29 Temmuz 2016 Cuma

Karma Hakkında | Savaş Çağman

Sānkhya Psikolojisi ve Patanjali Yoga tekniği, dini yansımalar olan Jainizm ve Gosāla Öğretisi aslında büyük üstat Heinrich Zimmer’in de belirtiği üzere Hint-Ari göçü öncesi Hindistan’ın yerel halklarına ait bir görüştür. Hemen hemem Budizm çağdaşı olan Jainizm ve Gosāla Öğretisi’nde Karma yağ sürülmüş bir bedene yapışıp kalan tozmuş gibi anlatılır. Bu toz Jiva denilen sonsuz, pür ve saf özü boyar. Karma’nın türleri vardır;

Jnāna-āvarana-karma: Gözden gizleyen karma, bir örtünün örtüğü gibi gerçekle ruh arasını örter
Darshana-āvarana-karma: Doğru algıyı gizleyen karma, bekçinin kapıda beklemesi gibi sizi engeller
Vedanīya-karma: Hoş ve nahoş duygular uyandıran karma, tüm hayat deneyimlerinin acı ve sevinçten oluşmasına neden olan karmadır
Mohanīya-karma: Aldanışlık ve karışıklık yaratan karma, bize sarhoş edici maddelerle gelen karmadır
Āyush-karma: Bireysel yaşamın devamını sağlayan karma, bizi hayata bir iple bağlar gibidir, ömrümüzün süresini biçen karmadır
Nāma-karma: Kişiselliği sürdüren karma, ismimizle gelen karmadır
Gotra-karma: Kişinin içinde doğduğu aileyi belirleyen karma, aileden gelen yükümüzü anlatır
Antāraya-karma: Engeller meydana getiren karma, bu karmanın birçok alt başlığı vardır

Gosāla Öğretisi ve Jainizm genel başlıklarını bu şekilde belirlediği toplam 148 çeşit karma ve bunların sonuçlarından bahseder. Karma’dan kurtulma konusunda bir ayırma ve saflaştırma tekniği benimseyen bu öğretiler karma’nın sebebini durdurmayı amaç edinir. Bu tekniğin ana dayanak noktası da ahimsā yani zarar vermeme prensibi olarak açıklanmaktadır.

19 Temmuz 2016 Salı

Elmas | Savaş Çağman

Anneannem, "Elmas çamura da düşse elmastır" derdi. İşte anımsanması gereken yegane şey'imiz bu... Değerinizi size unutturmaya meyleden bir dönemden geçiyoruz. Anımsayın, elmas elmastır, ne olursa olsun elmas olarak kalacaktır...
Şiddetin en fena aksi öz-ayna'da kalan kiridir. Şiddet övüldükçe büyür, şekillenir. Şiddet, şekli ve yönü ne olursa olsun; sadece eylemde değil, düşüncede de kirleticidir. Öz, yani ruh ve evrenin aynası olansa insan, ki her dem öz-ayna'sının parlak ve saf kılmalı.
Bedeninizde bu kiri muhafaza etmeyin. Şu an, büyük bir duygusal karışıklık içindeyiz, duygularımız bulanık bir suyun halinde, ki bu yüzden sakinlikle durmak gerekiyor. Öncelikle durdurmanız lazım, düşüncelerinizi durdurmanın en iyi yolu Oruç haline girmektir. Oruç bitince, hayatınıza bakın, şefkatle, yargılamadan, suçlamadan. Yeni Bir Hayat için, bir defter edinin. Bu deftere sahip olduğunuz tüm maddi ve manevi varlıkları yazın. Ne çok şeyiniz var, ne çok yükünüz var. Oruç bitince gördünüz, mideniz iki yumruğunuz kadar; doymak aslında ne kolay. Size ait olanla değil, ne sizin parçanız bununla ilgilenin. Korkmayın! Siz kalın! Siz olmak, korkmamak, anımsayın!... Nesnelerle, araçlarla yaşamıyorsunuz siz, siz kalarak yaşıyorsunuz... Mücadele alanımız artık kendimiz olarak kalmak alanı, işimiz çok zor... İçinizdeki elmas hep parıldasın...


