25 Eylül 2016 Pazar

Spritüel Çalışma Nedir? | Savaş Çağman

Hayat Ağacı’nın kutsal imgesi altında çiçek açan Kabala Bilgisi, sadece Yahudi Halkı’na verilen (ezoterik) gizli bir bilgi olmaktan çıktığı son iki yüzyılda birçok insana, tıpkı bana olduğu gibi esin vermiştir. Kabala Bilgisi’nin, Melek Raziel’in Adem’den sakındığı kitabında yazılmış olduğunu kabul etsek de, Yahudilerin Eski Mısır sürgününde öğrendiklerini, ve Neolitik Çağ’dan bile eski zamanlardan ve belki de daha da öncesinden arınarak gelen Şaman Bilgisi’nden de izler taşıdığını görebiliriz. Bu izlere ustam ve gönül rehberim Yudelove da işaret etmektedir. İster Antropolojik ister Hermetik, ister Ezoterik çözümlemeleri ve onların yorumlarını seçelim, Kabala tıpkı diğer Spiritüel Ekoller gibi, insan bedenine ve var oluşuna dair ilginç tümceler kurmaya devam etmektedir.
Aynı Wu Şamanizmi, Taoizm, Tengricilik, Samkhya ve Hermetik Felsefe’de olduğu gibi, cisim olmayan Tanrı (veya Tanrısal Olan, ya da İlk, Bir, veyahut Hiç) her şeyde görünür olmak ve her şeyi görünür kılmak için bir simge şeklinde karşımıza çıkmak zorundadır; çünkü cisim olan bizler cismani olmayanı bu simgeler olmadan anlayamayız. Soyut Tanrı, et ya da kandan değildir. Hiçlikten kaynaklanır ve cisim olan bizler aynı Patanjali’nin anlattığı gibi onu anlamak için, onu ikame eden bir şekil uydurmak zorunda kalırız. Şeklin şemalin debdebesine kapılanlar gönül hanelerinde putperest olurlar, bu konuda şekil dediğimiz Put’un bir suçu yoktur; ki zaten o Put insan tarafından Bir olanı ikame etmek için yaratılmıştır. Şu an yeryüzünde Tektanrıcı olduğunu savunsa da içi boşalmış bu anlam yüzünden Putperest haline gelmiş olan Din maalesef pek çoktur.
Peki, bu çalışmalarda neden Tanrı imgesi gerekli veya illa gerekli mi? Tanrı veya Birlik yapacağımız çalışmalarda bir geri dönme, bir dayanak, bir Kök noktasıdır. Kök noktalar, imajine etmemiz, tekrar programlamamız, yeniden başlatmamız için gerekli olan noktalardır. Kök Noktaları duygusal tabanlardır. İade etme, silme veya yeniden programlama çalışmalarında ritüel olarak tekrar etme ve odaklanma için bu imgeleri kullanırız. Tanrı sadece bir ikame sözcüğüdür, anlattığı her şeyin Bir olduğundan başkası değildir.
Yeni Binyıl hokus pokusçularının bu çalışmalarda es geçtiği de işte budur; o yüzden Yoga, Batı’da bir spora ve esneme bilimine dönüşmüştür. O yüzden Kabala çalışmaları maddi dünyada ün, para şöhret kazanma sihrine, öbür ismiyle Secret’a kaynaklık etmiştir. Çünkü ritüel unutulmuştur. Ritüel çok ama çok önemlidir. Çünkü binlerce sene aynı şekilde aynı zamanda, hiç değiştirilmeden yapılagelendir; bu yüzden siz buna katılınca bir bütünlüğe katılır ve bütün olursunuz. Doğu’nun Bilgeliğinin veyahut Şamanizm’in sertifika programları ile bilmem kaç bin lira ödeyerek öğrenileceğine inanmıyorum. Ritüele katılmamış, pratik etmemiş, deneyimlememiş Yaşam Koçları’nın kendilerine bile faydası olmayan kayıp insanlar olduklarını, danışanlarının da yolda kaybolmasına neden olduğunu düşünüyorum.
