6 Kasım 2016 Pazar

Pekiyi Sen Ne Yapıyorsun? | Savaş Çağman

Büyük bir öfke var içinde! Anlıyorum. Birkaç sorum olacak canım arkadaşım? Onlar sımsıkı bir yumruk olurken pekiyi sen ne yaptın? Reklam ajansına aldığın yeni mezun çocuğa sigorta yapmadın, eksik maaş verdin. Onlar yayınevleri kurarken pekiyi sen ne yaptın? Çevirmenine para vermedin, kitapevi açtın öğrenci çalıştırıp sömürdün. Onlar eğitim kurumları kurarken pekiyi sen ne yaptın? Ona Kürt dedin, buna o dedin, bu dedin eğitim götürmedin, öğretirken seçme hakkı vermedin, tıkanmış düşünce biçimini dünyanın gerçeği sandın. Onlar bir çağı zihinlerinde canlı tutarken pekiyi sen ne yaptın? Çağdaşım dedin ama dünyada ne oluyor bitiyor bilmedin, İçin boşken, tenine marka giyince kendini batılı zannettin, bu ülkenin 14000 yıllık kültürüne sahip çıkmadın, içi boş bir mitologya, sahte bir ikonografiye saplandın kaldın. Onlar fikir üretirken pekiyi sen ne yaptın? Sadece içi boş replikalar, fotokopiler ürettin...
Şimdi yenildiğine şaşırıyorsun. Onların zalimliğine kızıyorsun. Ve hala kendinden olana acı veriyorsun. Onlar kocaman, sıkı örgütlenmiş bir ağ iken pekiyi sen ne yapıyorsun? Örümcek ağları örüp, yanındakinin sırça köşkünü taşlıyorsun... Biliyor musun bunun sonucu ne olacak? Pekiyi şimdi ne yapıyorsun?

5 Kasım 2016 Cumartesi

Umutsuzluk Edebiyatı | Savaş Çağman

Ahval kötü, gidişat berbat, biliyoruz derinen... Evet, gündem karışık, aklı başında olanlar, eğitimi olanlar, duyarlılığı olanlar, gündemi takip edenler durumdan rahatsız; ki bu da doğal. Hemen her gün Facebook’tan bir haykırış yükseliyor, Twitter yıkılıyor ve bunun gibi şeyler. Bir şey yazmıyorum, yorumum suskunluk, benim gibileri de var sonuçta.
1958 yapımı, Richard Brooks’un yönettiği bir Tennessee Williams uyarlaması olan “Kızgın Damdaki Kedi” filminden bir replik aklıma düşüyor. Liz Taylor, Maggie rolünde ve eşi rolündeki Paul Newman’ın onunla cinsellik yaşamadığı için hamile olmasının imkansız olduğunu haykıran yengesine “Herkesin aşkı sizinki kadar gürültülü olmayabilir” diyordu… Evet, bazılarının feryadı, acısı, sizin yaygaralı ağıtlarınızın gibi olmayabilir. Bazısının yası sadelik ve sükun içindedir; ki bunun da siz görmeseniz de bir erdemi var.
Biz susanlar, yasını sessizce tutanlar, bu kötülüğün içinde hala az da olsun erdem arayanlar en kaba saba biçimde suçlanıyoruz; “Bir de çok okumuş, çok bilmiş, çok spiritüel ve çok enteresan insanların bir o kadar çok sessizliği midemi bulandırıyor. Neyse ki faşizm onların da kapısında, daha ne kadar Farkındalık’la boka batacaklar ki?”
Komünist bir arkadaşım “siz Anarşistler’in sonu bu zaten, az yaşlanın hemen Spritüalizm’e sarılırsınız” demişti. Belki de haklıdır. Kapımıza gelen Faşizm’e hazır olmamakla suçlanıyoruz ya? O zaman birkaç soru. Açlığa hazır mısınız? Acıyı izlemeye hazır mısınız? Günlerce yürümeye hazır mısınız? Bir hapis köşesinde olmaya hazır mısınız? Ölüme hazır mısınız?
Ben hazırım! O küçümsediğin dil uzattığınız manevi çalışmam için tuttuğum oruçlarla açlığa hazırım. Tüm Hayat’ın varlık düzleminde, acı dolu olduğunu, buna tanıklık için var olduğuma uyandığım için Acı’ya hazırım! Günlerce yürümeye hazırım, o küçümsediğiniz Asana’ları uyguladığım için! Hapsedilmeye hazırım, çünkü orada kalbimin kalesi içinde tefekkürle durabileceğimi bildiğim için! Ölmeye de hazırım! Çünkü bana verecekleri hiçbir acı özümdeki hayat monad’ını incitemez, bedenimi parçalasalar da o öz ölmez, yeniden doğar! Peki, siz neye hazırsınız? Uçak biletine mi?
Aslında andığınız o şiddet sözleri ile sizden olana şiddet uyguluyor, o Kötü’nün ortağı oluyorsunuz. Onun silahıyla savaşırsanız ondan farkınız kalmaz ki. Biliyorum, hayalciyim evet, silahsızım evet ve ben yenildim, aynı sizin gibi! Bu kabul içinde güçlüyüm, o yüzden ben fethedilmem, öldürülmem, yok edilemem!
Soya sütlü Caffe Latte’nizi alıp, Cihangir sokaklarını arşınlayıp ona buna dil uzatarak bir hayat geçirirken, içi boş sloganlarınızdan vaktiniz kalırsa, azcık bunu düşününüz, olur mu? Son küçük bir not Nihilizm daha soğuk iklimlerde daha diri durur, burada çürüyor…