6 Mart 2008 Perşembe

Türk Halk Müziğinde Sözcüklerin Özgül Ağırlığı (Makale)

Anlatılanı gizlemek aslında, yasaklardan çok halkın, bir bilinmezlik içinde sunulan konulardan haz almasında yatmaktadır. Anlatı parlak ışık altında değil de gölgeler içinde sunulmalıdır der bu beğeni. Çünkü güzellik apaçık değil, şöyle bir kavranabilendir...

Béla Bartók, 1936 yılında Adana’ya yaptığı ziyarette Yörüklerin müziklerini notaya almıştı. Bu çalışmada müziğin yapısı yanında, şarkı sözlerinin söyledikleri, tekrarladıkları üzerinde durdu. Bartók bizzat kendisi bu çalışmasında, “Fikrin Anlatımı Bakımından Güfteler bölümünde şöyle demektedir; bir yabancı bu alanda büyük güçlüklerle karşılaşacak, hatta bu yayındaki çevirilere bakıldığında okuduklarına nasıl bir anlam vereceğini şaşıracaktır”
Bartók, topladığı halk şarkısı örneklerinin çoğunda çok daha soyut olan, kimi zamansa okura simgeci, gerçeküstücü ve daha nice yirminci yüzyıl başı akımına özgü şiiri anımsatan Türk halk güfteleri kaydetmişti. Müzikolog Macar halkının güfte geleneğinde benzer izleri bulduğunu ama buna Slav ya da Balkan müziğinde rastlamadığını belirtir. En uç örneklerinde Türk halk şarkılarında olduğunu da söylemekten geri durmaz.
Ünlü müzikolog, aklını kurcalayan bu soruya yanıt bulmak için, anadili Türkçe olan Adanalı, New York’ta eğitim gören bir kız öğrenciye başvurur. Kız, anlam çapraşıklığının bilinçli olduğunu, hatta Türk halk şiirinde, dizelerde olsun, dörtlüklerde olsun, anlamın değil de, kelimelerin, kafilelerin ve benzeri öğelerin sıralanışı ve tınısından doğan ahenkli etkilerin birinci derecede önem taşıdığını ileri sürer. Bu baştan sağma, öz kültüründen bihaber yorum ünlü müzikologu tatmin etmez. Bartók, şiirlerde tercih edilen bu soyut anlatımın bu kadar basit bir nedenle seçilmediğini sezinler.
Türk halk şiirinde kıtaların çoğu içerik bakımında bağımsızdır ve sonraki kıtaya bağlı değildir. Onların bir öyküyü ele alışı tamamen anıştırma yöntemleriyle açıklanabilir. Anlamın etrafını saran bir sis tabakası gibidir bu anıştırma. Anadolu ağıtlarının birinden şöyle bir alıntı yapalım;

Kırlangıç yapar yuvayı
Çamur sıvayı sıvayı
Ahmet bana yeğen düşer
Babam başından dolayı