Ritüel bize harfi harfine uygulanması gereken, o kültürün doneleri ile karşımıza çıkar. Samkhya Sanskritçe, Tao Klasik Çince, Kabala İbranice ile tınlar. Töreni o lisanla telaffuz etmek binlerce yıl yapıldığı şekilde yapmak, binlerce yıldır dua edilen bir tapınağın aura’sının gücü gibi bizi o spiritüel enerjiye dâhil eder. Bu bizi bütünle tanıştırır. Çalışmanın malzemesi olan orijinal dildeki metinlerin anadilde anlamlarını içselleştirmek de lazımdır, yoksa yapılan çalışma içi boş bir putperestliğe dönüşür.
Peki, aslında sorularımızın yanıtı nerede? Yanıtların delili ne? Her gün yüz yüze geldiğim ve şükrettiğim tüm bu görünenler âlemi, benin için Delil’dir. O delile bakarak ortak bir kavram kullanmak adına Allah, Tanrı veya Rab demeyi tercih ederim, ama her defasında kalbimde onun bir cisim olmadığını anımsayarak. Kelimenin gerçek anlamı, başkasının zihninde canlandırdığı anlam yüzünden aşınmaz. Her duamı “rehberliğini ve öğretmenliğini bizden esirgeme” diye bitirdiğim için onun isimlerinden öğretmen anlamına gelen İbranice ve Aramice, Rab kelimesini tercih ediyorum, belki de bu hayatta en çok onun öğretmenliğine ve yol arkadaşlığına ihtiyacım olduğu için.   
Peki, tüm bu çalışmalar ne işe yarar? Kutsal Vahiy’in ki ben bu vahyin Hallac-ı Mansur’un yüreği, haberci Melek Cebrail olarak kabul etmesindeki gibi, yürekten yüreğe olarak kabul ederim, İnsan’a ulaştığı ve ona esin verdiği en eski çağlardan bu yana Rab ile Kişioğlu arasında bir aktin varlığından söz edilebilir. Akit, insanın bu hayatta varlığını onurlandırır, ona boşu boşuna olmadığını anlatır. Rab ile Kişioğlu arasındaki sözleşme, bizim bütün içindeki var oluşumuzu, işe yaramamızı, mutluluğumuzun altını çizer; ki hayat bir akıştır, değişimler nehridir ve biz spiritüel çalışmalar ile bu değişimler nehrini izlemeyi, paniklemeden, zarar vermeden, kötü karma yaratmadan, şefkatle ve aşkla yaşamayı öğreniriz. Akit organiktir ve yaşamımızda doğum anımızdan itibaren yıldızların gökteki izleri ile kendini gösterir. Bu akit’e şükretmek önemlidir ve bu onurlandırma gerçekleştiğinde, aslında ifa edilenler Rab’a değil, kılan kişiye yararı olan bir dizi çalışmadan ibarettir. Bu çalışmalar, törensel ayinlerden ibadetlere, meditasyon’dan dua’ya dek birçok şekle bürünerek karşımıza çıkar. Hiçbirine Rab’ın ihtiyacı yoktur, ama bu çalışmalara bizim ihtiyacımız vardır; ki buralardan ruhsal ve bedensel sağlığımızı tesis ederiz. 
Spiritüel Çalışmalar’ın özü anlamaya, Kök’e yöneliktir. Size bir unvan, rütbe vermez, omzunuza apolet takmaz. Ki bu çalışmalarda yükselmek, aslında alçalmak, yerle yeksan olmak ve bütünlüğe ulaşmaktır. Derece almış mistiklerin gurura kapılanları tabi ki olur. Onların yolunda kaybolmak da mümkündür. Uyanık kalmak, ilk kurtarıcın da kendi yüreklerimizin sesi olduğunu anlamak hayatımıza özlediğimiz en büyük şifa olarak bizlere geri döner. 

