24 Eylül 2022 Cumartesi

İki Yüz Elli Milyon Dolarlık Rezillik | Savaş Çağman

Hepimizin diline pelesenk olan “kitabı gibi değil ya” denilen filmler, diziler hep olmuştur, olacaktır. Uyarlama her zaman iki ucu keskin bıçaktır. Bu işe soyunanlar hep eserin hayranlarıyla karşı düşer. Bu da kaçınılmazdır. Ama burada dayandığımız konu “hayal gücü” ile ilgilidir. Yani kitabı okuyan kendi hayal gücünün yansımaları ile romanı doldururken, çeken yönetmen ve bunu senaryolaştıran yazar öz hayal güçlerinin yetenekleri ve tabi ki sinematografik sahneye koymanın olmazsa olmaz evrensel kuralları dâhilinden yeniden yaratmak zorunda olup okuyucudan başka hedeflere sahiptir. Bunu anlıyoruz ve bunun tartışması sürse de, saygı dahlinde yapılan her uyarlamaya da toleransımız var.

Yüzüklerin Efendisi: Güç Yüzükleri, J. R. R. Tolkien'in Yüzüklerin Efendisi romanına ve eklerine dayanan bir Amerikan fantastik televizyon dizisi olarak karşımıza çıktı.

Göstericiler J. D. Payne ve Patrick McKay tarafından Prime Video yayın hizmeti için geliştirilen dizi, Tolkien'in Hobbit ve Yüzüklerin Efendisi'nden binlerce yıl önce, Orta Dünya'nın İkinci Çağında geçmesi tasarlandı. Amazon Studios tarafından Harper Collins ve New Line Cinema ile işbirliği içinde ve Tolkien Estate ile istişare içinde üretildi. En azından basın tanıtımları bunu söylüyor. Amazon, Yüzüklerin Efendisi'nin televizyon haklarını Kasım 2017'de 250 milyon ABD Doları karşılığında satın aldı ve en az 1 milyar ABD Doları değerinde beş sezonluk bir yapım taahhüdü verdiğinde tüm L. O. R. (Lord Of The Rings) hayranları gibi bende oldukça heyecanlandım.

J. R. R. Tolkien'in Yüzüklerin Efendisi romanından haberdar olduğumda yıl 1989 idi. Hacette Üniversitesi’nin Beytepe Kampüsünde, bizim bölümün üst katına İngiliz Dilbilimi bölümüne çıkmıştım. Bizim Nur’u arıyordum. O sırada pencere pervazına tünemiş uzun düz sarı saçlarını bir kitabın üzerine düşürmüş, dalgın halde buldum Nur’u. Kafasını kaldırıp beni görünce gülümsedi, burnumdaki hızmayı ve parkamdaki kancalı iğneleri sevgilisine gösterdi. Bu çivilerle dolu deri montu dizkapakları parçalanmış kot giyen uzun boylu çocuk bana baktı, ben de onun Napalm Death t-shirt’üne gözüm takıldı, sanırım D.R.I. ve Amerikan Hardcore’u ve kitaplardan söz ettik. Siz sevgili Veganlar daha portakal asidiyken biz Ankaralı Punk’lar arasında Veganlar, Vejeteryanlar vardı bu arada, biz ama sizin gibi Liberal değil birkaç harf farkıyla dümdüz Liberter’dik. Sohbetin bir yerinde Nur’un sevgilisinin İngiltere’ye gidip geldiğini öğendim. Ona da bir Lord Of The Rings hediye almıştı. Nur, İngiliz Dilbilim okuyordu ve neredeyse anadili gibi İngilizce biliyordu. Kitap dikkatimi çekti, o da birkaç sayfasına bakarken dilinin benim için ağır olduğunu biraz da ukalaca belirtti. Zaten ben de bir kelime anlamamıştım ama Nur özetlerken inanılmaz etkilenmiştim. Yıllar yıllar sonra çevrildi Türkçe’ye, ilk Hobbit’i İngilizce’den okumuştum, ama üçlemeyi Türkçe’den okudum.

