28 Nisan 2016 Perşembe

Ki-Ki’nin Türk Budist Şiirleri | Savaş Çağman

Uygur Hanlığı’nın kurucusu Bilge Kağan, ülkesinde Budizm’in yayılmasını, kabul görmesini çok istemiş, bazı manastırların kurulmasını, keşişlerin davetini tasarlamış ama siyasi engellerden dolayı bunu gerçekleştirememişti. Türkler arasında Budizm’in yaygınlaşması 10ncu yüzyıla dek gecikmiştir. Budizm, Uygur Hanlığı’nda, 900’lü yıllarda bir Türk Budist Edebiyatı oluşacak kadar da içselleşmişti.
Türkler bu inancı, Mahayana Budizm’inin Vajrayāna Mezhebi olarak Çin’den aldılar. Göksel Buda olan Amitabha Buddha, Uygurca söylenişi ile Abıta Burkhan, Kök-Teŋri ile de özümsenmiş, Tengrici’liğin bazı anlayışlarıyla Budizm bağdaştırılarak, halk arasında kabulü tasarlanmıştı. İşte tam da bu sırada Türk Budist Edebiyatı’nın eşsiz şairi Ki-Ki karşımıza çıkar.
Reşat Rahmeti, Ki-Ki’nin, Budist muhitinde verdiği eserlerden E Metni olarak işaretlenen uzun şiirin başlangıcını; “Cevher ağacının çiçeklerini, rengârenk yaprak ve meyvelerini, tekrar-tekrar üzerinde durarak iyice kollayıp görmelisin” şeklinde çevirmiştir. Metnin orijinali şu şekildedir; 

ärdänilig sögüt huaların 
äsriŋü yapırğak tüşlerin 
äwrilip yana katmayu 
ädgüti kolulap körgü ol 

Kanımca çeviride, özellikle Budizm ile ilgili birçok kavram yüzünden, bir yanlış çeviri söz konusudur. Elimden geldiğince Ki-Ki’nin metinlerini Amida Budizm’ini göz önüne alarak tekrar çevirmeyi planlamaktayım. Bu konuda ilk yazım da bu olacak.
Sözcük dağarcı ve Budist kavramlarına değinirsek; ärdäni/ärdini mücevher anlamına gelir. Bu kelime Sanskritçe’den Ratna kelimesidir. Kelime Budizmin üç ana ilkesini açıklayan Triratna değiminde karşımıza çıkar, bunlar; Buddha, Dharma ve Sangha’dır. Buddha ilkesi tarihsel Buda’ya, ilk uyanana dikkat çekmek yanında, herkesin krutuluşa erişebileceğini anlatır. Dharma, öğretinin tümüdür. Sangha ise topluluk yani inananlar cemaatini anlatır.


Sözcük dağarcığına dönersek, “Sög” kelimesi, Eski Uygurca kızarmak anlamındadır, metinde –t son eki ile çekimlenmiştir. Kırmızı renk Abıta Burkhan’ın simgesidir. Bunun yanında çiçeklerin, meyvelerin olgunluğa ulaşmasını simgeler. Çince’den geçmiş “hua” sözcüğü çiçek anlamına gelir. Eski Uygurca “äsriŋü” kelimesi alaca anlamındadır. Aynı şekilde “yapırğak” yaprak anlamına gelir. “Tüş” kelimesi meyve anlamına gelse de, aslında burada Karma’nın sonucunun simgesi niteliğindedir. Eski Uygurca, äwril-/äril- fiili her ne kadar evrilmek, dönmek, davranmak anlamına da gelse metinde, dinini değiştirmek anlamını güçlendiren kanıtlara sahiptir. Yönelme takısı –a alarak “yan” kelimesi gibi algılanan kelime aslında yana/yänä yani yazıtlar anlamına gelen kelimedir. Eski Uygurca kat- fiili dönmek, vazgeçmek anlamındadır. Kolula- fiili, düşünmek, açıklamak, bakmak, tahmin etmek anlamlarına gelmektedir. “Körgü” itaat etmek anlamına gelir. Buna göre çeviri şöyle olmalıdır; 