10 Eylül 2016 Cumartesi

Kostümlü Prova | Savaş Çağman

Derler ki insanlar kötü değildir, eylemleri kötüdür. Ki o kötü eylemler yapıla yapıla kemikleşir, söylem haline gelir, öyle gelir öyle gider bakmışsınız o şekliyle kendine yer bulur. Kötülükten usandınız mı? Ben de usandım. Ama neden tükenmiyor hepimiz usandıysak?
Şimdi bu sıkı ya da daha afili tabirle cool soruyu, son müzik yazıma çeşni edeceğim. Evet, Türkçe kaleme aldığım son müzik ve sanat yazısı. Neden son bu dilde? Çünkü zaten son çok önceleri geldi, sadece bizler hala doğruyu söylemek için çabalıyorduk. Bazen dostlar insan doğruyu söyleyip karşısında kör bir budalalık, sığ bir bilgi ve yeteneksiz bir kin görmekten usanır. Ülkem tarihi içinde Batı'nın silik bir fotokopisi olamadan öteye geçip, bunu yazmak büyük hicap ama yazılmalı, Dünya'nın ortak kültürüne çalma çırpma değil de özgün bir şeyler katabilseydi, zaten ne bunları konuşuyor olurduk, ne de yazardık...
"Ayol rüyalarımı bile İngilizce görüyorum, o yüzden İngilizce yazıyorum" demelerle Ortak İnsanlık Kültürü'ne, Dünya Mirası'na bir şey hediye edilemiyor. Batı'nın sizi, Şiş-Kebab ve Turkish Lokum tadında algılamalarına uygun Kamasutra pozisyonu almaktan öteye gidemezsiniz. Hem de o Kamasutra gerdeğine başkasının fallus'u ile soyunuluyorsa.
Neymiş efendiler şu Batı dedikleri? Dönüşmek zorunda bırakılan şey aslında öcü yapıldığı gibi karşımıza dikilmez. Ortak İnsanlık Mirası Yunan-Roma estetiğinden başlar, Fransız Devriminin barikatlarına uzanır, İkinci Dünya Savaşının insanlık dersiyle beslenir, demokrasi ve insan hakları ile yoğrulur. Adı üstünde Ortak İnsanlık Kültürü, yani dünyanın her yerinde aynı olan şey, yani dostlar bizim hiçbir zaman parçası olmadığımız, olamadığımız, katılamadığımız şey...
Biz Cumhuriyet'in az da tutmuş mayası, kusura bakmayın biz bile bunun parçası değiliz. Çünkü kendine laik veya Batı yaşam biçimini benimseniş kesim bile ülkemizdeki cinsel, etnik, diğer yaşayan canlılara ait hakları 1910'un zaman tünelinde kalarak reddetmiş durumda. O kadar vahim ki durum, katılamadıkları o şeyi inanılmaz arzularken, dipboyası gelmiş sahte sarışınların, ait olmadığı sınıfın taklidi ile yaşlanmışların oyununda olduğu gibi, sabah sabah aynada makyaj yaparken veya tıraş olurken sadece kendi travmalarını seyredenler olmaktan öteye gidemezler. Ki bu büyük sonu gelmez kostümlü prova ile yaşar giderler. Böyle kuşaklar geldi geçti.
Bunun üstüne 1980 ile birlikte Sağ, sadece kendi zenginini yaratırken onların zengin çocukları bu kostümlü provaya toprak altı gruplar kurarak, müzik yapmaya soyunarak katılıyor. Biliyor musunuz müziğe hafife alanların çağı artık yaşadığımız çağ. Bu mülkte kaygısız, ama sınıfının görgüsüzlüğüne Batı'lı süsü verenler, artık facebook kahramanları olarak ona buna sataşmaya, kimin ne konuda müzik yazısı yazması, fikir beyan etmesi gerektiğine kadar hadlerini aşmış durumdalar. Hepsinin ağzında bir "bu müzik değil" demeler var...
