20 Ocak 2022 Perşembe

Kulüp Mü Matilda Mı? | Savaş Çağman

“İşler dünyada öyle” deriz hep, sanki ülkeyi dünyadan kopuk, kendine has işleyişleri olan bir yer olarak görmek istediğimiz içindir bu… Oysa dünyada doğru bir işin düzgün yapılması aynı ortak kuralara dayanır. Kurgusal Gerçeklik ha sinematografik olsun, ha başka bir sanat alanında olsun bir önerme-inandırma temeline dayanır. Yani bir film veya bir dizi çekerken bir şey vaat edersiniz. Vaat ettiğiniz şeyi de o film veya dizinin içinde sunar ve izleyiciyi buna kayıtsız şartsız inandırırsınız. Bu inanma-ikna olma durumu gerçekleşmezse kurgusal gerçeklik saçma bir şekle bürünür ve o iş başarılı olmaz.

Sinema Filmleri ve Diziler aynı süreçlere sahiptir; önce bir hayal, sonra bunun senaryoya yani metne dökülmesi, metnin yönetmen tarafından yorumu, bunun tasarım boyutu ve oyuncular tarafından icrası… Tüm bu süreçlerin mükemmelce işlemesi gerekir. Bu süreçlerden birinin eksiği o işi sıkıntılı hale getirir.

Tüm bunun yanında sinematografide Dönem İşi denilen bir kavrama rastlarız; yani bir tarihsel dönemin tekrar kurulması... Bu da tasarılarla, küçük ayrıntılarla yaratılan ve o dönem atmosferini destekleyen tüm anları, bildirim, sessel, görüntüsel, jestüel unsurları içerir. Siz Victoria Dönemi bir dizi çekerken oyunculara tenis ayakkabısı giydirirseniz, ya da Battal Gazi filminde Cüneyt Arkın’ın Seiko marka kol saati kılıç sallarken gözükürse buna da kısaca; Anakronizm deriz. Anakronizm doğru ve amaçlı kullanılırsa sanatsal olur, ama sinematografiyi kuran kişi, kişiler tarafından unutkanlıkla veya cehaletten uygulanırsa bu da o işi çöp haline getirir. Dönem İşleri yarattığı etkiyi doğru tarihsellikten alır.

İşte bu yukarıda sayıp döktüğüm işleyiş bakımından, bir senarist ve oyun yazarı olarak, naçizane Kulüp dizisini değerlendirmek istiyorum. Kulüp, Seren Yüce ve Zeynep Günay Tan ikilisinin yönettiği dram türündeki Türk orijinal internet dizisi. O3 Medya yapımı olan dizinin, ilk bölümü 5 Kasım 2021 tarihinde Netflix'te yayımlandı, ikinci sezon da Ocak 2022 civarında yayıma girdi. Senaryosunu Aysin Akbulut, Rana Denizer ve Necati Şahin üçlüsünün yazdığı dizinin konusu İstanbul Galata ve Beyoğlu civarlarında 1950'li yıllarda geçmekte... Kulüp, dizisi 15 yıl cinayetten hapis yatan Matilda Aseo’nun (Gökçe Bahadır) Varlık Vergisinin yasallaşmasını 11 Kasım 1942 olarak belirlersek kaba bir hesapla 1957-1958 yıllarından tekrar Beyoğlu’na geri dönmesi, terk ettiği kızını yetimhaneden alması, İstanbul gece hayatında önemli bir rol oynayan bir Kulüp’te çalışmaya başlamasını konu ediniyor. Yani özellikle dizi ismiyle bize Kulüp’ü vaat ediyor ama Matilda’yı anlatıyor. Dizide ilk kafa karışıklığı burada başlıyor.

Öncelikle dizinin birinci ve ikinci sezonunda Selim Songür (Salih Bademci) karakteri üzerinden, İstanbul gece hayatında ve sahnelerde devrim yapacak biri olarak sinematografik bir vaat yapılıyor. İzleyici olarak beklentimiz şu; Selim Songür (Salih Bademci) karakterinin yarattığı sahneye koyma etkisi, sesi, persona’sı ile bir büyü yaratması. Çünkü vaat büyük, ilk sezonda kulüp patronu Orhan Şahin (Metin Akdülger) de dillendirdiği gibi “Öyle bir gösteri ki Paris’ten bile örnek alacaklar”. Pekiyi vaat edilen dizide sunuluyor mu? Öncelikle Kulüp diyorsak oranın hikâyesinde en azından %50’lik kısmı kaplaması gerekli... Ama kısa provalar, birkaç küçük sahne ile geçiştiriliyor. Çünkü vaadin altında eziliyor Salih Bademci’in yetersiz oyunculuğu, sahne performansı ve şarkıcılık becerileri. Camp bir figür yani efemine bir sahne ikonunu oynaması tasarlandığı oldukça belli. Ama dönemin şartları ile şarkıcı bunu bastırıyor; bunu anlıyoruz, peki oyuncu bunu nasıl yorumluyor? Camp yönünü bastıran biri yerine makulen davranış ile Camp arasında gidip gelen beceriksiz, irrite edici, itici bir teatrallik taşıyan kötü bir oyunculukla… Katlanılması olanaksız kötü bir şarkıcılık, beceriksizce yapılan bir dansçılık! İnsan düşünmeden edemiyor; bu adamın o dizide ne işi var?

