29 Mart 2008 Cumartesi

Çocuk Gözleriyle Göğe Bakmak Tolomuş Okeyev (Söyleşi)

     Sanatçı, ona sanatında yol haritası oluşturacak birçok deneyimi çocukluğunda biriktirir. Belki de çocuk merakını hiç yitirmeyen kişidir sanatçı. Tolomuş Okeyev’in kendine has sinema anlatılarında bu göğe merakla bakan, öğrenme tutkusuyla dolu çocuk-sanatçıyı kolaylıkla duyumsarız. Belki de onun sanatının en etkileyici yanı budur; “saflık ve bilginin iç içe geçmesi!”

    Tolomuş Okeyev, 1935 Bokonbaevo köyünde Issık-Köl bölgesinde doğmuş, sadece Kırgızistan’ın değil dünyanın en önemli film yönetmenlerinden biridir. Sanatçı, 1958’de LIKI’yi (Leningrad Sinema Okulunu) bitirdi. Mezuniyetinin hemen sonrası ses teknisyeni olarak Kırgızfilm’de görev aldı. Arayış içinde bir sanatçı oluşu başka ufuklara onu ulaştırdı. 1966 yılında Moskova’ya senaryo eğitimi almaya girmesiyle film yönetmenliğine ilk adımı atmış oldu. Böylelikle “Ateşe Tapınmak”, “Ulan”, “Çocukluğumun Gökyüzü”, “Kurt Sultanı” gibi anıtsal işlere yönetmen olarak imza attı. Sovietskaya Kırgızya isimli bir sinema dergisi çıkardı ve Firunze’de bir tiyatro oyunu sahneye koydu. Ama onun sanatçı kişiliği en çok sinema yönetmenliğinde kendini açık eder. Gerçekten filmlerinde müziğinden kurgusuna tüm sanatlara tutkuyla bağlı bir sanatçının duyarlılığı sezilir. Okeyev, bağımsızlık sonrası Kırgızistan’ın ilk Türkiye büyükelçisidir. Vefatına dek Türkiye’de yaşamıştır. İç Asya sinemasının yabancı Oscar adaylığı olan bu ilginç sanat adamının kızları Okeyev Vakfı yöneticisi Aziza Okeyeva ve Alima Okeyeva ile sohbet fırsatı bulmamı bizim için çok özel bir deneyim oldu.

Tolomuş Okeyev çok yönlü bir sanat adamı, bize biraz babanızın sanat hayatından bahsedebilir misiniz? Çok yönlülüğünü biraz bize anlatır mısınız?

Alima Okeyeva – Babam Issık-Köl bölgesinde dünyaya geldi. Her zaman en iyi doğa, en iyi arasında büyüdüğünü söylerdi. Onun yetiştiği bölgede bizim şarkılarımız, bizim kültürümüz, ilk aldığı intibalardır. Sonra Bişkek’e okumaya gitti ve orada kaldı. Böylelikle Sovyet kültürüyle tanıştı, öğrenmeye başladı. Sonra da Leningrad’a okumaya gitti. Orada bildiğiniz gibi birçok sanat eseri var ve babam onlarla tanışmış oldu. O halktan çıkan bir insandı ama hem de tüm uygarlığın kültürüne ulaşmak arzusundaydı. Hem de kendi kültürüne başka bir bakış açısıyla bakabildi. İlk olarak ses teknisyeni olarak okudu ve birkaç filmde çalıştı.

Küçük bir parantez açalım. Okeyev’in sinemasında müziğin çok önemli bir yeri var. Bu ses teknisyenliğiyle mi ilgili aslında?

Alima Okeyeva – Evet babam, müzik kaydını da yapmaktaydı. Bunun dışında çok iyi bir klasik müzik hafızası vardı ve duyduğu parçayı hemen tanırdı. Türkiye’ye geldiğinde bazı filmlerde orijinal müzik kullanılmaması onu çok şaşırtmıştı. Çünkü onun filmlerinde gerçekten müziğin önemli bir rolü vardır.

Peki Okeyev’in sanat hayatı nasıl devam etti?

