27 Haziran 2018 Çarşamba

Şalvar Meselesi │Savaş Çağman

İzmir'deyim yine... Arkadaşı beklerken, sedirde Bülent Arel'in mektuplarının da olduğu kitabı okuyor, onun balkonundan posterdeki Meral Akşener'in kocaman gözleri ile karşılaşıyorum, biri balkonuna dev gibi posterini asmış. Meral Akşener, şu "Ermeni dölü" lafının mucidi trans birey... İzmir'e gidip gelişlerim beni hep zaman tüneline sokuyor. Kendimi hep 1988 yılında, doksanların başında buluyorum. Niye mi? Onu da anlatacağım...
Seçim olmadan bir hafta önceki o umutla kımıldanmalardan birinde İzmir, gözleri bir başka mahmur, niyetleri bir başka çağdaş herkesin. Ama çağdaş olmak askılı bluz giymek, laçkalık sınırına varan o özgürlük tanımı ile sığ bir yanılsama sadece. Kaporta boyasının epridiği yerlerde alenen alttaki boya görülüyor, İlhan Mimaroğlu snopluğu ile söyleyelim "poor people's poor music"
İzmir, tapınaksı bir anlamda pırıldar dillerde. Malum düşman oradan denize dökülmüş, İzmir'in dağlarındaki açan çiçek arasında bir paradoksta yuvarlanıp duruyor hemen herkes... Ve bir makas almak istiyorum o paradoksun yanaklarından. Körfezdeki dalgalara bakakalmışken kolunda Yunan Harfli dövmeleri ile birileri geçiyor. Başımı İzmir Yangınının başladığı eski Ermeni Mahallesine dönüyorum (şimdiki Fuar alanı), arkada Laşon Lisanında göz kırpıyor Karataş
Dedim ya bir zaman tüneli, 1990'ların başındaki hissimi 48 yaşımda bana yine yaşatıyor, bu Rahşan Ecevit kılıklı teyzeler, emekli astsubaya benzeyen amcalar, saçını kırmızı yapınca batılı olan abiler... 1990'larda sokakta herkesin laf attığı yırtık pantolonlu, uzun saçlı bir Punk idim, şimdiyse rahat diye şile bezi şalvar giyen ve sakal uzatan bir Punk eskisiyim. İzmir'de hemen her yerde, sokakta, dolmuşta, durakta, İZBAN'da, hatta güya cool ve hip mekan Cinatı denilen o barda bile aynı bakışlarla karşılaşıyorum. Bu nasıl bir nefrettir. Önce baştan aşağı süzüp sonra o tükürükle insan öldürülse, bir tükürükte bana savurmaya niyetli o bakışlar... Ah o bakışlar... Ne tatlış bir ırkçılık bu? Bu şehirde aşka mülteci olasım var, sırf çileyi sevmişlikten.
Sonra iki tek atmaya arkadaşla Cinatı'na giriyoruz, barda saçları kırmızı bir şarkıcı çocuk cover söylüyor. İngilizcesi olmadığı için, veya sırf tembellikten tüm şarkı sözleri ya geveliyor ya atmasyon sallama söylüyor. İşte o haller, senin hallerin İzmir... Her yer İzmir olsun yazmışsınız ya afişlerde! Her yer aşkla, anlayışla, evrensel kültürle yıkansın da ey İzmirliler asla ama asla bir yer İzmir olmasın, çünkü bu dünyada yeterince ayrımcılık, ırkçılık ve ön yargı var...  

12 Haziran 2018 Salı

Roksan │Savaş Çağman

DTCF Farabi Salonunda, bir konserde art arda çıkan gruplarımız vardı, yıl 1994 olmalı. Suna Suner ile karşılaşamam böyledir. Sonrası uzun yıllar ortak müzik ve sahne projeleri, performanslar tasarladık. Birlikte Broadway, Gospel, Blues ve Jazz şarkıları söylediğimiz o dönemlerde Meredith Monk, Laurie Anderson, Diamanda Galas gibi vokalin deneysel alanlara dokunduğu ilhamlar eşliğinde, on iki ton, modal ve dizisel doğaçlama fikirleri geliştirdik. Aynı dönemde beni Absürt Tiyatro sevgim ile, onun ve benim tarafımdan icra edilene; Nasıl Çalışır Şu Menhus Cihaz, Beyoğlu'nda Aşk Çıkmazı, Ayyar AvutmasıRoksan, Tıngır Kanto ve Fra Mauro gibi işler kaleme aldım. Bunlardan Roksan, Suna Suner tarafından icra edilsin diye yazılmıştı. Bir süre önce, Suna Suner tarafından seslendirildi. 2019-2020 döneminde bu oyunu Türkiye ve Avusturya'da sahnelemeyi dört gözle bekliyoruz.

