“İşler dünyada öyle” deriz hep, sanki ülkeyi dünyadan kopuk, kendine has işleyişleri olan bir yer olarak görmek istediğimiz içindir bu… Oysa dünyada doğru bir işin düzgün yapılması aynı ortak kuralara dayanır. Kurgusal Gerçeklik ha sinematografik olsun, ha başka bir sanat alanında olsun bir önerme-inandırma temeline dayanır. Yani bir film veya bir dizi çekerken bir şey vaat edersiniz. Vaat ettiğiniz şeyi de o film veya dizinin içinde sunar ve izleyiciyi buna kayıtsız şartsız inandırırsınız. Bu inanma-ikna olma durumu gerçekleşmezse kurgusal gerçeklik saçma bir şekle bürünür ve o iş başarılı olmaz.
Sinema Filmleri ve Diziler aynı süreçlere sahiptir; önce bir hayal, sonra bunun senaryoya yani metne dökülmesi, metnin yönetmen tarafından yorumu, bunun tasarım boyutu ve oyuncular tarafından icrası… Tüm bu süreçlerin mükemmelce işlemesi gerekir. Bu süreçlerden birinin eksiği o işi sıkıntılı hale getirir.
Tüm bunun
yanında sinematografide Dönem İşi
denilen bir kavrama rastlarız; yani bir tarihsel dönemin tekrar kurulması... Bu
da tasarılarla, küçük ayrıntılarla yaratılan ve o dönem atmosferini destekleyen
tüm anları, bildirim, sessel, görüntüsel, jestüel unsurları içerir. Siz Victoria
Dönemi bir dizi çekerken oyunculara tenis ayakkabısı
giydirirseniz, ya da Battal Gazi filminde
Cüneyt Arkın’ın Seiko
marka kol saati kılıç sallarken gözükürse buna da kısaca; Anakronizm
deriz. Anakronizm doğru ve
amaçlı kullanılırsa sanatsal olur, ama sinematografiyi kuran kişi, kişiler
tarafından unutkanlıkla veya cehaletten uygulanırsa bu da o işi çöp haline
getirir. Dönem İşleri yarattığı
etkiyi doğru tarihsellikten alır.
İşte bu
yukarıda sayıp döktüğüm işleyiş bakımından, bir senarist ve oyun yazarı olarak,
naçizane Kulüp dizisini
değerlendirmek istiyorum. Kulüp, Seren Yüce ve Zeynep
Günay Tan ikilisinin yönettiği dram türündeki Türk orijinal
internet dizisi. O3 Medya yapımı olan
dizinin, ilk bölümü 5 Kasım 2021 tarihinde Netflix'te
yayımlandı, ikinci sezon da Ocak 2022 civarında yayıma girdi. Senaryosunu Aysin
Akbulut, Rana Denizer ve Necati
Şahin üçlüsünün yazdığı dizinin konusu İstanbul Galata ve
Beyoğlu civarlarında 1950'li yıllarda geçmekte... Kulüp,
dizisi 15 yıl cinayetten hapis yatan Matilda Aseo’nun (Gökçe
Bahadır) Varlık Vergisinin yasallaşmasını 11 Kasım 1942
olarak belirlersek kaba bir hesapla 1957-1958 yıllarından tekrar Beyoğlu’na
geri dönmesi, terk ettiği kızını yetimhaneden alması, İstanbul gece
hayatında önemli bir rol oynayan bir Kulüp’te
çalışmaya başlamasını konu ediniyor. Yani özellikle dizi ismiyle bize Kulüp’ü
vaat ediyor ama Matilda’yı anlatıyor.
Dizide ilk kafa karışıklığı burada başlıyor.
Öncelikle
dizinin birinci ve ikinci sezonunda Selim Songür (Salih
Bademci) karakteri üzerinden, İstanbul gece hayatında ve
sahnelerde devrim yapacak biri olarak sinematografik bir vaat yapılıyor.
