaklarını yıkamış son akşam yemeğinde, hem de onlardan birinin ihanet edeceğini açıklar açıklamaz. Eğilmek, saygı ve hürmet göstermek Onur'dandır. Hizmette olmak işe yaramaktır. Hayatta olduğunuzu böyle hissedersiniz, en azından ben öyle hissediyorum... Defahatla erdemliyim ve iyiyim demek en büyük kibir, o yüzden sadece umarım iyi olmaya gayretim devam eder, Rab şaşırtmaz diyorum kendi kendime... 
Genç irisi kızın kim olduğunu işverenim gelince anlıyorum; ben onun yerine işe alınmışım. Ha şimdi anlaşıldı diyorum garezin derin sisinden ona bakarken. Bu geçici, birkaç günlük işin İşvereni yabancı, onunla İngilizce konuşmak zorundayım. Kız bana bakarak erkek arkadaşına duyacağım tonda konuşuyor "Ben o hazırlık sınıfını biraz ciddiye alsaydım keşke, bak birileri dersini çok iyi çalışmış..."
O gün, bu sabah tacizi olmadan Oda Kule'nin geçidinden hızla yürüyordum. İki tinerci... Üstümde bozuk param yok, ben de simidimi paylaştım. Utanıyorum bunu yaşamaktan ve bunu anlatmaktan. Paylaşacak çok şeyimiz olsa, utanmasak paylaşsak ya... O kadar kolay mı? Ama paylaşacak çok şeyi olanlar belki de paylaşamaz. Ki çok örneğini gördüm. Belki de insanlıktan çıkmak böyle başlar. Her iftarda çitlerin arkasında yemek yiyenleri izleyen Suriyeli aç çocukları görüyorum... Büyük konuşmayayım belki benim de çok olsa, ben de paylaşmam... Belki de normali odur... Tıkınıp umursamamak...
Evet insanlıktan çıkmak çok kolay. Mesela zihninizi değiştiren, zihninizi yıllar boyu oyan bir uyuşturucuya bağımlıysanız. Ben narkotiklerden bahsetmiyorum sadece size; para kazanma köşe dönme hırsı, dindarlık, bir ideolojiye körü körüne inanmak, alkol, narkotikler ve bir sürüsü... Aslında karıncayı incitmicek bir tanıdığım var, sınır bölgeleri IŞİD tarafından vurulurken Kürtler ölsün ya... yazısını paylaşmıştı Facebook'ta. Bazısı da, Ermeniler zaten hak etti yani diyen kişiler... Alman'a, ona buna kızacak birini bulup öz eleştiri yapmayı unutanlar.
Evet insanlıktan çıkmak çok kolay... O kadar kolay ki biri için tuttuğum yasla ilgili eşek şakası yapmak bile cool olmak sanılıyor... Evet uyuşmamak zor, insan kalmak zor, insanlıktan çıkmak ise çok kolay... Günün kalanında da, Andrea Miglio'nun liderliğinde çalışan bir grup bilim adamının NASA'nın Kepler Misyonu verileri ile Samanyolu'nun M4 Yıldız Kümesi'nin şarkı söylediğini keşfetmesini izliyorum, bu hallerimize bakıp nedir şimdi bu derken...