Alima Okeyeva – Babam ifade tutkusu genişti. Fikirleri sadece o meslek çapında sınırlı değildi. Bu yüzden senaryo eğitimi için Moskova’ya senaryo ve yönetim kurslarına girdi. Mezuniyet işiyle de çok dikkat çekti. Bu iş bir belgeseldi ve atları konu ediyordu. O ufacık kısa filmin içinde dramatik bir kurguyla işledi konuyu. Bu doğumundan ölümüne bir atın hayatı idi. Bu konuyu çok derin bir hayata bakışla sunuyordu. Bu da çok dikkat çekti. Bundan sonra başka filmler geldi. İfadesiyle hem ulusal bir sanatçı olarak hem de değindi konular sayesinde evrenselliği yakalayarak bir dil oluşturdu. Örneğin “Çocukluğumun Gökyüzü” zamanın ötesinde, birçok ülkede gösterildi ve her zaman benzer tepkiler aldı ve izleyenleri etkiledi. 1966’da çekildi ve 1967’de gösterime girdi bu film ama gösterime giren bir film olsa da ilk izleyen seyircileri hâlâ etkilemeye devam ediyor. Çünkü bu filmde işlenen sorunlar kalıcı sorunlar; Ömür nedir? Anne baba ile ilişkiler nasıldır? Teknoloji ile gelenekler arasında çatışma nedir? gibi konulardı bunlar. Bunlar kalıcı sorunlar. Babamın tüm filmlerinde aynı şeye rastlanır.

Aziza Okeyeva – Tiyatro oyunu yönetmesine gelince babam onu bir deneme olarak yapmıştı ama memnun kalmamış bana aktardığına göre. Hep yönetmen olmayı amaç edinmişti ama çok yönlü biriydi. Her işte en iyi olmayı amaçlardı ve başarılı bir şekilde yapmayı isterdi.

Tolomuş Okeyev bir söyleşisinde “Sinema bir sentezleme sanatıdır ve başka sanatlarla paylaşıma girmezse var olamaz” diyor. Bu sözünün yansımasını Okeyev’in sinemasında nasıl bulursunuz? Diğer sanatlarla sinemayı nasıl bağdaştırmış, ilişkiye sokmuştur? Bu konuda yöntemi nedir?

Aziza Okeyeva – İlk önce insanın kendisini kültürle yetiştirmesi gerektiğine inanıyordu. Öbür kültürlerle tanışmak gerektiğini de ekliyordu. Aynı zamanda bir dünya bakışına sahip olmak, hem kendi eski kültürünü bilmesi gerektiğini vurguluyordu. Bizim bir kökümü var oradan çıkıyoruz. Onu bilmek, tarihimizi bilmek ve bunun yanında evrensel kültüre sahip olmak, bilmek. İnsan ruhani olmalıdır, insan kendiyle zengin olmalıdır o zaman ifadesi de zengin olur derdi. Bir şey söylemeye gerek duyan insan olur. O her zaman son bir şey kullanmak istiyordu. Zaten babam klasik müziği çok iyi biliyordu. Klasik resimde yine aynı ilgiye ve hafızaya sahipti. Leningrad’da okuduğu dönemde onun için bir avantajdı çünkü birçok sergilerin, müzelerin olduğu bir şehirdi orası. Babam saf bir köy çocuğuydu aslında o şehirde. Büyük bir tutku ve öğrenme isteğiyle sergilere, konserlere gitmeye başlamıştı. O zaman imkânsızlıklar içindeydiler ama devamlı konsere gidiyorlardı ve sanat etkinliklerini kaçırmıyorlardı. Son gününe kadar babam kitap almıştır. En büyük tutkusu okumaktı. Öğrenmeye her zaman açıktı ve açtı.

Peki Okeyev’in çalışmaları nasıldı? Bir film onun için nasıl oluşurdu?

Aziza Okeyeva – Bir filme başlamadan önce çok büyük bir iş yapıyordu. Özellikle tarihi bir filmse bu uzmanlara danışıyor, uzmanlarla görüşüyor. Kitapları okuyordu. Çünkü çokça bilgilenmek isterdi. Tarih onun en önemli ilgi alanıydı. Her zaman köklerini araştırıyordu. Göktürklerin tarihine dek araştırdı. Bir kompozisyon oluşturmayı sinema sanatının gerekliliği olarak görüyordu. Beş altı yaşındayken ikinci dünya savaşı zamanında çobanlık yapıyordu. At yoktu ve o inek üzerinde sabahtan akşama kadar bu işi yapıyordu. Bunu “Çocukluğumun Gökyüzü” isimli filmde işlemişti. Aynı zamanda okuyor ve çalışıyordu. O filmde gördüğü hatırladığı birçok şey var. Bu filmin senaryosunun başkası yazdı ama ön çalışma adeta bir albüm gibi her sahneyi çizmişti.