Eğer varoşluğu, pespayeliği, müzikal beceriksizliği, o kötü pastij anlayışları ile müzik komedisi yapanları alkışlamıyorsanız haliniz harap. Bandıra bandıra ile büyüyenler Janis Joplin ezber ettiğini savunsa da, aslında aslını inkar fotokopiyi ne yazık ki değerli kılmıyor. Kasabalığın ekşi kokusunu Dior ile ustaca kamufle eden bu güce tapıcılar, sadece plastik bir kitsch tapınağını, bir kaç ne üdüğü belirsiz dergi ile anlam heyelanları yaratarak başarıyor. 1990'lardan beri yayımlanan ve müzikal karmaşasından bahsettiği şeye kadar sadece bir pespayelik olan şehrin yozlaşmış müziğini bir tür Türkiye'li Blues diye lanse etmeyi, yeni Sosyalist Süper Kahramanlar yaratmak adına uçkurundan başka derdi olmayan kişileri putlaştırmayı, kendi eş dost çevresinden kişileri İdol ve bilirkişi haline getirmeye çalışan ve bunu başarmış, yarattığı felaketin altında iki kuşağın kalmasına neden olan o müzik dergileri....
Ait oldukları dünyayı müzisyenlik olarak adlandıran bu kuru kalabalıktan biri sualime naçizane yanıt verebilir mi? Nota Biliyor musunuz? Dikteniz nasıl? Kontrpuan bilir misiniz? Kompozisyon yapabilir misiniz? Ya orkestra efektleri hakkında ne düşünürsünüz? Levignac falan çalıştınız mı? Bir Hindemith partitürü terennüm edebiliyor musunuz? Hadi sizin faşizminizin kötü bir taklidi olarak demişim var sayın! Siz de kendinize müzisyen mi diyorsunuz?
Aslında bir varoluş haykırışı olan müzik üretmek, illa eğitimle taçlanmasa da olur, ki çok örneği var, amma velakin tabi o taç da pek şıktır. Ama sizin faşizminizi taklit etmek adına soruyorum; Madem müzisyensiniz, gerektiği gibi müzisyen misiniz?.
Yapılan müziğe gelince. Müzikle parodi yapıp uzaya muzaya çıkıp, eskinin solcusu olup bu dünyaya bir değer katamamışları baş tacı edip, şarkı sözü üretemeden, ağlaklığı lirisizm sanarak debelenip duruyorsunuz. Ciddiyet yokken sizinle dalga geçilince küplere biniyorsunuz! O zaman müzikle parodi yapmaktan vazgeçin ve müzik yapın, da dinleyelim, şenlenelim.
Bu kostümlü prova o kadar avam ki, yaptıklarına non-music diyenler, müzik yapmadan non-müzik yapılamayacağının bile gerçeğini ifşa edemiyor. Ki Picasso, soyutlamalarından gayrı inanılmaz ekorje figürler çizebilen bir ressamdı. Avangard ve deneysel yaptığını savunanların öncelikle iki notayı yanyana çalabilmesini beklemek büyük bir hayal mi?
Edebiyat'ta, plastik sanatlar'da ve müzikte bu kostümlü prova'nın avam sızlanışlarından o kadar yoruldum ki! Bu pespaye Özal sonrası zenginlerinin, kaygısız çocuklarının güya sanat havariliğinden, Batı'ya göç edip biat isteyen Psikoposlar'dan, cahil insanların entelleküel müziğe soyunmalarından, kendi kültürünü hokus pokus zannedip epritenlerden, hem Dünya'ya hem kendi mirasına turist olanlardan, kısaca hepsinden yoruldum...
Bir şeyler düzelir iyi niyetimi kaybettim dostlar. Artık dükkan kapama zamanı gelmiştir. Belki de Müslüman mahallesinde salyangoz satmaktan vazgeçip, şerbete şıraya bulaşmadan, Konya'dan Hanya'ya varmak gereken zamanlar geldiği içindir bu. Yukarıda ismi sayılıp dökülenler, hiçbiriniz hakkında bir kelime daha etmeyeceğim, çünkü hayatı boyunca paylaşmaktan ve bilgi çoğaltmaktan başka amacı olmayan bu adam körün gözü, dilsizin sözü ile uğraşmaktan yıldı. Kalan ömrümce hoş bir seda ile uğraşmaya devam edeceğim, artık işim gücüm olmayacak o boş bir seda ile...