9 Haziran 2016 Perşembe

Virane | Savaş Çağman

Kestirme diye her sabah o viranenin sokağından geçiyorum. Sıvası kazınmış içi boş, boşaltılmış. Tarlabaşı, İstiklal ve Sıraselviler, üç kız evladı Beyoğlu'nun, anaları tahtlarını yapmış ama bahtlarını yapamamış. Sıraselviler zengine gelin giderken, İstiklal önceden zengin sonradan düşküne varmış. Tarlabaşı, ah zavallı, kimlere peşkeş çekilip ne bahtsız bir hayat yaşamış. 
Onun bahtında böyle av hayvanı gibi derisi yüzülüp içi boşaltılıp tahnitlenmek de varmış. Dedim ya her sabah sokağı ikiye bölen o viraneden geçiyorum. Sokağında Suriye'li çocuklar oyun oynuyor, bazen Kırmançi, çokça Arapça, hatta Hintçe bile duyuyorsunuz. İspanyol Erasmus öğrencileri, Hollandaca ve daha bir sürü dil daha. Ve her gördüğünde 13 buçuk yap dedikleri o siyahiler. Emin olun o sokak sizi 13 buçuk manyağı yapar.
Kafamda bir sürü düşünce geçiyorum o sokağı; nerelerin viran olduğu, ne pahasına hayatların harcandığını anımsayarak. Nasıl devam edebiliyoruz bu duvara dokuna dokuna, bu duvarla nasıl yaşıyoruz? Her gün bu duvara toslayıp nasıl dayanıyoruz? Bu ülkenin şehir şebeke suyuna ne katıyorlar? 
Viranenin yanından devam ederken, bir emlak bürosunun siyah kopkoyu odasında duvara yaslanmış bir konsol piyano görüyorum her sabah. Acaba akordu var mı? Belki de içinde tel bile yoktur, duvara dekor diye dayanmıştır. Dekor bir hayat biçiliyor bize. Bu kurgunun içinde nasıl gerçek kalabiliriz? Gerçeklik ne ki sahiden?
Viraneleri hor görmem Fuzuli'den dolayı, o der ki ne hazineler saklıdır o viranelerde... Biz bu yıkıntının, bu metruk'un, bu tekinsiz'in gölgesinde yürekle, azimle, kökleriyle, yapraklarıyla o duvara tutuna tutuna yeşeren sarmaşıklar, siz ne güzelsiniz biliyor musunuz?
Hala bir aç görünce utanıyorsunuz biliyorum, susuz bir sokak köpeği canınızı yakıyor, haksızlığa tahammülünüz yok, hala bazı şarkılarda gözleriniz doluyor, açan çiçekler sizi gülümsetiyor, bir bebeğin kokusu huzur sizin için, ekmeğin kabuğu, sabahın ilk çayının tadı... Size az diyenler, sizden de az... Bir gün viranelerde beyaz nergizlerimiz olacak, belki bu hayatta değil, belki başka bir hayatta, belki sadece düşlerimizde... O kadar güzelsiniz ki! Bütün bu viranenin içinde yürürken, beni dolduran bu aslanazğı aşk, bu deli yeşil aşk, bu zulme benzetilen ama en değerlimiz hayat, tüm o yolu yürütüyor... 
Aşkı ten mi sandınız, aşk göğü bilmeyen balığın kanadı, aşk içine ışık saklayan okyanusun dibi, aşk rehberiniz, bakın elinizi sıkmak için elini size uzatıyor. İstemezseniz acıtamazlar ki sizi, fethedemezler, yıkamazlar, sizden alamazlar o güzelliği, o ufacık narin kırılgan sarmaşıklarız biz, o kadar ufacığız ki fırtınanın bile gözünden kaçanlarız... Bir kerecik düşünün bunu... O tumturaklı lafları, o ben kayasının mağrurluğunu bir yana bırakıp... Umuda ihtiyacımız yok, bizde umuttan fazlası var çünkü...




  

7 Haziran 2016 Salı

Göçmen Kuşlara Mektubum | Savaş Çağman

Uzun süre ya da kısa, kimi gelip geçen, kimi kalıcı olduğunu iddia eden, göç yollarının sürülerinde kanat çırpan, ya da her mevsime inat tek uçan, siz göç yollarınızda yalnız bir ağaç olduğumu hiç görmediniz. Benim sürüm olmadı, yekpare bir mavilik altında, bir kayaya kök verdim, kıpırdamadan yapayalnız bekledim.  
Dallarımda dinlendiniz, tamam teşekkür. Ama sizi sevdiğim gibi sevmediniz... Çünkü ben sizin kanatlarınızı sevdim, köklerime inat. Sevincinizi sevdim hüznüme inat. Sizi sevdim, hep tüm yürekle kaderime inat. Gelip geçeceğinizi bilip de sevdim... Sevdim, sevmekten başka bir şey bilmeyerek... Hatta size rağmen sizi sevdim...
Ben söğüt değilim, ne de meşe kadar heybetli, zeytin gibi bereketli, ben acı iğ biçimli meyveli isimsiz, yalnız bir ağacım. Benim meyvem tatlı olmadı hiç, çiçeğim güzel olmadı, kabuğum kolay kurudu, hasreti baharın hep beni can elimden vurdu... Ne sabrı bildim, ne beklemeyi, delikanlıdan gençtim, ihtiyardan eski...
Hiçbiriniz sormadı nedir yaprağımdaki kımıltı? Nedir umudum, Nedir mevsimim? Kuruyor muyum? Açıyor muyum? Hiçbirinizin haberi olmadı. Sadece yol üstünde dinlenecek bir dal oldum, oyunu bozmadan. 
Siz mükemmel olun kanatları alacalı güzel sevgililer. Ben her teleği uğur için saklamadım, kaderimin tekrarına kanıt topladım. Tepe başı bir yalın bir ağaç oldum, gecem rüyama düşman, bildiğim kadarıyla, dilim döndüğünce fısıldadım en afilsinden elveda'yı. 
Şimdi son birkez filizim yeşilken açacağım... Dallarımda kim konaklarsa konaklasın şikayetsiz, göç yollarına bakıp yaprak sallayacağım. İğ biçimli buruk meyvelerim, solgun çiçeklerim var; belki hiç sevilesi değilim. Ah çocuk ah mesele bu değil ki? Kökleri ile kara bir taşa tutunan bu umut beni yeşerten... Ne filizim artık, ne büyüdüm, sadece rüzgarda bir tohumum...


