25 Temmuz 2017 Salı

Töz | Savaş Çağman

Asya’nın orta yeri Sayan-Altay bölgesinde günümüz Türkçesindeki anlamından biraz daha farklı kullanılan Töz kelimesi, şu aralar yine yoğun bir Nikolay Şodoyev okuması yaparken aklıma takılıp duruyor. Bu bilge adamın kullandığı şekliyle Töz, manevi kökler anlamına geliyordu. Manevi kökler bir eylemi, bir ürünü, bir sözü daha dokulu hale getiren çok önemli bir kavram bence. Ve ne yazık ki Türkiye’de birçok Modern Sanat veya Deneysel Müzik işinin bu manevi kökten yoksunluğu onu bir blöfe, tırnak içinde cool olmak için yapılan boş bir uğraşa, sanatla yalan söylemeye dönüştüğünü de yazmadan edemeyeceğim.
Verimli topraklarda yetişen bitki veya ormanlara baksak da, bazen verimsiz topraklardan da ürün almak mümkündür, yeter ki bu konuda açık fikirli olunabilsin. Bakınız İsrail’in yeşerttiği çöllük arazilere veya bir hektardan üç tür ürün almaya odaklı tarım anlayışına. Yani iklim düşmanınız, elinizdeki malzeme ayak bağınız bile olsa siz bunu avantaja dönüştürebilirsiniz.
Uzun uzun köksüzlüğümüz hakkında dem vurmayacağım, malum bunu hepimiz biliyoruz. Devamlı müdahale edilen bir tarihselliğimiz var. Tarihsel kesintiler, zaten kısıtlı olan tecrübenin aktarılmaması bu kopukluğu ve tarihsel yanılma algısını güçlendiriyor.
1750’lerden başlayan ülkemin batılılaşma hareketi, Genç Cumhuriyet ile neredeyse sosyal bir deneye dönüşürken, şekilci, içi boş bir eğileme de gebe kaldı. O dönemde, birçok evrensel kültür ile bütünleşmiş münevver varken, bir yandan kaçınılmaz şekilde Mon Cher karikatürleri de türemişti. Ama şaşırmayalım, entelejansiya Farsça’dan anekdot gevelerken bunun yerine artık Fransızca’yı katık ediyordu artık, eğilimde değişen bir şey pek yoktu.
Batılılaşma ya da İnsanlığın Ortak Evrensel Mirası ve Deneyimi ile bütünleşme Ortadoğu’da naif bir safdillikle parmakları çaprazlama olduğu, şu an ülkemizdeki durumla hepimiz biraz olsun artık anlıyoruz; göle maya çalındı, ya tutarsa… Bunun sonunda Mon Cher karikatürleri daha çok İngiliz Kolonisinde büyümüş Bangladeşli ruh hali ile hayali bir tarihin ürünü He-Man milliyetçisi arasında gidip gelen bir hal aldı. Ecnebiler yapar biz yapamayız ile Bir Türk dünyaya bedel sloganı arasında sıkıştık kaldık; bu da sanata yansıdı ve yansımaya da devam ediyor. Bu abartılmış Eril-Milliyetçilik ile Üçüncü Dünyalı Aşağılık Kompleksinin kimseye bir yararı dokunmadığını da uzun uzun yazmaya gerek duymuyorum.
Bu tozun dumanın içinde birileri, birilerimiz sanat yapmaya çabalıyoruz değil mi? Ama Evrensel Kültürle bütünleştiğini iddia eden ama Töz’den muaf işlerle karşı karşıyayız. Manevi Kök derken dini, ideolojik veya anlamı daha daraltılmış bir Kök’ten bahsetmiyorum. Yeter ki o manevi kökünüzle ilgili bağınız samimi olsun; Cinsel Kimlik, Sol, Feminizm, Anarşi, Punk, Fluxus ya da yerel kültür, bunların bir önemi yok hepsi sizin manevi kökünüz olabilir. Mühim olan o manevi kök sizin şifanız mı aynı zamanda? Yaptığı kumaş yerleştirmeyi kadının kesilmiş dili veya bir kanayan yara olarak vajina olduğunu anlatan Feminist bir kadın sanatçıyı dehşetle anımsıyorum. Bedenine bu kadar olumsuz bakan bu hastalıklı halden nasıl şifa veren bir sanatın çıkabileceğinden bahsedebiliriz. Hani sanat Katharsis idi? Hani şifa verirdi, hani kitleleri değiştirebilirdi? Bu olumsuzlukla daha da hasta bir toplum inşa etmek artık Modern Sanat olarak mı adlandırılıyor? Bence sanatın işlevine biraz daha odaklanmalıyız… Hele ki göçüğün altında kuşakların kaldığı şu dönemde…
Peki, sapla saman nasıl ayrılır? Bir işin manevi kökten muaflığı yarattığı goy goy, çıkardığı gürültü, modaya veya o dönemin siyasi eğilimine kurban verilmesiyle hemen kendini gösterir. Aynı Gezi sonrası, hazır gıda kültürüne teslim edilen Veganlık gibi. Nasıl hayatın kaynağı bedense, sanatın da kaynağı tam işte orasıdır, iki göğüs kafesinin arası yani kalbiniz. Tüm o bilgi yüklerimiz omzumuzda olsun, lakin kalbin size ne söylediğini de unutmayın. Medya size bir sanatçıyı şişirip sunabilir. Oysa iki gözünü, en önemlisi kalbiniz var. Bazıları hakkında konuşamıyor muyuz? Bazı kutsal isimlere dokunamıyor muyuz? Eh artık söylemenin vakti geldi. Çünkü Modern Sanat, Deneysel Müzik sizin defacto, yaptım oldu alanınız değildir hanımlar, beyler! Evren Ortak İnsanlık Mirasının yüzyıllarca deneyim biriktirdiği, estetik oluşturduğu, milimi milimine tanımlanmış bir alandır; sizin sunduğunuz gibi bir muamma değildir. Bir sanatçı sanatını tanıtlayamıyorsa, yani kendi geometri dünyasını ve kavramlarını sabit bir biçimde açıklayamıyorsa, orada sadece blöf vardır. Sanatını bir muamma veya kuralsız bir özgürlük alanı olarak adlandıranlar yalanlarını söyleye dursun, ben ülkemden çıkan gerçek sanatçılarla hep övünmeye devam edeceğim. Zaten o sanatçılar sınırları aşıp başkalarına ulaşmış, buranın yerel Deve Güreşi tadında sanat ortamıyla da pek haşır neşir değil…
Eğer üretiminizde veya yaşam biçiminizde manevi bir kök yoksa her eylem sadece bir poz vermeye dönüşür. Gençliğinde uyguladığı Martin Degville fotokopisi Drag Queen’liği Punk olmak sanan şimdinin pek bir cafcaflı sanatçısının, bir dergide sorulan soru üstüne işini hiçbir ibare olmamasına rağmen çok siyasi ve cinsiyetçilik karşıtı iş olarak göstermeye çabalayan o röportajı anımsıyorum; süslü laflar, tribünlere oynayan bir beyaz Türk siyasiliği, kısaca boş laf... Zatı muhterem eğer bahsettiği şeyler resminde olsaydı bunun dört yaşında bir çocuk tarafından bile algılanabilirdi, çünkü sanatın bir de böyle yalın bir yanı var, biz unutsak bile. Bu bana sadece, ülkemde, sanatla yalan söylemenin adetten olduğunu çağrıştırıyor. Zaten bu ülkede sanat eleştirisinin ay çok beğendim, harika olmuş ile sınırlandığını da anımsıyorum bir yandan. Eh keçinin olmadığı yerde koyuna Monsieur Abdurrahman deme halleri, acı acı gülümsüyorum. Töz, Sayan-Altay’ın beni sarsan bir kavramı; manevi köklere, bizi biz yapan tüm deneyimlere sahip çıkıp bununla sanat üretilmesi gereğini de anımsatan bir kavram...