L. O. R. (Lord Of The Rings) hayranlığı filmi ile yayılmış olsa da Ankara’da İngilizce eğitim almışlar arasında çoktan gelişmiş yer etmişti. Ve gerçek L. O. R. hayranları kitabın ve Tolkien’in eşsiz edebiyatının hayranlarıdır. Onun bir yazar olarak gücü fantastik edebiyata saygınlık kazandırması yanında tamamen pür edebiyat yaratması, bunu da o okur mu bu okur mu kaygısıyla değil sadece kendi için yaratmış olmasıdır. O yüzden Tolkien para için eğilip bükülmez, onu kitaplarına Harry Potter muamelesi yapamazsınız.

Gelelim diziye, iki senarist Payne ve McKay, Temmuz 2018'de işe alındı. Dizi yazılırken öncelikle, öncelikle İkinci Çağ tartışmasını içeren Yüzüklerin Efendisi'nin eklerine dayandırılmak istenmişti, hatta Tolkien'in torunu Simon Tolkien, dizinin gelişimi için danışılmıştı. Amazon'un Tolkien ailesi ile yaptığı anlaşma gereği, Yüzüklerin Efendisi ve Hobbit film üçlemelerinin devamı değil. Buna rağmen, yapım benzer yapım tasarımı, filmlerdeki karakterlerin daha genç versiyonlarını kurmak istediğini belirterek yanaştı. Peki, böyle miydi olay? Aslında tam bir Hollywood Kapitalizmi gereği parasını verdim benimdir ne istersem yaparım havasının hâkim olduğu ortaya çıktı. Çünkü telif konusunda Silmarillon’un alınamaması bazı karakter ve isimlerin kullanılmasının önünü kapadı.

Bear McCreary, dizinin müziklerini besteledi. Büyük bir uluslararası oyuncu kadrosu işe alındı ​​ve sekiz bölümlük ilk sezonun çekimleri, filmlerin çekildiği Yeni Zelanda'da Şubat 2020'den Ağustos 2021'e kadar gerçekleşti. Bu süre zarfında COVID-19 salgını nedeniyle birkaç ay üretime ara verildi. Amazon, gelecek sezonlar için prodüksiyonu, ikinci sezonun çekimlerinin Ekim 2022'de başlaması beklenen Birleşik Krallık'a taşıdı. Yüzüklerin Efendisi: Güç Yüzükleri adıyla Amazon Prime Video’da ilk iki bölümüyle 1 Eylül 2022'de gösterime girdi. Sekiz bölümden oluşan ilk sezonun geri kalanı 14 Ekim'e kadar halen devam ediyor. Ama ben 5nci Bölüm’e kadar tahammül edebildim, bu yazı da işte bu yüzden kaleme alınıyor. Bölümlerde senarist ve yönetmenlere bakarsak;

Öncelikle benim izlediğim ilk 5 bölümde iki yönetmen yer almakta; Çin asıllı İngiliz sinema yönetmeni Wayne Che Yip (1981 doğumlu) ve İspanyol asıllı sinema yönetmeni J. A. Bayona (1975 doğumlu), bunun yanında son iki bölümde İsveçli kadın yönetmen Charlotte Brändström adı geçmekte. Bu kadın yönetmen hakkında yorum yapmayacağım çünkü işlerini görmedim, bu diziyi artık bir daha izlemeyeceğim için de bilemeyeceğim nasıl bir performansı olduğunu…

Wayne Che Yip (1981 doğumlu), en çok Utopia, Doctor Who işleri ile öne çıkmakta. J. A. Bayona ise 2007 korku filmi The Orphanage, 2012 drama filmi The Impossible ve 2016 fantezi drama filmi A Monster Calls'ı yönetmiş. Bayona'nın son filmi, Jurassic Park film serisinin beşinci bölümü olan 2018 bilim kurgu macera filmi Jurassic World: Fallen Kingdom olarak gözükmekte. Dizi yönetmenlik açısından su götürür durumda, zaten görsel kalite için diyeceğimiz hiçbir şey yok.