Burada kırlangıcın eylemi bağımsız bir anlatı gibidir. Anlamın sadece çerçevesini çizer. Ağıtın geri kalanında ismi söylenen yeğenin işlediği cinayet, akraba arasında yaşananlar yine aynı yöntemle anlatılmaktadır. Kırlangıcın çamurla sıvadığı yuva imgesi böylelikle karşımıza, aile içinde yaşanan çarpıklıkları anlatmaktadır. Bu yöntemle oluşturulan anıştırma Türk halk yazınının en üstün yanıdır. Anlamca ilgisiz bir benzetmeyi dile getirmek, tek kelime üzerinden bir anlam dünyası kurmak başka halk şiir geleneklerinde pek rastlanmayan bir durumdur. Diğer halk şiirlerinde hemen neredeyse bir öykü anlatılır. Bu öyküsellik, Rumeli müziğini dışta bırakırsak, Anadolu Türk Halk müziğinde nadiren karşımıza çıkar. Bartók, eserinde ana içeriği yansıtan bu tarz dizelerde bir doğa tablosu karşısında tasvir yapan bireyin izlerini arar. Bir anın tasvirinin peşine düşer ve buna alışık olmayan batılıların bu dizeleri okuduklarında şaşkınlığa düşeceklerini belirtir.
Anıştırma yöntemi, kullanılan simge tüm toplum tarafından biliniyorsa işler. Çünkü anıştırma bir unsurun bir başka unsurla gizlenerek anlatılmasıdır. Doğu sanatında sıkça karşımıza çıkar anıştırma. Türk halk şiirinde bu yöntemin kullanılmasıyla anıştırma, ortak değerler üzerinden yapılır. Burada kişisel beğeniden çok ortak değerler öne çıkar. Bartók, altını çizerek; başka hiçbir Doğu Avrupa halkında rastlanılmayan bu tür dizeler sadece Türkler ve Macarlarda kullanılıyor... şimdi bu değişlerin Türk lirik halk şiirinde çok daha geniş ölçüde kullanıldığını öğrendikten sonra, söz konusu özelliğin Macarlarca günümüze kadar on beş yüzyıldır yaşatılan Eski Türk mirası olduğuna inandım... der.
Avrupa’da çok sonraları gelişecek olan naturalia non sunt turpia (doğal şeyler ahlaka aykırı değildir) anlayışı aslında hep halk şiirinde karşımıza çıkar. Her halkın açık saçık şarkıları vardır. Türk halk müziğinde bu tarz anlatılar ise aynı anıştırmanın sonucunda belirir. Anlatılanı gizlemek aslında, yasaklardan çok halkın, bir bilinmezlik içinde sunulan konulardan haz almasında yatmaktadır. Anlatı parlak ışık altında değil de gölgeler içinde sunulmalıdır der bu beğeni. Çünkü güzellik apaçık değil, şöyle bir kavranabilendir. Doğunun sanat anlayışında bezemeciliğin önemli olması da sanırım bu güzellik anlayışına atıfta bulunur. Güfte ile ezgi arasında oluşturulan bağ genelde bu belirsizleştirmeyi daha da öne çıkarır.
Bartók, eserinde derleme yaptığı bölge halkının müziğiyle Çeremiş (Mari) ve Macar halk müziklerinde karşılaşılan pentatonik yapının izlerini taşıdığından da bahsetmekte. Böylelikle Fin-Ugur, Altay ve Türk toplulukları arasında var olan dilbilimsel ilişkiler dışında yer alan kültürel bağa da işaret eder. Anadolu Türk halk müziğinde ise karşımıza çok özgün bir karşıtlıkla oluşturulan anlam katmanları da çıkmakta. Bu Bektaşi değişlerindeki sayı gizemi ya da tasavvufi esasların sızdığı halk şiirinde karşılaşacağımız bir olgu. Bir Yunus Emre ilahisinde böyle emr eylemiş Çalap, derdim vardır inilerim denmekte. Şiirin yazıldığı çağ Anadolu’da Moğol istilasının yaşandığı bir yıkım dönemiydi. Burada Tanrı anlamında kullanılan Çalap sözcüğünün Moğolca oluşu çok ilginç. Düşmanının dilinden yaratana yakarmak belki de, tasavvufi görüşün batıya ihraç ettiği Hümanizm’in ilk örneklerinden.
Benzersiz bir anlam-evrene sahip Türk halk şiiri ve ezgileri. Bu evren kaşiflerini bekleye dursun, belki de ne acıdır ki, o Adanalı kızın benzeri birçok kişi öz müziğinin, öz kültürünün değerlerine uzak düşürülmenin umarsızlığını taşımakta. Yaptıkları yorumları, öz kültürünü yok saymak, anlamaya çalışmamakla bezemekte. Eşsiz anlam-evren de uzak ellerden başka kaşiflerin arka bahçesi haline gelmekte ne yazık ki. Özünü eski bir çağın yıkıntısı sananlara Seyranî’nin dizeleriyle seslenelim;

Harâbât ehline hor bakma sakın
Defîne bulunur vîrânelerde...