10 Haziran 2018 Pazar

Ramones T-Shirt'ü │Savaş Çağman

Niye oldu, hangi firma yaptı? Bilmiyorum. Ama Kadıköy'de ne zaman turlasam, bir şeye yetişmeye çalışsam hep aynı şey gözüme çarpıyor; Ramones T-Shirt'ü. her seferinde derin bir soluk, derin bir hüzün beni alıyor. Onları siz "Pet Cemetery" film müziği ile tanımış olabilirsiniz ben "Beat on the Brat" ile tanıdım, hoş o t-shirt'ü giyenlerin onlardan haberi bile yok ya neyse...
Yıl 1988, Hacettepe Üniversitesi Beytepe Kampüsü, Feycan denilen kantin, sabahın körü, herkes kahvaltı peşinde. Daracık siyah tişörtlü, kabarık kıvırcık saçları uzun ve gözlerini örten, Mısa kantine giriyor. Üstünde Ramones t-shirt'ü var. Sıkı punk'ım ve bu da kim? Soruyorum, The Guts grubunun davulcusu diyorlar, çığlık atıyorum "Ne! Hacettepe'de bir punk grubu mu var?"
Benim bir Ramones t-shirtüm olsun diye öyle çabalıyorum ki. Kendim Blitzkrieg Bob diye bir tane yapıyorum, Konur sokaktaki derici-metalci ağır abiler, "sen mi yaptın?" diyor, evet'i duyunca da alayla "belli oluyor" diyorlar. Benim hala bir Ramones t-shirt'üm yok. Ben o zaman burnuma küpe takıyor, şakkaklarımı kazıyıp saçlarımı kına ile kızıla boyuyor, Doğu Alman parkamın arkasına BOK yazıyor, postal giyip, pembe yırtık pantolon, Kim Wilde t-shirt'ü ile herkesi sinir edip, Mayakovski'nin veya Rimbaud'un şiir kahramlarına özeniyordum. Ha, bunu da yarısı Nurcu, yarısı Ülkücü olan Keçiören'de yapıyordum... Tek derdim ben olabilmekti, ben kalabilmekti tek isteğim...
Sonra birisi İngiltere'de son turnelerinde Ramones'i yakaladı ve bana bir t-shirt değil bir sweat-shirt aldı, arkasında en hüzünlü şey yazıyordu Adios Amigos! Ben resmen buna ağladım biliyor musunuz?Asla onları sahnede izleyemeyeceğim mevzusuna ağladım. Parçalanana dek giydim, giyilmez hale gelince de çekmecemde sakladım o t-shirt'ü bazen dokunabilmek için. Ramones benim için bu... Neredeyse kutsalım... Ramones t-shirt'ü de böyle bir şey. Çok hip çok cool ya Punk eskisi olmak, hayatta kıyısından geçmeyenler soyunup bu t-shirt'ü giyiyor, çünkü giyinmek kolay, oynamak kolay, yaşanmışlık ise önemsiz onlar için... Ramones t-shirt'ü, şimdi herkesin sırtında, sıfır bilgi ve sıfır emek ile, kapitalizmin bir cilvesi olarak... 

22 Nisan 2018 Pazar

Hermetik Astroloji Ne İşe Yarar? | Savaş Çağman

Aslında Hermetik birçok alana yayılır, onun ilk temel çalışması Astroloji alanıdır. Üstadım Papus, on sekizinci yüzyılda sistemleştirdiği Hermetik Astroloji, günlük hayatımıza fazlasıyla girmiş olan Astrolojiden bazı küçük nüanslarla ayrılır. Öncelikle, Astroloji’de doğum haritamızda yer alan ışıkları (gezegenleri) ve onların transitleri, diğer ışıklarla yaptıkları açılara, hangi evlerde olduğuna bakar ve kişilik tahminleri, eğilimleri ve diğer yanıtları buluruz. Oysa Hermetik Astroloji’de ana doğum haritasındaki gezegenlerin açılarından yola çıkarak bir gölge doğum haritası çıkarırız. Her evdeki 30º İbrani Alfabesindeki bir harfe 1,33 oranında denk gelerek, o bölgedeki enerjiyi açıklar. Bunlara ben plağımızın takıldığı yer diyorum. Mesela ikinci evdeki 1º ile 3º’de yer alan bir ışık burada Aleph harfine denk gelecek, bizim para konusundaki gereksiz cesaretimizi, geçmiş hayat karmasından getirilen yükü (tikkun) anlatacaktır. Peki, bu bizim ne işimize yarar? Neden hep aynı şeyi yaşıyorum sorusuna yanıt verir, sonra da yapılacak iade çalışması ile bu tekrarlanan döngünün önüne geçmek olasılığını oluşturur. Kişilerin gölge doğum haritalarını çalışmak onlar için inanılmaz bir aydınlanma, farkında olma sürecini de başlatacaktır.  