Gelelim izlerken iğrenmeme neden olan senaristlere; liste kalabalık, bu kalabalığa rağmen bir şey çıkmayışı ise insanı çileden çıkarıyor. J. D. Payne & Patrick McKay, Gennifer Hutchison, Jason Cahill, Justin Doble, Stephany Folsom… Bu listelenen yeteneksiz primatların işlerine gelince; öncelikle Tolkien mirası konusunda cahiller bu her hallerinden belli, ayrıca yeteneksizler, bir sürü teknik hataya sahipler, onların yaratamadığı dünya yüzünden karakterler neredeyse tiplemelere dönüşmüş şekilde; daha çok çizgi film mantığında olduğu gibi… Hani Tom kaçar öbürü kovalar vs, aynen o sığ dangalaklıklar. Bu B-Movie film yazma tarzını 2-3ncü bölümlerde mideniz kaldırmaz hale geliyor. J. D. Payne & Patrick McKay ikilisinin (küfretmemek için gerçekten kendimi tutuyorum) ilk bölümdeki sivri zekâ buluşları inanılmaz; örneğin Galadriel’in koca okyanusu yüzmesi… Bu iki yazarın önceki işleri hakkında pek bilgi bulamıyorsunuz, sanırım onları Amazon keşfetti, kutluyoruz onları işe alanları.

Gennifer Hutchison, ev kadını kılıklı Amerikan televizyon ve film yazarı ise; Breaking Bad adlı televizyon dizisindeki çalışmasıyla tanınmış. Yani orta sınıf komploları ile uzman görünüyor. O korkunç ikinci bölümün miramı kendileri, yazarken acaba fırında rostoyu falan mı yaktı, yazık… Jason Cahill karakterine gelirsek, bana hiç hitap etmeyen İtalyan Mafya ailesi konusunu işleyen dolatısıyla hiç izlemediğim The Sopranos ve FOX bilim kurgu dizisi Fringe yazarı. Sonuncu ünlü işinde de senaryo bir yere çıkamıyordu. 4nci bölümü Stephany Folsom, J. D. Payne ve Patrick McKay üçlü yazmış, üç yazar sonuç yine felaket. Stephany Folsom, ise bir Hollywood harikası olan Toy Story 4 ve Paper Girls'teki çalışmaları ile tanınan bir senarist; çizgi film etkisini anladınız mı şu an? Justin Doble, ise çok beğendiğimiz Stranger Things (2016) işinde çalışmış bir yazar. Ama bu bölümde bir az olsun düzelme yok.

Ya oyunculuk? Ya şu Galli şaşı kız Morfydd Clark hayatımda bu kadar sınırlı bir yetenek görmedi. Hem de Galadriel rolünde, Lothlorien’de aynasına bakan o karizmatik Elf gitmiş, ergenler gibi hırs yapan, derinliksiz, suratı asık bir Erkek Fatma gelmiş. Bayan Clark, Galce'deki akıcılığının Galadriel'in Elf Dilin’deki repliklerini öğrenmeyi kolaylaştırdığını söylemiş, yok kararlıyım gerçekten küfretmeyeceğim.

Dizide muhakkak sorunlar olabilir diyorduk, ama bu kadar rezil bir şeyle karşılaşacağımızı bilmiyorduk. Hali acayip güzel bir kadın karşıdan gelip dangalakça davranıp korkunç bir aksanla konuşursa bu ne ya dersiniz ya bu dizi de aynen o. Üstüne üstlük büyük saygısızlık bur Tolkien’in edebiyatına, çünkü bunu izleyen ve Tolkien bilmeyen biri buradan L. O. R. nedir tanımaya çalışırsa çok yanılır.

Sadece bir kitap, sadece bir film değildir bazı şeyler; hayatınızın bir parçası, kesiti ya da fonudur. Yüzüklerin Efendisi kitap olarak benim defalarca okuduğum hatim ettiğim, arkadaşlarımla paylaştığım bir şey, filmi ise belki yüz defa yan yana izlediğim idi en değerlimle… Bu ise her güzel anıma kurşun yağdıran rezil bir komedi... Valar aşkına Hepsi Khazad-dûm’un en derin kuyusuna düşüp Balrog tarafından kovalansın, dokunmasın L. O. R.’muza kirli eller, o bizim kıymetlimissssssss…