Bu konuda daha da rahatsız edicisi, tüm Kulüp çalışanlarının toplanıp “a çok ilginç bir şey var” edası ile prova alanına gelişleri; bu sahne büyüleyici bir müziğe gelen kişileri vaat etmiyor mu sunuş? Orada bir beceriksiz şarkıcının viyakladığı iki beceriksiz anakronist şarkı ile karşılaşıyoruz; bestecileri de Sezen Aksu ve Kenan Doğulu. Basında şöyle yer aldı; “Özellikle Salih Bademci'nin hayat verdiği Selim karakterini seslendirdiği ve sözleri Sezen Aksu'ya ait Masal şarkısı dikkat çekerken, Kulüp de Kenan Doğulu'nun dizi için hazırladığı bir şarkı da yer alıyor”. Ülkemizde başka besteci söz yazarı kalmadı mı arkadaşlar? Hani bu dönem dizisiydi. Dizide, devrimci ilerici bir müzik vaat edilirken, o dönem estetiğine aykırı, kayıt olanaklarının değişime uğradığı başka medya etkilerinin söz konusu olduğu 1990’ların tadında bir beste! Vasat ve Okan Bayülgen talk show jenerikleri gibi. Sahnede sunulan dans şov ise 1930 kıyafetleri ile Chicago filminde fırlamış eski moda bir vodvil kokusu taşıyor. Yani Kulüp ismi ile vaat ettiği kurgusal gerçeklikte sınıfta kalıyor. Zaten şu patron ile kavga eden bir sahneye çıkıp bir çıkmayan şarkıcı klişesi ve zayıf kurgusal çözümleme de son derece bayat, öyküsel hiçbir değeri yok. Nevşin Mengü’nün de bir Youtube videosunda bahsettiği gibi “kötü bir arabeskle” sunulan bir anlatı…

Gelelim dizideki tarihsen anakronizme; 15 yıl cinayetten hapis yatan Matilda Aseo’nun (Gökçe Bahadır) Varlık Vergisinin yasallaşmasını 11 Kasım 1942 olarak belirlersek kaba bir hesapla 1957-1958 yıllarından tekrar Beyoğlu’na geri dönmesi gerekiyor. Yani 6-7 Eylül Olayları gerçekleşeli 2-3 sene olmuş olmalı. 6-7 Eylül 1955 Pera’dan gayrimüslimlerin kazındığı bir Pogrom idi; daha çok Rumları hedef alsa da, Ermeniler, Yahudiler de nasibini almadığı bir yağmaydı ve Pera’nın tümden çehresini değiştirdi. Dizide bu yansımaları görüyor muyuz? Hayır, Pera sanki 1930’lardaki ihtişamında devam eden bir yer gibi yansıtılmış. Ama aldığı yara dizide gözükmüyor. İkindi Sezonda, bir bakıyoruz 1955 ve Pogrom başlıyor. Arada 3-4 yıllık bir hesap hatası var. Hatta bu hesap hatasına İkinci Sezonda, Matilda’nın kızı Raşel Aseo’nun (Asude Kalebek) “17 yaşındayım evlenmek için annemin izni lazım” demesi ile daha da büyüyor.

Tarihsel anakronizm özellikle dönem dizilerinde kötü bir önerme olduğu için gelecekle ile ilgili pek bir şeyden bahsedilmez, ama Selim Songür (Salih Bademci) karakterinin “Şov devam etmeli” diyerek sonra da “bir yere yaz bundan iyi şarkı sözü olur” demesi ile yapılan bu çok ucuz Freddie Mercury göndermesi, dizinin kalitesini düşüren öğelerden sadece biri olarak karşımıza çıkıyor. Bunun dışında İkinci Sezonda karşımıza müzik üzerinden çıkan iki hata daha var. İlki Aman Doktor şarkısı, diğeri annenin ölüm sahnesindeki Zülfü Livaneli şarkısı Kardeşin DuymazAman Doktor, göreceli çok daha geç bir tarihte modern Yunanca’ya çevrilmiş bir İstanbul Türküsü, çift dilli bir Rum Şarkısı değil. “Kardeşin Duymaz” çalarken ise zaten bir zaman kayması ister istenmez yaşanmakta… Tüm bunlar diziyi bir Anakronizm Cenneti haline getiriyor ve kurgusal inandırıcılığı zayıflatıyor, izleyende yabancılaşma hissi uyandırıyor…

Kulüp’ün bir dizi aman suya sabuna dokunmayayım korkaklığı da var; örneğin neden bir Adnan Menderes gönderisi yok? Neden dizide ışıkçı Kirkor Efendi dışında Ermeni karakter yok? Hatta neden Ermeni ismi bir kere dahi geçmiyor? Neden derin devleti temsil eden karakterinin akıcı Rumca konuşabildiğinden bahsedilemiyor; TC seçkinlerinin Balkan kökenli oluşu, kendi milliyetlerini bırakıp gönüllü asimile olanların aşırı Türk Milliyetçisi olma çelişkisinin altı güzelce çizilemiyor?

Bunca eleştiriye rağmen bu dizide hiç mi iyi bir şey yok? Tam tersi bu saydıklarımız dışında Kulüp tek anlamda mükemmel bir görsel şölen, oyunculuklar, senaryo harika özellikle dizide Ladino (Judeo-Espagnol) ve Rumca kullanımına bayıldım; her iki dilde de aksanlar tartımlar harika, sadece Suzan Kardeş’in o özensiz ve takır takır telaffuzu dışında; her işte bu yeteneği sınırlı kadıncağızın neden yer aldığını da hiç anlayamamışımdır, keşke makyöz olarak hayatına devam etseydi demekten başka çaremiz kalmıyor.  

Kulüp dizisi bu küçük ama can yakan ayrıntılara dikkatli olsaydı gerçekten kült olabilecek bir diziyken bu şansı kaçırmış gözüküyor. Bunun dışında gerçekten çekim kalitesi ve bir döneme (çekingence de olsa) el atış biçimini takdir ediyorum. Ne diyelim bir daha ki sefere daha iyisi artık, Vamos!