üç mücevherli olgunlaşmış çiçeklerin
alaca yaprağı meyvelerin
din değiştirip yazıtlardan dönemeyip
iyilik düşün, itaat et…

Bu muhteşem metni, 6 Haziran 2015 tarihinde İstanbul Beyoğlu Asmalımescit’te yer alan Karakutu Tiyatro sahnesinde, Saska RR buluşma projesi dâhilinde seslendirdik. Orçun Baştürk ve Sarp Keskiner vurmalılar, Sumru Ağıryürüyen spoken words, bendeniz Savaş Çağman’ın da ses olarak iştirak ettiği parçada konuğumuz Mark Von Tongeren de inanılmaz bir hömeii ile renk kattı. Konserde müzisyen katılımcılara Ki-Ki’nin eşsiz şiirlerini de hediye ettim. Sanırım hepsi için büyük bir esin kaynağı olmuştur… 



27 Nisan 2016 Çarşamba

Asya Halk Bilgisi | Savaş Çağman

Asya kocaman, yaşayan, ama atıl şekilde duran bir kütle. Batısını kesen Ural Dağları'ndan, Doğu'sunda Kamçatka'ya dek var bu kütle, kültürel gölgesini Hazar kıyılarına, Finlandiya'nın soğuk körfezlerinden Macar bozkırına, Tibet doruklarından Avustralya Kıyıları'na dek düşürmekte. Asya'nın bir hafızası var, buna bir his olarak, bir refleks olarak, oradan gelip geçen tüm halkların adına Asya Halk Bilgisi diyebiliriz.
Asya Halk Bilgisi, Çin'in Wu'su, Sayan-Altay'ın Kam'ında gözüken, çok eskilerin anaerkil izlerini barındıran, Doğa'ya tapmayan, Doğa ile uzlaşan bir inançlar ve deneyimler bütünü. Bu deneyimler Androvo'nun kurganlarına, Filistin'in dolmenlerine, Göbeklitaş'ın koridorlarına dek uzanır. Bu bilgi Anadolu'da Çatalhöyük'te göğüsleri süt dolu, aslanları dize getiren bir dişiliğin ışığı altındadır. Afrika insanlığın anasıdır. Oradan Asya karasalına göçler, anaerkilliğin erkeği de kapsayan bir haline bürünmüştü. Asya Halk Bilgisi, görünürde dinleri tesis ederken, dişi olan tarafı hep ezoterik olarak kaldı. Bu dişi bilgi, bu çocuk bilgi, bu hepten hiçlik üzerine ve uzlaşmacı bilgi Şaman inançlarının, Tao'nun ve hatta Kabala'nın temelini teşkil etti. Asya Halk Bilgisi, Şaman geleneklerde, Taoizm'de, Kugu Sorta gibi Hıristiyan mistisizmlerinde, Hassidizm'de, Hindistan'da Bhakti hareketinde ve hatta Sufizm'de kendine yeni yollar keşfetmişti. Bu bir bütündür, hep önünde saygıyla eğildiğim bir mükemmel bütün; Asya Halk Bilgisi...


15 Nisan 2016 Cuma

Bakşı Dansı Şaman Davulu | Savaş Çağman

Ülkede son üç yıldır Şaman Kültürü üzerine bir kıpırdanma söz konusu. Her moda olan konu gibi içinin boşaltılıp tahnit edilip sergilenmesi de tabiî ki kaçınılmaz. Ama bu konunun büyüsü ile haşır neşir olanlar cephesi olarak içimiz acıyor. Anlaşıldığı üzere Şaman Kültürler ve müzikleri hakkında birkaç şey yazmak istediğim için bu yazıyı kaleme alıyorum... 