20 Ocak 2022 Perşembe

Kulüp Mü Matilda Mı? | Savaş Çağman

“İşler dünyada öyle” deriz hep, sanki ülkeyi dünyadan kopuk, kendine has işleyişleri olan bir yer olarak görmek istediğimiz içindir bu… Oysa dünyada doğru bir işin düzgün yapılması aynı ortak kuralara dayanır. Kurgusal Gerçeklik ha sinematografik olsun, ha başka bir sanat alanında olsun bir önerme-inandırma temeline dayanır. Yani bir film veya bir dizi çekerken bir şey vaat edersiniz. Vaat ettiğiniz şeyi de o film veya dizinin içinde sunar ve izleyiciyi buna kayıtsız şartsız inandırırsınız. Bu inanma-ikna olma durumu gerçekleşmezse kurgusal gerçeklik saçma bir şekle bürünür ve o iş başarılı olmaz.

Sinema Filmleri ve Diziler aynı süreçlere sahiptir; önce bir hayal, sonra bunun senaryoya yani metne dökülmesi, metnin yönetmen tarafından yorumu, bunun tasarım boyutu ve oyuncular tarafından icrası… Tüm bu süreçlerin mükemmelce işlemesi gerekir. Bu süreçlerden birinin eksiği o işi sıkıntılı hale getirir.

Tüm bunun yanında sinematografide Dönem İşi denilen bir kavrama rastlarız; yani bir tarihsel dönemin tekrar kurulması... Bu da tasarılarla, küçük ayrıntılarla yaratılan ve o dönem atmosferini destekleyen tüm anları, bildirim, sessel, görüntüsel, jestüel unsurları içerir. Siz Victoria Dönemi bir dizi çekerken oyunculara tenis ayakkabısı giydirirseniz, ya da Battal Gazi filminde Cüneyt Arkın’ın Seiko marka kol saati kılıç sallarken gözükürse buna da kısaca; Anakronizm deriz. Anakronizm doğru ve amaçlı kullanılırsa sanatsal olur, ama sinematografiyi kuran kişi, kişiler tarafından unutkanlıkla veya cehaletten uygulanırsa bu da o işi çöp haline getirir. Dönem İşleri yarattığı etkiyi doğru tarihsellikten alır.

İşte bu yukarıda sayıp döktüğüm işleyiş bakımından, bir senarist ve oyun yazarı olarak, naçizane Kulüp dizisini değerlendirmek istiyorum. Kulüp, Seren Yüce ve Zeynep Günay Tan ikilisinin yönettiği dram türündeki Türk orijinal internet dizisi. O3 Medya yapımı olan dizinin, ilk bölümü 5 Kasım 2021 tarihinde Netflix'te yayımlandı, ikinci sezon da Ocak 2022 civarında yayıma girdi. Senaryosunu Aysin Akbulut, Rana Denizer ve Necati Şahin üçlüsünün yazdığı dizinin konusu İstanbul Galata ve Beyoğlu civarlarında 1950'li yıllarda geçmekte... Kulüp, dizisi 15 yıl cinayetten hapis yatan Matilda Aseo’nun (Gökçe Bahadır) Varlık Vergisinin yasallaşmasını 11 Kasım 1942 olarak belirlersek kaba bir hesapla 1957-1958 yıllarından tekrar Beyoğlu’na geri dönmesi, terk ettiği kızını yetimhaneden alması, İstanbul gece hayatında önemli bir rol oynayan bir Kulüp’te çalışmaya başlamasını konu ediniyor. Yani özellikle dizi ismiyle bize Kulüp’ü vaat ediyor ama Matilda’yı anlatıyor. Dizide ilk kafa karışıklığı burada başlıyor.