    

11 Nisan 2018 Çarşamba

Prakriti, Yoga ve Karma | Savaş Çağman

     Öğretiler sayılmakla bitirmez ama hemen her öğreti daha çok durum esaret durumunu bize tarif eder. Bunu yaparken de Prakriti kavramı karşımıza çıkar; yani Madde/Maddesellik, bir bakıma Cisim olma durumu. Prakriti aynı anda Patanjali’nin belirttiği gibi bütün içsel nesnelerin arkasında, ilk neden olarak da tanımlanır. Yoga Sutra’nın 39’ncu bölümünde “Bütün içsel nesnelerin arkasında, ilk neden, yani Prakriti vardır” denir. O, asıl ve ayrımsız, bölünmemiş, farklılaşmamış olan madde cevheridir, her olguyu dünya perdesinde yansıtan enerjidir. İşte aslında bir spor gibi yapılsa da Yoga, içe dönerek bu başlangıçtaki ön-madde, var oluşun özünü analiz etmek ve içte bulmayı amaç eder. Böylelikle var olma yanılsamasının yarattığı etkileri analizi etmek ve ondan kurtulmanın çözülmesini yaşamaktadır çözüm bulmak için de teknikler bulunmuştur Yoga.
     Her şeyden önce çözülme sürecinin dinamiğine gönderilir ve kurtuluşun ele geçirilmesi için pratik teknikleri ya da sadece varoluşum tekniklerini açıklar Yoga. Bhagavad Gitā gibi kutsal yazıtların bazılarında, “bön ve cahil insanlar sayılan bilgiden (sânk-hya) ve içe yöneltilmiş konsantrasyon pratiğinden (Yoga)” söz eder, sanki onlar iki ayrı şeymiş gibi, ama aslında ayrı değildirler. Sayılan Bilginin (sânk-hya) taraftarı oldukları durumu pratiği uygulayarak ulaşır ki başka bir ifadeyle şöyle söyleyebiliriz iki sistem birbirini tamamlar ve aynı hedefe doğru götürür. Bu iki sistemden ilki;
1-    Dünya ve hayat ikiye bölünmüş ve hayat monad’ları (Purusha) ve cansız maddeye (Prakriti) dayanır.
2-    Madde (Prakriti) basit ve birleştirilmemiş olsa da, yine de birbirinin içinden çıkmıştır, belirgin olarak ayrılabilen üç ayrı görünümde tezahür eder. Bunlara Guna’lar denilir.
3-    Madde (Prakriti) ile birleşen her bir hayat monad’ı (Purusha) sonu gelmeyen ruhgöçü'nün (Samsara) devir daimine maruz kalır.

     İşte tüm bunlar nedensellik ve eylemlerim sonucu (Karma) olarak da karşımıza çıkar. Birçok ezoterik düşünce ekolü bu çemberden kurtulmanın pratiğine değişik birçok ad vermiştir; Moksha, Samadhi, Fenafillah, Nirvana.
     Kişi her düşüncesinin arkasında muhakkak Prakriti’yi bulur, ama Prakriti nihai sonuç değildir. asıl gerçek onun ötesindedir, ve onunla birleşme amaçlanır. Dört çeşit Samadhi açıklanır, bu birleşmeyi anlatmak için. O durumlardan biri ise Prakriti ile birleşmeden geçendir. Bunun için şöyle bir öykü aktarılır;
     Öğrenci, Öğreticiye gelip Rab’ı düşünmek istediğini ne yapması gerektiğini sorar. Öğretici ona bazı teknikler verir. Bir süre sonra Öğrenci tekrar gelerek ne yaparsa yapsın tüm düşünesinin ağırındaki boğaya kaydığını, orada kilitlendiğini söyler. Öğretici bunun için devamlı boğayı düşünerek yoğunlaşmasını öğütler. Bir süre sonra öğrenci ziyarete gelir ama bir türlü kapıdan girmemektedir. O zaman Öğretici bunun nedenini sorar. Öğrenci; “Maalesef boynuzlarım kapıdan geçemeyecek kadar büyük” der. Öğretmen “Muhteşem! Konsantre olduğun şey (Prakriti) ile özdeşleştin. Şimdi bu konsantrasyonu Rab’e yönelt. Artık kolayca başaracaksın” der. Yani madde/cisim (Prakriti) kaçınılması gereken bir şeyden bir araca da dönüşebilir, kişinin Karma döngüsünden çıkışını sağlayabilir.