Okeyev hakkında yazılan birçok yazıda “Ateşe Tapınmak” ya da “Çocukluğumun Gökyüzü” filmlerinde sanatçıya özel bir gerçekçilikten söz ediliyor. Okeyev’in gerçeği neydi? Onun felsefesi neydi?

Alima Okeyeva – “Ateşe Tapınmak” gerçekten olmuş bir tarihi olaydan yola çıkmıştır. Bu bayan bizim ulusal kahramanlarımızdan biridir. Bir kadın olmasına karşın, Kırgızistan’da ilk Sovyet çiftlikleri (kolhoz) oluştururken onun başkanı olarak atanmıştı. 1925 yılında geçen bu filmde, öbür film ise neredeyse tümüyle biyografik. Bu biyografik hikayede yaylada çobanlık yaptığı çocukluğundan çok şey var. Kendi köklerini korumadan dünya ruhani zenginliğe geliştirmeden insan büyümez, kendi çocuklarını yetiştiremez diye düşünürdü babam. Babam her zaman doğaya tapınmıştır. Uyumlu yaşamayı düşünmüştür. Doğa ne kadar çeşitliyse halklar da o kadar çeşitli olmalıdır derdi. Hiçbir din, ırk olarak ayrım yapmıyordu o. Ne kadar çeşitli olması o kadar zenginlikti onun için. Onun için sadece iki ırk vardı; kötü adam, iyi adam. Bunların hepsi çocukluktan ona kalmış şeylerdi. Bu da tüm sinemasında belli oluyordu. Aslında bir sinema eleştirmenin işi bu ama benim babamın filmlerinde fark ettiğim bir şey, söylemeden geçemeyeceğim; çünkü filmlerinin hemen hepsinde çocuklar ve hayvanlar önemli bir yer tutuyor. Onun çocuklarla ve hayvanlarla çalışması çok ayrı bir tarz. Onlarla nasıl anlaştıkları ise neredeyse bir sır. Ama tüm filmlerinde var, her filminde muhakkak bir çocuk oyuncu ve bir hayvan var. Onun için çocuk duyguları, hayvanla insanın iletişimi, hayvanın duyguları en temiz olan duygulardı. Hiç yalan olmayan bir iletişimdi bu onun için. Aynı zamanda çocukları ve hayvanları kandıramazsınız derdi her zaman. Çünkü onlar iki yüzlü davranışı hemen davranışınızdan anlar, derdi.

Aziza Okeyeva – Bunun dışında “Ateşe Tapınmak” filmde insani olarak özel insanlar değil tarihi kişilik. Yeni rejime insanların tepkileri olmuştu. Eskiden çok zengin olan insanların elinden her şey alındı, yeni iktidar bu görevin başına bir bayan getirdi. Zengin olmayan bir aileden ve koca baskısı altında geleneklerle ezilmiş bir kadındı bu. Büyükler karşısında baş eğen bir kadın ama onu kolayca yönetmek için seçmişlerdi. Onun kolay yönetileceğini düşünmüşlerdir en başında. Bir süre sonra kadının içinde gururu uyanıyor ve kendi hak anladığı düşünceyle yönetiyor. Eski zenginler için engel olmaya başlıyor ve sonuçta öldürülüyor. Filmin kısaca işlediği konu bu...

Alima Okeyeva – Sohbetlerde babamın onun genel konusu aslında “sevgi” idi. Her zaman bunu belirtmiştir. Bu sevgi aileye, insana ve vatana olsun bir bütündü. Sevginin, Tanrının insana en büyük armağanı olduğuna inanıyordu. Çünkü sevgi yaratıcı, nefret yıkıcıdır ona göre. Nefret yok edicidir, derdi. Bu bahsettiğimiz zor koşullarda hayatta kalmak nefretle olamadı ona göre. Olumsuz bir dünyada sadece sevgi bir çözümdü, sevmek ve inanmak...

Kırgızistan’da Okeyev isminde bir vakıf var. Biraz bahseder misiniz vakıf hakkında?