Öncelikle dizinin birinci ve ikinci sezonunda Selim Songür (Salih Bademci) karakteri üzerinden, İstanbul gece hayatında ve sahnelerde devrim yapacak biri olarak sinematografik bir vaat yapılıyor. İzleyici olarak beklentimiz şu; Selim Songür (Salih Bademci) karakterinin yarattığı sahneye koyma etkisi, sesi, persona’sı ile bir büyü yaratması. Çünkü vaat büyük, ilk sezonda kulüp patronu Orhan Şahin (Metin Akdülger) de dillendirdiği gibi “Öyle bir gösteri ki Paris’ten bile örnek alacaklar”. Pekiyi vaat edilen dizide sunuluyor mu? Öncelikle Kulüp diyorsak oranın hikâyesinde en azından %50’lik kısmı kaplaması gerekli... Ama kısa provalar, birkaç küçük sahne ile geçiştiriliyor. Çünkü vaadin altında eziliyor Salih Bademci’in yetersiz oyunculuğu, sahne performansı ve şarkıcılık becerileri. Camp bir figür yani efemine bir sahne ikonunu oynaması tasarlandığı oldukça belli. Ama dönemin şartları ile şarkıcı bunu bastırıyor; bunu anlıyoruz, peki oyuncu bunu nasıl yorumluyor? Camp yönünü bastıran biri yerine makulen davranış ile Camp arasında gidip gelen beceriksiz, irrite edici, itici bir teatrallik taşıyan kötü bir oyunculukla… Katlanılması olanaksız kötü bir şarkıcılık, beceriksizce yapılan bir dansçılık! İnsan düşünmeden edemiyor; bu adamın o dizide ne işi var?

Bu konuda daha da rahatsız edicisi, tüm Kulüp çalışanlarının toplanıp “a çok ilginç bir şey var” edası ile prova alanına gelişleri; bu sahne büyüleyici bir müziğe gelen kişileri vaat etmiyor mu sunuş? Orada bir beceriksiz şarkıcının viyakladığı iki beceriksiz anakronist şarkı ile karşılaşıyoruz; bestecileri de Sezen Aksu ve Kenan Doğulu. Basında şöyle yer aldı; “Özellikle Salih Bademci'nin hayat verdiği Selim karakterini seslendirdiği ve sözleri Sezen Aksu'ya ait Masal şarkısı dikkat çekerken, Kulüp de Kenan Doğulu'nun dizi için hazırladığı bir şarkı da yer alıyor”. Ülkemizde başka besteci söz yazarı kalmadı mı arkadaşlar? Hani bu dönem dizisiydi. Dizide, devrimci ilerici bir müzik vaat edilirken, o dönem estetiğine aykırı, kayıt olanaklarının değişime uğradığı başka medya etkilerinin söz konusu olduğu 1990’ların tadında bir beste! Vasat ve Okan Bayülgen talk show jenerikleri gibi. Sahnede sunulan dans şov ise 1930 kıyafetleri ile Chicago filminde fırlamış eski moda bir vodvil kokusu taşıyor. Yani Kulüp ismi ile vaat ettiği kurgusal gerçeklikte sınıfta kalıyor. Zaten şu patron ile kavga eden bir sahneye çıkıp bir çıkmayan şarkıcı klişesi ve zayıf kurgusal çözümleme de son derece bayat, öyküsel hiçbir değeri yok. Nevşin Mengü’nün de bir Youtube videosunda bahsettiği gibi “kötü bir arabeskle” sunulan bir anlatı…

Gelelim dizideki tarihsen anakronizme; 15 yıl cinayetten hapis yatan Matilda Aseo’nun (Gökçe Bahadır) Varlık Vergisinin yasallaşmasını 11 Kasım 1942 olarak belirlersek kaba bir hesapla 1957-1958 yıllarından tekrar Beyoğlu’na geri dönmesi gerekiyor. Yani 6-7 Eylül Olayları gerçekleşeli 2-3 sene olmuş olmalı. 6-7 Eylül 1955 Pera’dan gayrimüslimlerin kazındığı bir Pogrom idi; daha çok Rumları hedef alsa da, Ermeniler, Yahudiler de nasibini almadığı bir yağmaydı ve Pera’nın tümden çehresini değiştirdi. Dizide bu yansımaları görüyor muyuz? Hayır, Pera sanki 1930’lardaki ihtişamında devam eden bir yer gibi yansıtılmış. Ama aldığı yara dizide gözükmüyor. İkindi Sezonda, bir bakıyoruz 1955 ve Pogrom başlıyor. Arada 3-4 yıllık bir hesap hatası var. Hatta bu hesap hatasına İkinci Sezonda, Matilda’nın kızı Raşel Aseo’nun (Asude Kalebek) “17 yaşındayım evlenmek için annemin izni lazım” demesi ile daha da büyüyor.

