12 Şubat 2008 Salı

Organikten İnorganiğe (Deneme)

“McLuhan 1976’da ‘kitle iletişim araçlarının uyguladığı baskının akıldışılığa yol açtığını’ ve onları kullanma biçimlerini değiştirmenin aciliyet kazandığını keşfettiğinde gösteri savunuculuğundan vazgeçmişti” der Guy Debord “Gösteri Toplumu” isimli çok tartışılan kitabında. Kitle iletişim araçlarının sanat üzerinde büyük bir değişime neden olduğu gün gibi açıktır. Ama bu sanatın macerası içinde ona yarar mı sağlamıştır, yoksa zarar mı? İşte çok tartışılan bir soru.
Sanatın bütün disiplinleri arasında bir bağ olduğu su götürmez. O yüzden müzikten bahsederken onunla birlikte plastik sanatların evirilmesine de göz atmakta yarar var. Sanat ürünü belki de tarihin başından beri sanatçıya ısmarlanandı. Erk sahibi olan ismini yüceltmek, kalıcı bu dünyadan göçüp gittiğinde ardında bir şey bırakma gayretiyle sanat ürününü ısmarlamaktaydı. Ürün, ister dinsel içerikli olsun, ister kamu yararına olsun, aslında ısmarlayanın ölüme nanik yapma isteğinden başka bir amaca yönelmiş değildi.
Çağımızda çoğu şeyin anlamının değişmesi gibi sanatında anlamı değişti. Ismarlayan “genel beğeni” haline geldi. Ticari Pop, kendince toplum nabzını tutarak deneysellikten çok, önceden de başarılıya ulaşmış yöntemleri farklı ambalajlarla sunmaya devam etmekte. 1990lardan bu yana tüm dünyada neredeyse yeni bir şey yapılmamasının belki de en önemli nedeni bu. Şu anda sanat dünyası gerçekten büyük usta Jean Baudrillard’ın da belirttiği gibi garip bir görünüm sunuyor ve sanatta, esinde bir tıkanma var. Birkaç yüzyıl boyunca batı sanatının oluşturduğu gelişme, onun da belirttiği gibi kendi görüntü zenginliğinin karşınında donup kalmış. Batı bir zengin kilerine benziyor bu haliyle. Bu yüzden günümüz bestecileri, arşiv karıştırmaya, buluntu nesnelerle üretmeye soyunmakta. Plak çağının kalıntıları üzerinden inşa edilmeye çalışılan elektronik müzik temellerinin sağlam olmamasına daha ne kadar dayanabilecek? Aslında bu olgu cazdan klasik müziğe aynı şekilde karşımıza çıkmakta.
Peki bu hale nasıl geldik? Arnold Gehlen, modern insanın bilgisinde ortaya çıkan değişikliklerle ilgili olarak teknolojinin hızla gelişmesinin önemli sonuçlarından birinin inorganik olanın, organik olanın önüne geçmesi olarak söylemektedir. Böylelikle, modern toplumda teknoloji-endüstri-bilim üçlüsünün hükümranlığıyla var olan kültürel bir üst yapı ortaya çıkmıştı. İnorganiğin bu dünyasında deney ve sürekli soyutlama dominant faktörler olarak devam edip gitmekteydi. Artık modern insan organik maddenin yerine inorganik maddeyi, organik gücün yerine inorganik enerjiyi yerleştirmişti. Dünyanın hemen her yanına ve pek kısa bir sürede bu doğal-yapay yayıldı, eskisiyle yer değiştirdi. Aslında organik yaşam öyle insanın cenneti değildi, tam tersine organik yaşam dönemi insan için sorunlu bir dönemdi. İnorganik dönemde insan temel yaşamsal sorunlarından kurtulmuş oldu. Ama bu da yabancılaşmayı getirdi sonuç olarak. Böylece makineleşmenin, aletlerin, deneylerin, ölçülebilirliliğin, fonksiyonelliğin, rasyonelliğin, soyutlamanın inşa ettiği bütünüyle yeni bir dünya ortaya çıktı. Bu dünyada hakim olan unsurlar teknoloji, bilim ve endüstriydi. Bürokrasinin soyut ve inorganik görev, hak, mecburiyet ve sorumluluk anlayışı ve bu yolda gerçeklik kazandırdığı toplumsal paylaşım biçemi bu dünyanın rasyonel olarak örgütlenmesini sağladı.