Aziza Okeyeva – Bizim en önemli görevimiz belki de babamın filmlerini yeni teknolojiye çevirmek oldu. Bir proje olmuştu, DVD’ye çevriliyor filmlerinin çoğu. Bu filmlerin tümü ne yazık eski formatta ve sayısal alana aktarılmamış durumda. Bunu yapamama nedenimiz bu filmlerin çoğunun asıllarının Moskova’da oluşu. Haklar da orada. Onları almak için yüksek bir meblağ ödememiz gerekmekte. Bu yıl babamızın yetmişinci yaş gününü on bir eylülde kutlayacağız. Ama bu çerçevede ufacık bir festival düzenlemek için bütçemiz maalesef yetmiyor. Babamın filmlerinden bir toplu gösterim sunucağız. Bunun dışında doğduğu yörede bir turne yapacağız. Çünkü o kendi ülkesinin tanıtımı için çok katkıda bulunmuş biri. Babamın yetmişinci yaşı nedeniyle bir kitap çıkarmayı düşünüyoruz. Mirasını saklamak için sadece biz ailesi olarak değil, tüm ülke olarak düşünmeliyiz. Türkiye ve Rusya’nın beş yüz yıla yayılan ilişkileri hakkında bir senaryo çalışması vardı babamın, bu Rusça olarak bir dergi biçiminde yayımlandı. Şimdi bir kitap ve bir belgesel üzerinde çalışıyoruz. Bunun dışında babamın farklı makaleleri var, onları bir kitap ve bir dergi halinde çıkartmak gibi düşüncelerimi var.

Kırgızfilm’in kuruluşu 1942 yılı. 1954-60 yılları arasında ise ulusal Kırgız sinemasının ilk örnekleriyle karşılaştığımız yıllar. 1940’larda 213 gösterim salonu varken bu sayı 1988’te binli rakamların üzerine çıkmış durumda. Kırgız halkının sinemaya yaklaşımı nedir? Günlük hayatta sinemanın yeri ne Kırgızistan’da?

Aziza Okeyeva – Kırgız sineması oldukça gençtir. Aşağı yukarı sinemamızın tarihi otuz yıl. Bu kısa tarihine karşın Kırgız sinema tarihi oldukça renklidir ve kendi içinde bir patlamayı, yaygınlık kazanmayı taşıdı bu sinema diğer örneklerinden farklı olarak. Sovyet döneminde ufak ülkelerden biri sayılmasına rağmen bizim sinemamızı “mucize” olarak nitelemişlerdir. Bu yüzden de Kırgız sineması sıra dışı bir fenomen olmuştur. Çünkü en baştan çeşitli uluslararası festivallere katılmaya başladı ve ödüller aldı. Sinemasını bir yana koyun, Kırgızistan’ı kimse tanımıyordu. Babamın “Kurt Sultanı” filmi Oscar ödülüne aday gösterilmesiyle bizim neslimiz böylece gurur duyduğu bir sinemayla yetişmiş oldu. Şu an kültürümüzün bir parçası sinemamız ve onur kaynağımız.

Günümüzde Kırgız sineması ne durumda? Kazak, Türkmen ya da Özbek sinemasıyla alışverişi nedir?

Aziza Okeyeva – Sovyet dönemi sonlanınca bu kültür hayatında ve ekonomide çok tahribat yaptı. Sadece ekonomik değil her alanda oldu bu. Bizim kültür hayatımızı da çok etkilemişti, olumsuz olarak. Ama Kırgız sineması hayatta kalmayı başarabildi. Yavaş yavaş genç bir kuşak yetişti. Büyük imkanları olmasa da bir şeyler yapmaya başladılar. Böylelikle kendi sinemalarına izleyici buldular. Kendi hayranlarını buldular. Bir yerden kaynak bulup bir yerden senaryo amatör oyuncular vs ama yavaş yavaş tekrar canlanmaya başladı. Tekrar uluslararası arenaya çıktı sinemamız. Bu yeni gelen kuşak eski sinema geleneğimizi sürdürmeye çalışıyorlar. Belirttiğim gibi Sovyet döneminin sonrasında, bağımsızlık döneminde tüm cumhuriyetlerde kültür ayakta kalmaya çalıştı. Bazı ülkelerde bunu iyi başardılar. Ama kültür hayatı söz konusu olunca, ülkelerin aralarındaki bağlantılar zayıfladı, hatta kopma noktasına geldi. Her ülke bağımsızlığı yüzünden belki de kendine başkasıyla pek ilgilenmedi. Son zamanlarda herkes anladı ki tekrar işbirliği gerekmekte. Örneğin Kırgız halkı Kazak sinemasını tanımıyor. Kazak sinemacılar Özbek sinemasını tanımıyor. Bir araya toplayıp kendi sanatlarını ne gelişmeler oluyor onları alışveriş kendi eserlerini gösteriyorlar birbirlerine. Örneğin yakında Alma-Atı’da genç sinemacıların festivali düzenlenecek. Eylül’ün yirmi birinde çok büyük bir Avrasya Filmleri Festivali yapılacak Alma-Atı’da. Burada söylemeden geçemeyeceğim, Kazakistan hükümeti kendi kültürüne çok büyük destek veriyor. Kültür için ayırdığı bütçesinden büyük bir meblağ. Maalesef bu ekonomisi yüzünden Kırgızistan için mümkün görünmüyor.