Tarihsel anakronizm özellikle dönem dizilerinde kötü bir önerme olduğu için gelecekle ile ilgili pek bir şeyden bahsedilmez, ama Selim Songür (Salih Bademci) karakterinin “Şov devam etmeli” diyerek sonra da “bir yere yaz bundan iyi şarkı sözü olur” demesi ile yapılan bu çok ucuz Freddie Mercury göndermesi, dizinin kalitesini düşüren öğelerden sadece biri olarak karşımıza çıkıyor. Bunun dışında İkinci Sezonda karşımıza müzik üzerinden çıkan iki hata daha var. İlki Aman Doktor şarkısı, diğeri annenin ölüm sahnesindeki Zülfü Livaneli şarkısı Kardeşin DuymazAman Doktor, göreceli çok daha geç bir tarihte modern Yunanca’ya çevrilmiş bir İstanbul Türküsü, çift dilli bir Rum Şarkısı değil. “Kardeşin Duymaz” çalarken ise zaten bir zaman kayması ister istenmez yaşanmakta… Tüm bunlar diziyi bir Anakronizm Cenneti haline getiriyor ve kurgusal inandırıcılığı zayıflatıyor, izleyende yabancılaşma hissi uyandırıyor…

Kulüp’ün bir dizi aman suya sabuna dokunmayayım korkaklığı da var; örneğin neden bir Adnan Menderes gönderisi yok? Neden dizide ışıkçı Kirkor Efendi dışında Ermeni karakter yok? Hatta neden Ermeni ismi bir kere dahi geçmiyor? Neden derin devleti temsil eden karakterinin akıcı Rumca konuşabildiğinden bahsedilemiyor; TC seçkinlerinin Balkan kökenli oluşu, kendi milliyetlerini bırakıp gönüllü asimile olanların aşırı Türk Milliyetçisi olma çelişkisinin altı güzelce çizilemiyor?

Bunca eleştiriye rağmen bu dizide hiç mi iyi bir şey yok? Tam tersi bu saydıklarımız dışında Kulüp tek anlamda mükemmel bir görsel şölen, oyunculuklar, senaryo harika özellikle dizide Ladino (Judeo-Espagnol) ve Rumca kullanımına bayıldım; her iki dilde de aksanlar tartımlar harika, sadece Suzan Kardeş’in o özensiz ve takır takır telaffuzu dışında; her işte bu yeteneği sınırlı kadıncağızın neden yer aldığını da hiç anlayamamışımdır, keşke makyöz olarak hayatına devam etseydi demekten başka çaremiz kalmıyor.  

Kulüp dizisi bu küçük ama can yakan ayrıntılara dikkatli olsaydı gerçekten kült olabilecek bir diziyken bu şansı kaçırmış gözüküyor. Bunun dışında gerçekten çekim kalitesi ve bir döneme (çekingence de olsa) el atış biçimini takdir ediyorum. Ne diyelim bir daha ki sefere daha iyisi artık, Vamos!



 