15 Temmuz 2016 Cuma

Kara Daire | Savaş Çağman

Çayına iki şeker atıyorum. "Karıştır" diyorum "Hayatın gibi karıştır", gülüyoruz, mecazi gamzesi çocuksu yüzünde derinleşiyor. Sofralar kuruyoruz birbirimize, başka sofralarda buluşuyoruz, bazen kopuyoruz, bazen görüşüyoruz. Anımsa, evin kocaman penceresini açıp topuğunu pencereye dayayıp sigara içerdin. Galata Kulesine iner gibi yapan sokağa bakmaz, martı kanatlarını sayardın gecenin karanlığında. Çok kızardım sana bazen, içlenirdim, sarılmadan uyuduğumuz gecelerde neden diye sorardım? Neden böyle yapıyor? Seni anlamamak bencilliğim imiş meğer, keşke dinlemeyi bilseydim...
İki yaralı hayvan gibi saldırırdık birbirimize, gözlerimiz dolardı, özür dilemeden barışırdık. Kaçınılmazdı ayrıldık, ayrıldıktan sonraki ilk buluşmada, deseler, yemin edebilirdim liseyi onla okudum diye. Derindi aramızdaki, ben bazen uçurum sanırdım, bazen dipsiz bir deniz... Sımsıkı sarıldık, Firuzağa Camii'nin altındaki benim vejeteryanlığıma zıt kebapçıya oturduk. 
Anlamak istiyordu, nedir bu panik diye düşünüyordum. Çok acı çektik dedim, daha zarar vermeyelim birbirimize n'olur? Bazen insan karşısındakinin en kötü noktasını uyandırır. Sonra, şu şekerleri attıktan hemen sonra, sözlerim tükenince, bir onaylama hareketi midir bilmem sol bileğimi öptün. Minnet doluydu öpüş, teslimiyet doluydu, o an anlamamışım... Bilmeden, beni karanlığımdan öptün sen. Senden önce hep ben iyi biriyim derdim kibirle. Sen bana ne kadar kötü biri olabileceğimi de gösterdin. Şu ben iyiyim demelerin nasıl bir kibir olduğunu öğrettin, hem de öğrettiğini bile bilmeden.
Aradan bir yaz geçti, sol bileğime Ayn Sof kadar kara bir dairenin dövmesini yaptırdım; karanlık yanımı ve karanlığımı öpenleri unutmamak için. O kara daire benim canım sağ olsun deme noktam, her hatamda usulca, minnettar, o dövmeyi öpüyorum. Aslında iade edildiğinde ne hata var, ne sevap; olacak olan var en olması gerektiği gibi olmuş. Çayıma iki şeker atıyorum. "Karıştır" diyorum kendi kendime, "Hayatın gibi karıştır", gülümsüyorum... 

13 Temmuz 2016 Çarşamba

Yunus'un Çobanı | Savaş Çağman

"Aman, sen de tutturmuşsun bir Çin, bir Kabala gidiyorsun, yahu yok mu bu ülkenin bilgesi?" diyenler var elbet. Oysa göğün altında Bilge'lerin, Aziz'lerin yolu hep bir, onlar aynı ülkenin evlatları... Ama meraklanan için, gevezeliğimin kanıtı kısa bir hikayem de var doğrusu...
Bu toprakların ismi olan bilgeleri var, bir de isimsizler... Onlardan biri de Yunus'un Çobanı'dır. İlk öğrendiğimde döktüğüm gözyaşı kadar gözyaşı döktüm her anlattığımda; çünkü içindeki feda, erdem ve güzellik çok dokunur bana. 
Yunus Emre, ovalar aşıp, ırmaklar aşıp bir dağ başına vasıl olmuş. Bakmış orada genç bir çoban sürüsünü otlatıyor. Selamlaşmışlar. Çoban, Yunus'un derviş olduğunu, dağ taş gezdiğini, bilge oluğunu sezmiş ki, soruvermiş "Derviş baba, sen bilirsin, ben bu dağ başındayım, cahilim, bir tanecik dua bilirim. Ama isterim ki Rab'ın hoşuna gidecek birkaç tane daha öğreneyim, sen bana öğretir misin?" Yunus meraklanmış; "Bir yol deyi ver, nedir o bildiğin tek dua?" Çoban Yunus'a bakmış, şöyle dua ederim demiş "Allahım, bana o kadar büyük bir beden ver ki, cehenneme bir ben gireyim, kimseler giremesin" Yunus ağlamış, ağlamış, ağlamış. "Ben sana dua öğretemem, sen en güzelini kılmışsın" demiş. 
Cennetin heveslileri ne anlar ki Yunus'un Çobanı'nın dininden... Feda'yı bilmeyen insanı bilebilir mi? Böyle bir Aşk'ın ülkesindeki nefrete bakıp insan nasıl üzülmesin?