     Yıllardır müzik zevkimizi belirleyen bir piyasanın içinde, sanki şuurla yolumuzu buluyor gibi davranıyoruz; ama turistiz itiraf edelim. Müzik endüstrisi izin verdiği sesleri salıveriyor ve biz de onlar içinden tercihlerimizi yapıyoruz; ve ah ne yazık bunlar hep sanmalar, sanmalar sadece… 
     Peter Gabriel, Genesis ile yollarını ayırdığı eşsiz müzik hayatına bir prodüktör olarak devam etmeye karar aldığında, aynı Eno ve MacLauren gibi halk müziklerinin ve yerel popüler müziklerin peşine düşmüştü. Onu, Küba’ya götüren serüven, yavaş yavaş dünyanın her yerinden yerel müzisyenleri küresel anlamda tanıtma misyonuna dönüştü. Dünya iletişim teknolojileri ile küçülüyor ve Batı’daki oralarda ne var merak ediyordu. Sonuç itibariyle bu yeni pazar, yeni bir gelir kaynağı demekti. Sessiz sedasız World Music piyasası doğmuş oldu.
     Batı, özellikle Vedanta Külliyatının Viktoria İngiltere’sinin kof maneviyatına bomba gibi düştüğü o hummalı çeviri faaliyetleriyle tarihin bazı dönemlerinde hep Doğu’nun Bilgeliğini sömürdü. Çin ve Hindistan son derece iyi menbalardı. Ama sonuna dek kurutuldular. Fransız Romantizminin yücelttiği Soylu Vahşi imajı, World Music ve yeni manevi eğilimlerle tekrar hortlatıldı. Yeni Dünya’nın keşfinde teşhir hayvanları gibi Avrupa’ya taşınan Amerikan Yerlileri, bu defa kültür babından bir yağmaya maruz kaldı. Eşzamanlı bir şekilde Rumi, Tasavvuf, Taoculuk da aynı Şamanizm gibi yağmalanmış, günün modasına kurban verilmişti. Ve sonunda Asya Şamanizm’ine sıra geldi… 
     Blues gitaristi Paul Pena, Rus Federasyonuna bağlı Tannı Tuva Özerk Cumhuriyeti’nde, bir yerel bir sanatçı olan gırtlak şarkıcısı Kongar-ol Ondar bulmasıyla küresel düzeyde Tuva’ya ilgi uyandı. Tannı Tuva, Moğolistan’ın hemen kuzeyinde yüzyıl öncesine kadar Çin toprağı olan bir tayga yani dağlık orman bölgesi. Tuva’lar kültür olarak Tibet Budizm’i ve Moğol kültürünün etkisinde kalmış bir Ural-Altay Halklarının Türk kolundan... Diğer Kamlık inancındaki Türki halklardan farklı olarak burada Budizm ve Şamanlık yan yana çok az karışmış olarak bulunmakta. 