İzleyici olarak beklentimiz şu; Selim Songür (Salih
Bademci) karakterinin yarattığı sahneye koyma etkisi, sesi,
persona’sı ile bir büyü yaratması. Çünkü vaat büyük, ilk sezonda kulüp
patronu Orhan Şahin (Metin
Akdülger) de dillendirdiği gibi “Öyle bir gösteri ki Paris’ten
bile örnek alacaklar”. Pekiyi vaat edilen dizide sunuluyor mu? Öncelikle Kulüp
diyorsak oranın hikâyesinde en azından %50’lik kısmı kaplaması gerekli... Ama
kısa provalar, birkaç küçük sahne ile geçiştiriliyor. Çünkü vaadin altında
eziliyor Salih Bademci’in yetersiz
oyunculuğu, sahne performansı ve şarkıcılık becerileri. Camp bir
figür yani efemine bir sahne ikonunu oynaması tasarlandığı oldukça belli. Ama dönemin
şartları ile şarkıcı bunu bastırıyor; bunu anlıyoruz, peki oyuncu bunu nasıl yorumluyor?
Camp yönünü bastıran biri yerine makulen davranış ile
Camp arasında gidip gelen beceriksiz, irrite edici,
itici bir teatrallik taşıyan kötü bir oyunculukla… Katlanılması olanaksız kötü
bir şarkıcılık, beceriksizce yapılan bir dansçılık! İnsan düşünmeden edemiyor;
bu adamın o dizide ne işi var?
Bu konuda
daha da rahatsız edicisi, tüm Kulüp
çalışanlarının toplanıp “a çok ilginç bir şey var” edası ile prova alanına
gelişleri; bu sahne büyüleyici bir müziğe gelen kişileri vaat etmiyor mu sunuş?
Orada bir beceriksiz şarkıcının viyakladığı iki beceriksiz
anakronist şarkı ile karşılaşıyoruz; bestecileri de Sezen
Aksu ve Kenan Doğulu.
Basında şöyle yer aldı; “Özellikle Salih Bademci'nin hayat verdiği Selim
karakterini seslendirdiği ve sözleri Sezen Aksu'ya ait Masal
şarkısı dikkat çekerken, Kulüp de Kenan Doğulu'nun
dizi için hazırladığı bir şarkı da yer alıyor”. Ülkemizde başka besteci söz
yazarı kalmadı mı arkadaşlar? Hani bu dönem dizisiydi. Dizide, devrimci ilerici
bir müzik vaat edilirken, o dönem estetiğine aykırı, kayıt olanaklarının
değişime uğradığı başka medya etkilerinin söz konusu olduğu 1990’ların tadında
bir beste! Vasat ve Okan Bayülgen
talk show jenerikleri gibi. Sahnede sunulan dans şov ise 1930 kıyafetleri ile Chicago
filminde fırlamış eski moda bir vodvil kokusu taşıyor. Yani Kulüp
ismi ile vaat ettiği kurgusal gerçeklikte sınıfta kalıyor. Zaten şu patron ile
kavga eden bir sahneye çıkıp bir çıkmayan şarkıcı klişesi ve zayıf kurgusal
çözümleme de son derece bayat, öyküsel hiçbir değeri yok. Nevşin
Mengü’nün de bir Youtube
videosunda bahsettiği gibi “kötü bir arabeskle” sunulan bir anlatı…
Gelelim dizideki
tarihsen anakronizme; 15 yıl cinayetten hapis yatan Matilda Aseo’nun
(Gökçe Bahadır) Varlık Vergisinin
yasallaşmasını 11 Kasım 1942 olarak belirlersek kaba bir hesapla 1957-1958
yıllarından tekrar Beyoğlu’na geri dönmesi
gerekiyor. Yani 6-7 Eylül Olayları gerçekleşeli 2-3 sene olmuş olmalı. 6-7
Eylül 1955 Pera’dan
gayrimüslimlerin kazındığı bir Pogrom
idi; daha çok Rumları hedef alsa
da, Ermeniler, Yahudiler de
nasibini almadığı bir yağmaydı ve Pera’nın tümden
çehresini değiştirdi. Dizide bu yansımaları görüyor muyuz? Hayır, Pera sanki
1930’lardaki ihtişamında devam eden bir yer gibi yansıtılmış. Ama aldığı yara
dizide gözükmüyor. İkindi Sezonda, bir bakıyoruz 1955 ve Pogrom
başlıyor. Arada 3-4 yıllık bir hesap hatası var. Hatta bu hesap hatasına
İkinci Sezonda, Matilda’nın kızı Raşel
Aseo’nun (Asude Kalebek) “17
yaşındayım evlenmek için annemin izni lazım” demesi ile daha da büyüyor.