Kayadez Mi? Wu Wei Mi? | Savaş Çağman

Savunmak, taraf tutmak, taraf olmak, onlar, biz, gitsin, ülkem, ben... ve daha niceleri; güvende olmayan yeni Azınlık olan bizlerin çığlıkları. Evet Azınlık! Bir acı karma'nın sonucu bir azınlık, mecazi bir azınlık; etnik veya dini değil. Dünya ile bütünleşmiş, seküler, biraz mürekkep yalamış, az dirsek çürütmüş, az duyarlı, okuyan, dinleyen, sorgulayan, hakka hukuka güvenen... Azınlığız! Azınlıksınız!  Ne yazık, ne yaparsanız yapın olanı biteni acizlikle izlemeniz gerekiyor... 
Sefarad Yahudileri, İspanya'dan buraya bir fiil getirdiler; Kayadez... Yahudi İspanyolcası'nda bu fiil susmak, karışmamak, görünür olmamak anlamına gelir. Yaşadıkları kötü tecrübeler, onları etliye sütlüye karışmayan, kendi cemaatleri içine kapanıp soyutlayan bir hale getirmişti. Olanı en az müdahale ile izlemek de Çin Bilgeliği Taoculukta Wu Wei, yani eylemsizlik olarak tanımlanıyor. Kayadez, korku ve kaygının sonucu bir güvencede kalma durumu iken, Wu Wei, izleme gözleme ama katılmama durumu olan bir tür yansızlık. Düşünce olarak size muhakkak taraf olmanız pompalanıyor. Buna direnin. Önce kırmanız gereken zinciriniz bu... Eylemsiz kılındık, bunun şansını kullanın, gücümüz bu olsun... Eylemsizlik su sabrını taşır; bir nehrin kayayı sabırla oyduğu gibi, yılları da alsa sonucuna ulaşır. Kayadez ise sizi sadece var eder, değiştirmez...
Olan biten karşısında acizlik hissi yaşıyoruz, ki bu çok doğal. Çünkü yenildik, çünkü kuşatıldık. Bu acizlik içinde başımıza gelecek en kötü şey insanlığımızı da unutmak. 
Çinliler "Düşmanın senin en büyük öğretmenindir" der. Ama biz bu şansı iyi kullanamıyoruz. Ve en kötüsü zıttımıza benziyoruz gittikçe... Onun gibi sert, hınç dolu, acımasız oluyoruz... İnsanlığımızı unutturmaya çalışıyorlar! Ve biliyor musunuz? Bunu da başarıyorlar! Bu olunca bir kez daha yenileceğiz! Ve insan olmaktan vazgeçtiğiniz an, onlara benzediğiniz an, onlara yenilmeye devam edeceğiz! Biraz bunun üstüne düşünmemiz lazım, geciken kredi kartı ödemeleri, mülteciler, iktidar falan yerine...
Ne yapmalı; her sabah anımsamalı, içimizden tekrar etmeli, bu şuurda olmalı... "Düşmanına benzeme, hınçta değil sevgide kal, bir kerede değil defalarca düşün, haklı olamaya tapma, Yeni Bir Hayat için planla, insan kalmak için elinden geleni yap" ve en önemlisi tavrın konusunda seçimini yap Kayadez mi? Wu Wei mi?