     Şamanizm dediğimizde önce bu kavramı anlamakta yarar görüyorum. Şamanizm, Şamanlık, Kamlık, Tengricilik gibi birçok başlık sanki aynıymış gibi yan yana zikrediliyor. Kafa karışıklığı da burada başlıyor. Ural-Altay halkları deyimini geniş ölçekte kullanmayı yeğlediğim için seçiyorum. Çünkü Türk ve ya Türki kelimesi sadece İslam Dinini kabul etmiş Ural-Altay halklarını anlatır bir etkiye sahip. Ayrıca bu başlık, bence, çok daha kapsamlı bir dilsel kültürel havuza işaret ediyor. Ve ne yazık ülkemde sağ tandanslı bir söylemin kısır tekrarcılığına da ortak olmak istemiyorum. Çünkü bu kültürleri, Roux’un sanmalarını doğru zannetmiş Gökalp’tan değil, bilimsel antropolojik verilerden ve ustalarım Radlof ve Eliade’den okuduğum için kendimi şanslı sayıyorum. 
     Şamanizm Ural-Altay, Kızılderili, Lapon, Eskimo, Endonezya, Okyanusya, Afrika ve daha nice bölgede rastlanan genel bir eğilimi anlatır; erginlenmiş ve toplumun kıyısında yaşayan şifa veren Büyücü-Hekim-Kahin’in atalar ve ruhlarla iletişim kurması, öz karizması çevresinde gelişmiş dini bir yaklaşımdır… Şamanlık veya Asya Şamanizm’i; aslında Asya ve Kutup bölgelerine özgü, esriyen ya da epilepsi krizi ile kendinden geçen bir Şaman’ın gök ve yer arasında yolculuk ettiği, kaba hatları ile birbirine benzeyen ama özelde nüanslar ile ayrılan halk dinidir. Kamlık ise bunun Ural-Altay halkları özellikle de Sayan-Altay bölgesindeki uygulamaların genel ismidir. Tengricilik ise Ural-Altay halklarının Türk kolu içindeki tarihten bu yana gelen Şamanlık özellikleri taşıyan ama sadece Türklere özgü olan halk dinidir. Görüldüğü üzere Şamanizm homojen değildir, yere, kültüre, uygulamalara ve tarihe göre değişimler sergiler. Ama vahşi kapitalizm ayrıntıları sevmez, basit başlıklar koyarak, slogancı bir tanıtım anlayışı ile pazarlamaktan hoşlanır; bu yüzden bu nüansları hiç önemsemez, ticaretine bakar… 
     Genel kavram olarak Şamanizm’in odağında tekinsiz bir kişi durur; Şaman... Ntxiv Neej, Curandero, Jigari, Abjiya, Böge, İdugan, Dukun, Mudang, Miko, Jhakri, Benandanti,  Alignalghi, Brujo, Bruja, Yachay, Noaidi, Bakşı, Wu, Kam, Şaman… Ona ne derseniz deyin bu kişi topluma çok karışmayan, oluş olarak tuhaf, ruhlar ve atalarla konuşma yeteneğini çocuklukta bir çağrı olarak almış, erginlenerek toplumunun geçmişten gelen şifa ve varlık bilgisine ulaşmış kişidir. Mircae Eliade, Şamanizme dini esrime, kendinden geçme kültü deme eğilimdedir, yani Şaman kendinden geçerek, bilinç yitimi ile ruhlar âlemine yolculuk yapar. Neolitik Çağ’dan bu yana insanlığın bilinçaltında bu tekinsiz figür hep var olmuş; o ruhları yatıştırmış, bolluk bereket sağlamış, avda başarıyı garantilemiştir. Bu konuda ise araç edindiği şeyler; ritim ve müziktir. Bunu, Ural-Altay kavramları ile söylersek; davul ve yırlamak’tır.