17 Kasım 2021 Çarşamba

Üç Kuruş Üstüne Üç Kuruşluk Mağdur Edebiyatı | Savaş Çağman

On bir gün önce, CHP İzmir Milletvekili Özcan Purcu, mecliste, basın kürsüsünde, 1 Kasım 2021 tarihinde SHOW TV’de başlayan Üç Kuruş isimli dizi hakkında, zehir zemberek bir açıklama yaptı. Konuşmasında “Atatürk Milliyetçiliği çatısı altında, hepimiz farklı etnik kimliklerle devletimizi, ülkemizi oluşturduk ne güzel. Farklı mozaikler, farklı kültürler ve renkler Türkiye Cumhuriyeti’ni oluşturmuş. Biz de Romanlar olarak bundan gurur duyuyoruz… Yalnız biz ülkemizi bu kadar seviyoruz, vatanımıza bu kadar bağlıyız, milliyetçiyiz, ya bizi niye bu kadar dışlıyorlar, niye ön yargıya maruz bırakıyorlar, niye ötekileştiriyorlar? Ya bu dizi, bir izleyin bu Üç Kuruş dizisini, küfür var, Romanlarla ilgili aşağılanmadık mesela kalmadı ya? Bunu RTÜK izlemiyor mu? Bakın dizide neler var? Bir mafyavari başrol, Roman mahallesinde çekiliyor dizi. Hep Roman hayatı ve Roman’lar tanıtılıyor dizide güya. Ama başrol mafyavari elinde bıçak var, onu birinin boğazına dayıyor, birinin bacağına dayıyor, küfürler bin parça, Çingene nokta nokta nokta diye geçiyor. Çingene demek hani suçtu? Ülkemizde Çingene terimi suç... Biz Rom’uz, Romanız yani. Resmi adımız bu, Avrupa Konseyi’nde, Avrupa Parlementosu’nda, Birleşmiş Milletler’de adımız ulusal terimlerde Rom olarak geçiyor, Hindistan Kökenliyiz…”

Konuşma böyle devam ederek gelişiyor. Kutlu olsun, tebrik ederim herkesi, Türkiye’de diğerleri yetmezmiş gibi bir de Çingene Milliyetçiliği ile karşı karşıya kalacağız artık. Öncelikle Çingene, Türkçe bir sözcüktür. Her halk diğer halka kendi dilinden isim verir. Çeçenler kendine Naxghvo der, şimdi artık Çeçenlere Naxghvo mu dememiz gerekiyor bu beyefendinin tezine göre? Arnavutlar kendine Shqiptar diyor, şimdi artık Arnavutlara böyle mi sesleneceğiz? Gürcüler kendine Kartvel der, şimdi artık Gürcülere Kartveli mi diyeceğiz? Ermeniler kendine Hay der, şimdi artık biz bu ismimi kullanacağız? Benim dilimden bir sözcük keyfiyetle nasıl yasak olabilir? Bu konuşmanın yapılmasına kim, nasıl izin veriyor?

Her halk kendi kültürünü geliştirme, kendi dilini konuşma hakkına tabidir ki sahip. Benim dilimde o halka Çingene denilir, bu bir aşağılama neden olsun? Türkiye’de Çingene Halkının büyük sorunlar yaşadığını, yok sayıldığını tabi ki biliyoruz. Elemle kınanması lazım; kültürlerini yaşatma ve geliştirme hakkına sahipler, bu ülkenin her etnik grubu gibi. Burada bir sorun yok. Sorun şu, Sayın Özcan Purcu, sizin halkının içinde küfreden yok mu, illegal yola soyunan yok mu? Her halkta iyi insanlar var, kötü insanlar var; bunun o toplumla ne ilgisi var? Yani hiç mi yaşamadık, görmedik; İstanbul'da ben Ömerhayyam’da oturdum, Çingene komşularım oldu; çok iyileri vardı, berbat olanları vardı, sohbet edeni de oldu, birlikte müzik yaptığım da oldu, evimde arkadaşımın bilgisayarını gasp edeni de oldu. Bu nasıl bir ırkçılıktır ki Çingeneler çok iyidir diyebiliyorsunuz, bu soyla nasıl gelebilir? Hak savunurken bu nasıl bir ırkçılık propagandası? Her toplum ne kadar iyiyse Çingene toplumu o kadar iyi? Veya o kadar kötü? Çingene sadece bir halkın Türkçe adı, aşağılama falan değil. Bu sözcük yasaklandı diyerek o kürsüden benim dilime nasıl müdahale hakkı görüyorsunuz? Size baskı yapanlarla aynı duruma düşmüyor musunuz? Eh oldu olacak paraya da siz mutlu olasınız diye sipali diyelim olur mu Sayın Özcan Purcu? Bilir misiniz o kolayca itham ettiğiniz dilin atası Eski Türkçe’de düşman kelimesi yoktur, siz ötekiden bahsetmeden önce dilinizdeki Gace kavramını bir irdeleyin lütfen. Kimin kimi niye dışladığını da bir oturun düşünün ve elinizi Türkçe’den çekin, kendi öz diliniz Kalderaş hakkında cümle kurun.