9 Temmuz 2016 Cumartesi

R'leri Söyleyemiyor | Savaş Çağman

Daha birkaç hafta oluyor, Maçka Parkı'ndan çıktım, elimde yoga ped'im vardı. Kestirmeyi kullanıp eskiden Gezi Parkı'na dahil olan ama şimdi binalar arasına sıkışmış bir parktan geçiyorum. Malum sol ayağıma vuran bel ağrısı, biraz dinlenmek için oturuyorum. Yanıma yaklaşıyor, 20-25 yaşında, R'leri söyleyemiyor, Suriyeli. Bana elimdekinin ne olduğunu soruyor. İngilizce anlatıyorum. İngilizcesi fena değil. Bilgisayar oyunlarını seviyormuş, bir de Japon çizgi dizilerini. İngilizcesi çok akıcı değil ama anlatıyor sonuçta derdini. O da bedende bir enerji var biliyorum diyor, karnına bastırarak. Arap ya hani şaşırıyorum, bilmesi tuhafmış gibi. Kendime suç üstleri yapmaya başlıyorum bir bir. Çocukken sol kolu soğuk sağ kolu sıcak diye hocaya bile götürmüşler. Sonra bir çizgi filmde duymuş, araştırmış, yoga falan... R'leri söyleyemiyor, kıvırcık kısa saçlarını düşündüğünde kaşıyor, gülümsüyor. 
Aç mısın? diyorum, oruçluymuş. Taksimde iftar açacakmış, ben de eve yürüyeceğim, benle yürüyor meydana dek. Soruyorum, bir rüyasını anlatıyor. Türkiye'ye üç ay önce gelmiş. Gelmeden Humus'un yerle bir olduğunu görmüş, ona kimse inanmamış. R'leri pek söyleyemiyor, zaten diyor, rüyamı anlattıklarım hayatta değil... 
Sonra vedalaşıyoruz. Eve kalan yolda, gücüm olduğunda yardım etmeye, en azından dertlerini dinlemeye çalıştığım başkaları aklıma geliyor. Biri şimdi Kanada'da Irak'lıydı şimdi hukuk okuyor, biri İranlı'ydı, şimdi New York'ta, diğeri de Suriyeli bir çocuktu arkadaşımın arkadaşı kısa bir sohbette ağabeyim Bulgar sınırını geçelim diye zorluyor, sanırım yürüyeceğiz diyordu, onu sonra hiç görmedim... 
Beyoğlu'nda oturunca komşunuz, sokakta rastladığınız, gittiğiniz kafede garson bir çok Suriyeli var,  temas ediyorsunuz, karşılaşıyorsunuz. Sohbet ediyor musunuz? Ben ediyorum. Anlamak istiyorum. Çünkü insan hep kendini ayrı, hep kendini başka sanıyor ve kolayı seçiyor. Sosyal medyada Suriyeli mülteciler hakkında birçok olumsuz yazı okuyorum ve biliyorum ki hiçbiri onlarla sohbet etmemiş. Ya da yersiz yurtsuz olmak, mülteci olmak nedir hiç düşünmemiş. Anlamak için sormak gerekiyor, siz soruyor musunuz? Ki anlatsınlar!


7 Temmuz 2016 Perşembe

Dionysos’un Gizli İsimleri | Savaş Çağman

Bacchus veya Dionysos, şarabın ve esrimenin tanrısı, Eski Yunan’ın kırlarında ona kaçan çoban eşleriyle, sanki Hinduların Krishna’sını anımsatan kapkara bir gecenin de tanrısı… O bereketin, deliliğin, sarhoşluğun efendisiydi. Yunan Mitolojisinde, ölen ve tekrar dirilen bir tanrıydı; tıpkı diğer mitolojilerdeki Osiris, Tammuz, Baldr, QuetzalcoatlAdonis, Attis gibi… 
Onun birçok lakabı vardı; Acratophorus “sınırsız şarabı sunan”, Adoneus “hükümdar”, Aegobolus “keçi boğazlayan”, Aesymnetes “efendi”, Agrios “vahşi”, İzmir’deki adıyla Briseus “galip gelen”, Bromios “kükreyen”, Chthonios “yer altı sakini”, Dendrites “ağaçlardan gelen”, Dithyrambos “zamanından önce, erken doğurulmuş”, Eleutherios “özgürleştirici”, Endendros “ağacın özünde olan”, Enorches “testisleri olan”, Erikryptos “bütünüyle saklı, gizli”, Iacchus “Iakhe diye seslenen”, Liknites “harmanı savuran”, Lyaeus veya Lyaios “endişeden kurtaran”, Melanaigis “siyah keçi derili”, Morychus “kirlenmiş, pislenmiş”, Oeneus “üzüm ezen”, Pseudanor “sahte kişi” şeklindeydi...
Ona ibadet edilirken kullanılan gizli on altı ismi de şöyledir; ερίβρομον “yüksek sesle kükreyen”, πρωτόγονον διφυή “başlangıçta var olan iki kıvrımlı biçim”, ευαστήρα “Evoah! diyerek haykıran”, τρίγονον “üç defa doğmuş”, άγριον “tarlalarda yaşayan”, άρρητον “gizlenen” κρύφιον “gizemli, esrarengiz”, ερνεσίπεπλον “yeşil yapraklardan elbise giyen”, ευβονλεύ πολύβονλε “Eubouleos’un birçok nasihatı”, άμβροτε δαίμον “doğanın ölümsüz gücü”, δικέρωτα “iki boynuzlu”, δίμορφον κισσόβρυον “sarmaşık ile iki değişik biçimde taçlanmış”, ωμάδιον “çiğ etin efendisi”, εύιον “Evoi diye seslenen”, τανρωπόν “boğa yüzlü olan”, Διός καί Περσεφονείης αρρήτοις λέκτροιοι τεκνωθείς “Persephone ve Tanrı’nın gizli gerdeğinin saklanmış çocuğu”
Dionysos'ın tapkı isimlerinden biri olan άμβροτε δαίμον “doğanın ölümsüz gücü”, yani ambrote demon, kelimesindeki demon doğa ruhları veya güçlerini anlatır. Sonradan bu kelime Erken Hıristiyanlıkta paganların tapındığı doğa güçleri yerine kullanılmış, bu güçlerin hepsi kötü sayıldığı için demon kelimesi bir süre sonra Şeytan kelimesi ile yer değiştirmişti. Dionysos'a yakıştırılan boynuzlu olma, teke derili gibi benzetmeler de Erken Hıristiyan ikonografsinde Şeytan'ın fiziksel özellikleri haline dönüştü. Şarabın kanla ilgisi, kurbanı anımsatmasının kökenlerinde bu var mıdır bilemiyorum ama olumsuzlanan bu ikonografi kötülüğün kişileştirilmesinde bir simge olarak karşımıza çıkar.