     Gelelim Şaman Müziğine; aslında böyle bir müzik var mıdır? Yok mudur? Bana sorarsanız Şaman Müziği denilen şey sadece onun rafta kolayca pazarlanması için uydurulmuş bir minare çalma kılıfıdır. Buna tam anlamıyla müzik diyemeyiz. Çünkü Şaman, sesleri bir amaç için örer, örgütler. Bunu doğaçlayarak yapar, yazılı bir müzik veya metin yoktur. Peki, Şaman veya onun Tatar ismi Bakşı’nın bir dansı var mıdır? Şaman bedensel hareketler yapar, ki bu sadece onun transa geçmesi içindir, bu işlevsel beden devinimine dans denilemez. Alışıla gelmiş dans veya müzik, Şamanizm muhitinde kendine bir karşılık bulamaz. Bulunduğunu savunanlar için ticari kaygının ne boyutta olduğuna bakmakta yarar vardır.
     Ülkemde bazı manevi uygulamaları Bakşı Dansı, yok konserde Şaman Davulu çalıyor gibi tanıtmak ve pazarlamak en hafif ifade ile hakarettir. Çünkü her şeyden önce Kamlık, Şamanlık veya Tengricilik ne dersek diyelim, bu bir dindir. Siz hiçbir Yaşam Koçu’nun kişisel gelişim pespayeliği altında “Ben namaz sporu” yaptırtıyorum ilanını gördünüz mü? Ya da “Alevi semah dansı ile şifa buluyoruz” dediğini işittiniz mi? Bunun bundan ne farkı var? Farkı fiyatında mı? Sovyet Dönemi'nin gösteriye dönüştürdüğü, Glasnost sonrası ise içi boş turist eğlencesi haline getirilmiş bir şovun gerçek Kamlık ve Şamanizm olarak tanıtılmasına ne diyeceksiniz? Çünkü Buket Uzuner bile Şamanizm hakkında roman yazdı. Çünkü şimdilerde şu Şamanizm çok moda... Çünkü cehaletlerine bakmadan bundan nemalanmaya uğraşan bir sürü kişi türedi… 
     Şaman’ın sesi bir çağrı, gırtlak çalması o titreşim ile yardımcı ruhlarla birleşme, bedensel hareketleri bazı bası noktalarında uyarılma yaratıp esrimeye ulaşma, davulu ise bir yolculuk aracıdır. Bunun dışında iddialarda bulunanlar ya konunun ayran budalası ya da nemalanma sevdalısıdır. Kapitalizm eder karşılığı her sosyal hareketi, bilgiyi, maneviyatı ve hatta dini pazarlamaktan geri durmaz; bakınız Hippi kültürünün geldiği hale, bakınız son derece radikal Punk’a, bakınız şu sıralar Şamanizm’in ülkemde aldığı hallere. 
     Tanıdığım çok yaşlı bir Gorno Altay’lının çocuk saflığında gözlerinde bir pırıltı “ağaç kesilmez çünkü onlar toprak anamızın saçları” demesini, Saha-Yakut veya Hakas kökenli Kamlık inancından kişilerin doğa-beden uyumlu enerjilerini, muhteşem çalgı ve ses icralarını anımsıyorum, inanıyorum ki bunlar paha biçilmez deneyimlerdi. Bu deneyimi sizin de yaşayabileceğiniz bir konser sanırım bu yazı yayımlandığı sıralarda İstanbul’da da yaşanacak. Tuva’lı müthiş halk müziği topluluğu Huun Huur-tuu, 19 Nisan 2016, Le Havre, Fransa konserinden önce 16 Nisan 2016’da Borusan’da bir konser verecek, topluluk Almanya, Macaristan, İngiltere ve Avusturya’dan oluşan Avrupa Turnesinde İstanbul’da da duraksıyor. Overtone ve gırtlak şarkıcılığın belki de en pür örneği olan Huun Huur-tuu Türkiye’den özgür doğaçlama projesi Konjo iştirak edecek. Dünyanın her yerinde tayganın rüzgârı olan Huun Huur-tuu’ya tanıklık etme fırsatını umarım bulursunuz. 
     Huun Huur-tuu, Tannı Tuva’nın gırtlak şarkıcılığı türleri olan kargıra, sıgıt ve hömmei örnekleri sunacak, dombra, yaylı bir çalgı olan igil ve bir davul türü olan dungur da icra edecek. Şarkılar çeşitli halk şarkıları, bestelerden oluşan bir repertuarı seslendirecek; yani Tuva’lı Kam’ların algış’larına burada tanık olamayacağız maalesef. Basın bülteninde belirtildiği gibi Tuva’lılar göçebe bozkır insanları değil; yerleşikler, hem de Tannı Tuva’ya tayga yani dağ ormanları olan, kısaca dağlık bir coğrafya hakim. Algış ve Şaman Davulu ile icra edilir ama Huun Huur-tuu konserinde dungur denilen, asma davul kullanıyor. Şaman davulları tüm yazıda belirttiğim gibi bir çalgı değil, dinsel bir öğedir. Şaman davuluna çalgı demek, kilise çanı için perküsyon demekten farksızdır.
     Huun Huur-tuu’ya, Tannı Tuva halk müziği örnekleri sergilenecek konserinde, özgür doğaçlama konusunda isimleri duyuran Konjo eşlik ediyor. Konjo, eşsiz sesi ile yıllardır takip ettiğimiz Sumru Ağıryürüyen, her zaman davulcudan öte sanatçı olarak tanımladığım sevgili Orçun Baştürk ve çağdaş müzikten caza icracı, besteci, kompozitör müthiş müzik adamı Şevket Akıncı’dan oluşuyor. Basın bülteninde de belirtilen, Konjo’nun izleyici ile kurduğu zihinsel iletişim en az Huun Huur-tuu kadar eşsiz olacağı su götürmez. Bu ilginç, iddialı geceyi kaçırmamanız dileğiyle… 

Savaş Çağman, İstanbul 05.04.2016 
Nefes Dergisi Sayı:39 Ankara 2016