Ne yazık sayın okuyucu Milliyetçiliğin hiçbir biçimi, hiçbirimizin işine yaramaz; tüm kültürleri, kompleksiz, yan yana kutladığımız bir ülke için bu tarz çıkışlara duyarlı olmak gerekiyor. Ben etnik romantizme kapılmış biri değilim, insanın güzelliği olan ve yarattığı her kültüre eşit olarak hayran biriyim ve kendi öz kültürüme de sahip çıkan biriyim; herkes kendi kültürü, kendi dili hakkında tümce kursun ve elini Türkçemden çeksin… Mağdur her zaman haklı değildir ve bu dünya, güç mağdurların eline geçince ne kadar zalim olurlar çok iyi hatırlar, sizin de hatırlamanız dileğiyle…





4 Ekim 2021 Pazartesi

Niye Tanrı Sevgidir? | Savaş Çağman

Kehanet Sanatları arasında Tarot yüzyıllar içinde tüm okült çalışma yapanların her daim ilgisini çekmiştir; bu kişilerden astrolog ve okültist üstat Papus’ün yeri çok özeldir. Üstadın, 1889’de kaleme aldığı Le Tarot des Bohémiens isabetli okült saptamalar ihtiva eder. Bilindiği üzere Kabala çalışmalarında, Tevrat’ta Tanrı’nın gizli ismi olarak geçen YHVH hakkında derin bir külliyat mevcuttur. Tetragrammaton olarak da ifade edilen YHVH asla telaffuz edilmez; biri tekrar edilen üç ana İbrani Harfinden oluşur; Yod, He, Vav ve tekrar He… Gematria denilen kutsal sayılar ilminde bu harflere sayı değerleri de verilir; Yod 10, He 5, Vav ise 6 sayısına denk gelir. Okült Analoji’ye her zaman uyan Kabala ve Hermesçi İrfan ekollerine göre her sayının bir de Astrolojik değeri bulunur, bunun açıklamalarını hem Zümrüt Tablet’te hem de Kabala’nın en kutsalı Sefer Yetzirah’ta buluruz 

Okült Analoji’yle tanımlanmış bu sayı değerleri, Tarot’un 22 karttan oluşan Arcana Majoris’inde (Büyük Sır) tekrarını bulan 22 İbrani Harfi ile aynılık taşır. Bu harfler, 0 değeri alan Alef harfi dışında 1’den 21’e dek altta olduğu gibi YHVH şeması altında sınıflandırılır;

Görüldüğü üzere, Tarot Okuma Sanatı’nın alanına da işaret eden bu sıralamada, çok ilginç bir çözümleme gizlidir. Tarot Okuma Sanatı’nda da kullandığımız Gematria yöntemiyle büyük sayıları toplayarak en temel sayıyı elde ederek çözümleme yaparız; örneğin 123 sayısı 1+2+3=6 olarak karşımıza çıkacak, 6 sayısının Astrolojik ve Gematria yorumu ile anlaşılmaya çalışılacaktır. Bu çözümleme ile sütunları toplarsak ilk satıdan başlayarak; 1+2+3=6, 4+5+6=15=6, 7+8+9=24=6, 10+11+12=33=6, 13+14+15=42=6, 16+17+18=51=6 ve son olarak da 19+20+21=60=6 olarak karşımıza çıkar. Yulardan aşağıya sütunları tek tek toplarsak 1+4+7+10+13+16+19=70=7, ikinci sütun 2+5+8+11+14+17+20=77=14=5 ve son sütun 3+6+9+12+15+18+21=84=12=3 olarak en küçük sayıya ulaşırsak üç sütunun sayısal toplamı 7+5+3=15=6 olarak karşımıza çıkar… Yani yatay ve dikey toplamlar 6 sayısına tamamlanır. 6 sayısı Okült Analoji’de Venüs olarak tanımlanmıştır; yani sevgi, antlaşma ve bağlılığın astro-psikolojik eğilimini temsil eder. İşte Tanrı Sevgidir sözünün temelini de Okült Analoji’deki bu sayısal çözümleme ile de açıklamak mümkündür.