6 Temmuz 2016 Çarşamba

Burçların Sınavı | Savaş Çağman

Bazen kader noktaları aynı günler, aynı saatlerde kendini gösterir. Eğer benim gibi günlük tutan, işaretlere inanan kişilerdenseniz açıklanmaz bir simetriyi de fark edersiniz. İşaretler her yerde var, bazısı da burç titreşimlerimizde mevcut... Kabala Bilgisi Hayat Ağacını anlatırken pilar da denilen üç sütundan bahseder. Soldaki pilar negatif ve dişil, sağdaki pilar pozitif ve erildir. Soldaki pilar'a Boaz, sağdakine de Jachin denir. Bir de Orta Pilar vardır ve ruhsal çalışma bu pilar'da yapılır.
Orta Pilar, yani aydınlığa giden yol, üç Sephira arasında üç ana kanala sahiptir. Bunlar Gimel, Samekh ve Tav harfleri ile simgelenir. Kanalların astrolojik karşıtlıkları sınavın özünü de anlatır; gimel harfi Ay'ı, samekh harfi Yay Burcunu, tav harfi ise Satürn'ü anlatır. Satürn tüm bu kanalın sonunda en sert sınavı simgeleyerek bir engel ve aynı anda bir şans olarak durur.
Bu simge hayatlarımızda, güneş konumumuzun hangi burçtan kişilerle zorlu ama bizi geliştirici deneyim yaşayacağımıza işaret eder; Koç Burcu'ndan kişiler Akrep Burcu'ndan kişilerle, Boğa Burcu'ndan kişiler Yay Burcu'ndan kişilerle, İkizler Burcu'ndan kişiler Oğlak Burcu'ndan kişilerle, Yengeç Burcu'ndan kişiler Kova Burcu'ndan kişilerle, Aslan Burcu'ndan kişiler Balık Burcu'ndan kişilerle, Başak Burcu'ndan kişiler Koç Burcu'ndan kişilerle, Terazi Burcu'ndan kişiler Boğa Burcu'ndan kişilerle, Akrep Burcu'ndan kişiler İkizler Burcu'ndan kişilerle, Yay Burcu'ndan kişiler Yengeç Burcu'ndan kişilerle, Oğlak Burcu'ndan kişiler Aslan Burcu'ndan kişilerle, Kova Burcu'ndan kişiler Başak Burcu'ndan kişilerle, Balık Burcu'ndan kişiler Terazi Burcu'ndan kişilerle yerle bir olacakları, ama yenilenip kendilerini tekrar kuracakları ilişkiler yaşarlar. Bu en zorlu sınavımızdır. Bu sınavı geçtiğimizde başka bir ben olarak yolumuza devam ederiz... 