7 Mart 2018 Çarşamba

Eleştiride Az Gelişmişliğin Emareleri | Savaş Çağman

Modern Eleştiri kavramı, Fransızca critiquer fiil kökünden geliştirilmiş bir kavram olarak karşımıza çıkar. Kelimenin geldiği Eski Yunanca krítikos, krinein yargılamak anlamına gelmektedir. Bizim dilimize Arapça’dan geçen Tenkit ise şiddetle iğneleme, gagalama, söz dokundurma gibi anlamlara gelir. Yani Ortadoğu coğrafyasında bir şey yerin dibine geçirilmeden veya göklere çıkarılmadan eleştirilemez. Ülkemdeyse, eleştiri sanat, müzik ve her alanda üç ilkel söylem üzerine inşa edilmiştir.
Bir; “ben bu takımdanım abi!” demek. Yani bir konuda ben Handel’ciyim, ya da ben Cézanne’cıyım, diyerek taraf tutar gibi “benim babam senin babanı döver” ergenlik öncesi tavırla sanata, müziğe bakmak. Ben Handel’ciyim ne demektir? Handel mi satıyorsun? Bazı şeyleri alınıp satılacak duruma indirgediğiniz doğrudur, evet. Ama bu tavır içerdiği şiddet, alt metnindeki taraf olma mantığı ile bize sanat eleştirisinde hiçbir şey demez.
İki; “ay bu aynı şu!” yani bir şeyi bir şeye benzetme sevdası. Ki bu sevda mahalledeki meraklı teyzelerde de olan “aynı halamın oğlu” yaklaşımında da karşımıza çıkar. Bir şeyi anlamaya çabalarken sadece benzeşlik esasından yola çıkan bir yaklaşım. Bir şeyin tanımını yaparken muhakkak önceli ile yola çıkmak. Örneğin bana müzik hayatım boyunca, mesela Selda Bağcan tarafından önerilen “Turkish Buddha”, Ekşisözlük’ün müthiş saptaması “Eğitimli Ciguli” gibi yakıştırmalar, beni cuk diye tanımlamıştır mesela. Bundan mustarip tek kişi de ben değilim, herkes bol bol nasibini alıyor.
Üç; “Türkiye şubesi” benzetmesi. Türkiye’den aslında pek de özgün sanat ürünü çıkamamasının sebebini çok iyi açıklayan şu atıf kültürü. Nedir Atıf Kültürü? Bir tür aşağılık kompleksidir. Burada bir şeyi açıklamak için muhakkak bir yurtdışı örnekle övülmesi gerekir. Dişi Tom Waits, Pink Floyd’un Türkiye Şubesi, Türkiye’nin Bob Dylon’u ve bunun gibi zırvalar. Bu kişiler o kadar yoktur ki, bilinç altında oluşturmak ve meşrulaştırmak için yabancı bir kişinin adına eklenmeleri gerekir.
Ömrüm vefa eder de bir gün şu üç hastalık olmayan yazılmış bir sanat eleştirisine rastlarım. Hoş dil bilmeyenlerin çoğunluk olduğu bu ortamda, kendi müzik veya sanat tarihi fantezisine kapılarak yazmaya çizmeye devam eden bir sürü kişi, atıf yaparak, halasının oğluna benzeterek, futbol takımı tutar gibi sanat akımı benimseyerek yola devam edecek, biz de yetmez ama evet demeye devam edeceğiz salya sümük…


2 Şubat 2018 Cuma

Limonluk | Savaş Çağman

Bu kadar masalsa her şey o zaman sadece masalla anlatabilirim ki öyle yapacağım. Yorgunluğumu anlattığımda, veya küskünlüğümü, bana “Neden o kadar şaşkınsın ki?” dedi. Şaşkındım, arkada artık bir yıkıntıya dönmüş Limonluk, öylece duruyordu. Camları bir bir kırılmıştı. Bana tam da orayı işaret ederek “aslında büyük bir iddiadır limonluk kurmak, olmayacak toprakta, imkânsız iklimde yetiştirmeye çalışırsın, inat edersen tutturursun da,” dedi yorgunca, öksürüğü gülme gibiydi ya da gülmesi öksürük. Sonra ben de limonluğa baktım, itirazı olanlar camları kırdıkça, bu iklim fantezisi de son bulmuştu. Virandı Limonluk. “Şimdi neden şaşırıyoruz olanlara? Her şey iklimine geri döndü, kıraçlığında son buldu. Eskiden de kıraçtı, siz Limonluk gerçek mi sandınız? O sadece bir fanteziydi. O zaman kıraça bakın, sert iklime bakın, gerçeği görün, Limonluk hiç var olmadı, sadece bir süreliğine baharı oraya hapsetti, siz de bunu sonsuza dek sürecek sandınız,” dedi, elindeki çakılla bir vitrayı ıska geçerken…