Dokunduğum Herkes Uzaklara Gider | Savaş Çağman

Bazı şehirleri, kalbim gibi yıktılar. Enkazında bir çift nergiz olmasın diye küle boğdular. Bazı şehirlerin sokakları artık umutlarım gibi bomboş. Issızlaştığım yerde hangi şarkıyı mırıldanayım? Çok değil daha bir yıl önce bambaşka biriyken, ben başka'yken, dallarımda tomurcuklar vardı. Oysa olan olmuş. Şimdiyse içimde kara kış, haykırışlar, dudağımda bir çölün suskunluğu...
Üzülmeyeceğim bu defa dedim. Bu defa başka olacak, oysa başıma gelen aynı... Bazı şehirleri uzak kılmışlar sevdiğim sevilesi aşıklar için, dilbilgisinin içinden en kolay fiili çeksem; kaybetmek geniş zamanda. Ama bilin ki bu defa, yenilemeyecek kadar kaybetmişim. Orta yaşın sakinliğinden midir neden bu kadar sakinim? Enkazımda kurumuş eğreltiotları var, oysa ben hep harabelerime saray isimleri takmadım mı? Hep kendime söylediğim bir yalanım olmadı mı? Hep kendi kendimin kalpazanı olmadım mı? Neden şimdi bu gerçekçilik merakı? Yine masallar uydurabilirim, peki direnmek için bir nedenim var mı? Yaşayabilirim. Ölebilirim. Beklemekten başka ne çarem var? Peki bekleyebilir miyim?
Dokunduğum herkes uzaklara gider. Hep öyle oldu. Belki de alışmak lazım buna... Peki neden hala şaşırıyorum? Oynadığım her kumarı kaybetmedim mi? Peki neden hala aşkta kazanamıyorum? I-ıh acımıyor, ama eski vefasız bir dost gibi aynı sızı, hesaplanmadan çıkageliyor... İnsan derler ki alışıyor, yalan, alışılmıyor, alışılmıyor...

4 Haziran 2016 Cumartesi

Yeraltın'da Logos'un Yitimi | Savaş Çağman

1990'lar Ankara ve İstanbul'da birçok rock grubunun yeşerdiği oldukça bereketli yıllardı. İstanbul'da Atlas Pasajı, Narmanlı Han merkezli hardcore-punk, progressive ve psycodelic rock ortamının benzeri Ankara'da Konur Sokak'tı. Birçok grup kuruldu, birçok konser verildi. Bir toprakaltı masalı içinde debelendik durduk. O göz kamaştırıcı çeşitlilik içinde Trash Metal'den Speed'e, Hardcore'den Ska Punk'a birçok türde grup vardı. O dönemde de beste yapılıyordu... en önemlisi gerçekten söz üretiliyordu...
Rock, Pop'tan azade bir duruş taşımalı, içi boş bir poz değil. Post-Modern dünyanın sözden anlamdan sıyrılası da bence bir estetik ama, duruş ve dünyaya bakış açısı yerine 2010'lardan bu yana İstanbul ve Ankara toprakaltı sahnesinde sadece sadece anlamsız bir gösteri mevcut. O yüzden artık konserlere gidesim yok. Sahnede Cumhuriyet'in 90 yıllık kostümlü provasının yansıması, anlamsızlaşmış Batıcıl-Amerikancıl -mış gibi yapma hali ile, ergenliği muhafaza eden, neden, niye sorularından bağımsız "intikam!, öl!" gibi çığlıklar atan tatlı su brütalliği dışında, sadece her izleyişte "sen de mi Brütüs" dedirten bir içi boş gösteri var.
Müzikal yeterliliği fevkalede olan bu grupların, şarkı sözü ve dünyaya bakış, felsefe konusunda sınıfta kalışı, Rock'un kitleleri değiştirme gücünü devre dışı bırakıyor... Ne yazık...