9 Haziran 2016 Perşembe

Virane | Savaş Çağman

Kestirme diye her sabah o viranenin sokağından geçiyorum. Sıvası kazınmış içi boş, boşaltılmış. Tarlabaşı, İstiklal ve Sıraselviler, üç kız evladı Beyoğlu'nun, anaları tahtlarını yapmış ama bahtlarını yapamamış. Sıraselviler zengine gelin giderken, İstiklal önceden zengin sonradan düşküne varmış. Tarlabaşı, ah zavallı, kimlere peşkeş çekilip ne bahtsız bir hayat yaşamış. 
Onun bahtında böyle av hayvanı gibi derisi yüzülüp içi boşaltılıp tahnitlenmek de varmış. Dedim ya her sabah sokağı ikiye bölen o viraneden geçiyorum. Sokağında Suriye'li çocuklar oyun oynuyor, bazen Kırmançi, çokça Arapça, hatta Hintçe bile duyuyorsunuz. İspanyol Erasmus öğrencileri, Hollandaca ve daha bir sürü dil daha. Ve her gördüğünde 13 buçuk yap dedikleri o siyahiler. Emin olun o sokak sizi 13 buçuk manyağı yapar.
Kafamda bir sürü düşünce geçiyorum o sokağı; nerelerin viran olduğu, ne pahasına hayatların harcandığını anımsayarak. Nasıl devam edebiliyoruz bu duvara dokuna dokuna, bu duvarla nasıl yaşıyoruz? Her gün bu duvara toslayıp nasıl dayanıyoruz? Bu ülkenin şehir şebeke suyuna ne katıyorlar? 
Viranenin yanından devam ederken, bir emlak bürosunun siyah kopkoyu odasında duvara yaslanmış bir konsol piyano görüyorum her sabah. Acaba akordu var mı? Belki de içinde tel bile yoktur, duvara dekor diye dayanmıştır. Dekor bir hayat biçiliyor bize. Bu kurgunun içinde nasıl gerçek kalabiliriz? Gerçeklik ne ki sahiden?
Viraneleri hor görmem Fuzuli'den dolayı, o der ki ne hazineler saklıdır o viranelerde... Biz bu yıkıntının, bu metruk'un, bu tekinsiz'in gölgesinde yürekle, azimle, kökleriyle, yapraklarıyla o duvara tutuna tutuna yeşeren sarmaşıklar, siz ne güzelsiniz biliyor musunuz?
Hala bir aç görünce utanıyorsunuz biliyorum, susuz bir sokak köpeği canınızı yakıyor, haksızlığa tahammülünüz yok, hala bazı şarkılarda gözleriniz doluyor, açan çiçekler sizi gülümsetiyor, bir bebeğin kokusu huzur sizin için, ekmeğin kabuğu, sabahın ilk çayının tadı... Size az diyenler, sizden de az... Bir gün viranelerde beyaz nergizlerimiz olacak, belki bu hayatta değil, belki başka bir hayatta, belki sadece düşlerimizde... O kadar güzelsiniz ki! Bütün bu viranenin içinde yürürken, beni dolduran bu aslanazğı aşk, bu deli yeşil aşk, bu zulme benzetilen ama en değerlimiz hayat, tüm o yolu yürütüyor... 
Aşkı ten mi sandınız, aşk göğü bilmeyen balığın kanadı, aşk içine ışık saklayan okyanusun dibi, aşk rehberiniz, bakın elinizi sıkmak için elini size uzatıyor. İstemezseniz acıtamazlar ki sizi, fethedemezler, yıkamazlar, sizden alamazlar o güzelliği, o ufacık narin kırılgan sarmaşıklarız biz, o kadar ufacığız ki fırtınanın bile gözünden kaçanlarız... Bir kerecik düşünün bunu... O tumturaklı lafları, o ben kayasının mağrurluğunu bir yana bırakıp... Umuda ihtiyacımız yok, bizde umuttan fazlası var çünkü...