Alima Okeyeva – Kırgızistan’da sinemaya her zaman halk tarafından çok büyük bir ilgi vardı. Son zamanlarda tabi ki Amerikan sineması tüm dünyada olduğu gibi bizde de ama buna rağmen Kırgız sinemacılar derneği diğer sinemaları da tanıtmaya çabalıyor. Örneğin yakın bir tarihte Türk sineması haftası düzenlendi Bişkek’te. Geçen ay Devlet Sinema Komitesi ve Sinemacılar Derneği şöyle bir etkinlik yaptı; Bişkek kentinin tüm sinemaları Amerikan filmlerini, şu vurdu kırdılı filmleri kaldırdılar ve tüm sinemalarda Kırgız filmleri gösterdiler. Televizyonda bu filmler gösteriliyor ama sinemalarda uzun bir dönemdir izlemek mümkün değildi. Festivaller dışında çok nadir gösterimi oluyor. Belki bu sayede gençleri bu tarafa yönlendirmek mümkün olacak.

Aziza Okeyeva – Bizim yaşına karşın zengin sinema tarihimiz olmasına rağmen şu anda bu mirasımı büyük tehdit altında, tehlikede çünkü bizde bu arşivin orijinalleri yok. Kırgızistan hükümetinin mali gücü yetmiyor.

Peki Kırgızistan’da sinema eğitimi veren kurumlar var mı? Festivaller var mı?

Alima Okeyeva – Güzel Sanatlar Okuluna bağlı sinema eğitimi verilen bir Fakülte olarak var. Ama sadece teorik olarak. Çünkü film yapmak pahalı bir şey. Gençlerin çoğu buna şöyle çare buluyor; video filmi yapıyorlar. En ufak imkanlarla bir şey yapmaya çalışıyorlar. Mesela profesyonel oyuncularla değil de arkadaşları arasından amatöre oyuncularla işleri kotarıyorlar.

Aziza Okeyeva – Ama bu işin en korkunç tarafı yeni gelen neslin şu vurdu-kırdı sineması ya da Amerikan sinema diline yakın işler çıkarması. Bizde yok ama Rusya’da Sinema Konfederasyonu var, orada eski dönemde üretilmiş filmler için Baltık ülkeleri ve bağımsızlığını kazanan diğer cumhuriyetler katılıyor. Onlar düzenli olarak Alma-Atı’da olsun Moskova’da olsun festivaller düzenliyorlar. Bu festivallerde klasik işler yanında yeni yapılan işlere de yer veriliyor. Ama Kırgızistan’da ne yazık yok.

Kırgız sinemasında Okeyev’in yeri tartışılmaz, peki dünyada nasıl bir ilgi var?

Aziza Okeyeva – New York’ta bir “İpek Yolu Sinema Festivali” düzenlendi, burada çok ilgi vardı. Çok başarıyla gerçekleşmişti ama bazı kopyaları Amerikalı yapımcılar satın almışlar. Scorsese mesela “Kurt Sultanı” filminin film gösterim haklarını almış durumda. Bu sorun sadece babamın filmleriyle ilgili değil tüm eski Sovyet cumhuriyetlerinin ortak sorunu.

Yine de filmin sonu belli olmaz değil mi?

Aziza Okeyeva – Biz de öyle umuyoruz (gülümsüyor)