Küskünlük | Savaş Çağman

Küskünlüğümü anlatmayacağım, biliyorsun, çünkü yüzümde. Parkta oturuyorum bugün, elimde "Mikrokozmik Yörünge" Taocu usta Mantak Chai'nin. Bu kitabı okumaktan çok haz alıyorum, öğrenmek istediklerimle dolu, akıl açıcı bir kitap. Dharma Yayınları'ndan ama bendeki PDF'ten devasa bir fotokopi, kolay okuyorum, hatta gözlüğüm olmadan.
Karma Silme çalışmamın sonuna geldiğinde üç oruç adamıştım. İlkini bugün tuttum. Sakinim. Ama içimde yenilmişlik ve küskünlük. Bir yandan çok mutluyum. Nedenini yoklaya yoklaya buluyorum ağaçların altında. Küskünüm çünkü beklediklerim olmadı, beklentimi yüksek tuttum. O tümceyi anımsıyorum Ruh Rehberim olarak gelmişken kendini saçma sapan bir aşk deneyimine indirgeyen Sevgili'nin cümlesini "seninle bir çatı altında bile yaşayabiliriz ama beklentini yüksek tutma..."
Bu sözün yıllar sonra yaşanan tecrübesi de sonuçta aynı tümceyi kurdurtmuştu. Beklentim sevdiğim gibi, sevdiğim kadar sevilmek idi. Bazen bu bile fazladır. Küskünlük artık yeni biri ile aynı deneyime tümden kapanmaktı. Deneyimlerin yolunu tıkamak idi, çünkü her şeyin ödenmesi gereken bir karması var. Ruh Rehberim bana geldiğinde ne rolünü biliyordu, ne rolüne hazırdı, hoş ben de hazır değildim.
Ruh Rehberiniz, size, sizde sizi silmek için gelir. Başka biri göverir içinizden, geriye bir şey bırakmaz. Kalandan yeniden inşa edersiniz, o molozlardan ben bir Tapınak inşa ettim. Küsmemeliyim, kimseye küsmemeliyim... Sadece şükran dolu içim, olacak olması gerektiği gibi olmuş. Çocuk gözlerinde o gülümsemeyi özledim, ama bu başka bir zamanın özlemi sadece; kaybedilmiş ve geri getirelemeyecek bir zamanın...

2 Temmuz 2016 Cumartesi

İki | Savaş Çağman

İki Temmuz, iki gündür sabahı sabah ediyorum; suçlusu Ramazan davulu değil elbet... Düşünceler... Düşünceler... Bir'lik içindeki İki'likler. Tüm o ruhani şeylere temasıma rağmen hala şu sahip olma, yenme, kazanma hırsım. Hala hınç, hala ego... Utanıyorum...
İki Temmuz, ne çok anlam barındırıyor. Tammuz yazın ve ölüp dirilmenin tanrısıydı İki Nehrin arasında. Ki iki nehrin ortasındaki ülkeye Mezopotamya deniyor. Her türlü güzel şeyin evcilleştirildiği, her türlü fanatizmin beşiği. İbrahim, orada Ur şehrinde doğdu ve Ur'dan çıkıp Rab'ın emriyle halkının babası oldu. İbrahimi Dinler o iki ırmağın arasından solukla oluştu. O soluk can da yaktı, kanat da taktı, hayat da verdi, bazen de en büyük kötülüklere gebe kaldı...
Şu an Güneş, Yengeç Burcu'nda, Yengeç Burcunun yıldızı Ay, ve onun sayısı da İki... Tesadüf mü bu? İki Temmuz otuz beş canın diri diri yakıldığı bir gün ülkemde. Hep iki olmalar bunlar bir olamamalar. Diğerini ötekileştirme, o kavuşmadan yan yana akan İki Nehir gibi. Birleştiğinde nehirden fazlası olacak iki nehir...
Şimdi biliyorum ki sadece bir var, iki dediğimde ise başlayan sadece acı. Öyle bir şey yerleştirilmiş ki içimize ben ve o diye ayırıyor her şeyden, belki de sol beynimizin bir oyunu olarak. Oysa Bir'iz, hem biricik, hem aynı...
İki Temmuz, uykusuz ve tuhaf geldin. İçimde bir umut ile geldin. Çünkü her meselede bu Bir ve İki'yi anlatmak için geldin. Ama Bir'in diğer yüzünün Tekçi, birden fazlası yok diyen, kıran yıkan olduğunu da anlatmak için geldin. Bir içinde hiç olduğumuz bir yaşı olmayan bilinç. Ama Tekcilik, tek bir kitap, tek bir doğrunun yapayalnızlığı. Bu şekilde Bir, İki'nin kaynağı... Oysa asıl Bir, ki her şey ve katılacağımız şuur. Ona ne isim verdikleri çok önemli değil, bizim onun içinde kaybolup kaybolmadığımız önemli...