20 Temmuz 2017 Perşembe

Çağdaş Müzik Zibidileri | Savaş Çağman

Ayranım ekşi diyemeyenler Ekşisözlük’te bir sürek avına çıktı şu son on ay. Önceleri işin rengi latife kıvamında ve masumdu. Sonra işin rengi topuktan vururum, yok darp ederim, yok senin ta ananı halini aldı. Ne hoş değil mi entelektüel bu sol kanat bireyler arasındaki bu seviye?
Olayın başlangıcı Ekşisözlük’ün bir adeti üzerine mahlasla yazma şeklinde idi. Biri veya birileri buna takmış vay ortaya çıksın, vay kendini belli etsin, falan. Bu sosyal mecrada kim bu güne dek kendini açık etti? Kim adını açıkladı da siz bunu istiyorsunuz? Ayrıca buradaki amaç ne? Söyleyeyim, bu kişiyi belirleyip sonra onu müzik aleminden silene dek elinden geleni arkaya koymamak. Peki, bu kişinin suçu ne? Birilerinin müzik diye yaptığı kepazeliğe, hiç süslemeden kepazelik demek. Pardon da, şimdi ben de aynını yazıyorum; siz müzik yalancısısınız, yeteneksizsiniz, ayrıca magandasınız
Ha, alenen yazmak mı gerekiyor kim olduğunuzu? Onun da zamanı gelecek, eğer uslanmazsanız. Bugüne kadar siz Çağdaş Müzik Zibidilerini bir kez bile yazmadım, çünkü yazılmaya değer bir ürününüz yoktu. İsim vermeden, gönül kırmadan bahsettim, belki insan olmayı seçerseniz de, kendinize gelirsiniz de, güzel bir ufka doğru birlikte yürürüz diye. Neden biliyor musunuz? Çünkü hep bu ülkede yepyeni gelen nesille bu işlerin yükseleceğine inandığım için. Hep ayağıma çelme takarken siz, ben kolunuza girmeye çalıştığım için. Çünkü tüm zibidiliğinize, magandalığınıza rağmen sizi bir değer gördüğüm için. Gelişebileceğinize (ki hepimiz gelişiyoruz evrenin yasası dahilinde), doğruyu bulacağınıza, şu sulu zırtlak yerellikten çıkıp ürünlerinizle evrenselleşeceğinize salak gibi inandığım için...
Buradan alenen şunu söylüyorum, sizin o aylardır yürüttüğünüz linç kampanyası yüzünden eğer ekşisözlük’teki eleştiriler son bulursa bu blog’tan isim vererek, tarih vererek, screen shot’ları yayımlayarak yaptığınız her rezilliği teker teker ifşa edeceğim. Eteğinde taş biriken bir siz değilsiniz… Emin olun o taşları dökmek heyelana neden olacak…