Tarihsel
anakronizm özellikle dönem dizilerinde kötü bir önerme olduğu için gelecekle
ile ilgili pek bir şeyden bahsedilmez, ama Selim Songür (Salih
Bademci) karakterinin “Şov devam etmeli” diyerek sonra da “bir
yere yaz bundan iyi şarkı sözü olur” demesi ile yapılan bu çok ucuz Freddie
Mercury göndermesi, dizinin kalitesini düşüren öğelerden
sadece biri olarak karşımıza çıkıyor. Bunun dışında İkinci Sezonda karşımıza müzik
üzerinden çıkan iki hata daha var. İlki Aman Doktor
şarkısı, diğeri annenin ölüm sahnesindeki Zülfü Livaneli
şarkısı Kardeşin Duymaz… Aman
Doktor, göreceli çok daha geç bir tarihte modern Yunanca’ya
çevrilmiş bir İstanbul Türküsü, çift dilli bir
Rum Şarkısı değil. “Kardeşin Duymaz” çalarken ise zaten bir zaman kayması ister
istenmez yaşanmakta… Tüm bunlar diziyi bir Anakronizm Cenneti
haline getiriyor ve kurgusal inandırıcılığı zayıflatıyor, izleyende yabancılaşma
hissi uyandırıyor…
Kulüp’ün
bir dizi aman suya sabuna dokunmayayım korkaklığı da var; örneğin neden bir
Adnan Menderes gönderisi yok? Neden dizide ışıkçı Kirkor Efendi dışında
Ermeni karakter yok? Hatta neden Ermeni
ismi bir kere dahi geçmiyor? Neden derin devleti temsil eden
karakterinin akıcı Rumca konuşabildiğinden
bahsedilemiyor; TC seçkinlerinin Balkan kökenli oluşu, kendi milliyetlerini
bırakıp gönüllü asimile olanların aşırı Türk Milliyetçisi
olma çelişkisinin altı güzelce çizilemiyor?
Bunca
eleştiriye rağmen bu dizide hiç mi iyi bir şey yok? Tam tersi bu saydıklarımız
dışında Kulüp tek anlamda
mükemmel bir görsel şölen, oyunculuklar, senaryo harika özellikle dizide Ladino (Judeo-Espagnol) ve
Rumca kullanımına bayıldım; her iki dilde de aksanlar
tartımlar harika, sadece Suzan Kardeş’in
o özensiz ve takır takır telaffuzu dışında; her işte bu yeteneği sınırlı kadıncağızın
neden yer aldığını da hiç anlayamamışımdır, keşke makyöz olarak hayatına devam
etseydi demekten başka çaremiz kalmıyor.
Kulüp
dizisi bu küçük ama can yakan ayrıntılara dikkatli olsaydı gerçekten kült
olabilecek bir diziyken bu şansı kaçırmış gözüküyor. Bunun dışında gerçekten
çekim kalitesi ve bir döneme (çekingence de olsa) el atış biçimini takdir
ediyorum. Ne diyelim bir daha ki sefere daha iyisi artık, Vamos!