Bu yukarıda sayıp döktüğümüzün modern sanatla ve müzikle ne ilgisi var diyorsunuz sanırım. Evet doğrudan ve çarpıcı bir şekilde ilgisi var. Çünkü yukarıda yaşanan organikten inorganiğe varma süreci aynen müzikte de yaşandı. Ünlü sosyolog Anton Zijderveld’in de belirttiği gibi rasyonellik kolayca diğer yöne dönebilir. Yani boş tuvallerin, üzerine çizgi bile çizilmemiş boş kağıtların, çılgınca çalışan bilgisayarlara yüklenen anlamsız formüllerin, tiyatroda izlenen çılgınlığın ve sonuçta da bütünün anlamsızlaşmasının şaşırtıcı tezahürleri ile yüz yüze gelebiliriz, ki geliyoruz da. Deneyselciliğin nihai sonucu ise, saçma sapan hale gelene dek soyutlama olacaktır. Bu aslında bir tür çılgınlık hali ya da intihardır. Bugün bu sanat olarak isimlendiriliyor ama sonuçta bu sadece bir “isim”.
Bilgi bilincin bir parçasıdır dersek, yukarıda aktardığımız ruh hali günümüzün müzikte hal ve gidişini kolaylıkla kavramaya yardımcı olmakta. Bir yandan eskinin tekrarı olan bir ticari pop, bir yandan soyutlamanın anlamsızlık sınırına vardığı bir modern sanat. Avusturyalı şair Robert Musil “kendisine özgü özellikleri olmayan bir insan, insansız özelliklerden başka bir şey değildir” demekte. Belki de günümüzün pop starları da organikten inorganiğe doğru yönelimde (örneğin kendini yeniden yapılandıran Michael Jackson gibi) insansız özelliklerden başka bir şey olmamayı seçmekte.
Şu ağır, kocaman harfleriyle azımda büyüyen lakırdıyı, yani Sanat sözcüğünü gevelerken ustam Baudrillard’ın sözleri aklıma düşüyor; “Sanatın her yerde çoğaldığını görüyoruz. Sanat üzerine söylem ise daha da hızlı çoğalmakta. Ama sanatın ruhu yok oldu. Macera olarak sanat; yanılsama yaratma gücüne sahip sanat; şeylerin daha üstün bir oyunun kuralına boyun eğdirdiği, gerçekliğe karşıt bir ‘başka sahne’ kuran sanat; bir tuvalin üstündeki çizgi ve renk gibi, varlıların anlamlarını yitirip kendi varlık nedenlerini aşarak bir baştan çıkarma süreci içinde ideal biçimlerine (bu, onların kendi yok olmuş biçimleri olsa bile) ulaşabildikleri aşkın bir figür olarak sanat yok oldu.”
Etobur cinsellik hayaletiyle kuşatılmış pop, yukarıda sayılıp dökülenle tanımlandığında apaçık karşımızda beliriyor işte. Eskinin yeniye evrilmesi o kadar da insanı dehşete düşürecek bir şey değil ama asıl gelmekte olan insanı dehşete düşürebilir. Sanatın saptandığı ve kurallara bağlandığını göz önüne alırsak, her kuralın bir data olduğunu düşünürsek, istiflenen ve sıralanan data’ları art arda dizme üstadı bilgisayarın neler yapacağını düşünün bir? Geçen hafta Amerika’da yapay zeka üzerine doktora yapan arkadaşım Ankara’ya geldi. Boş vaktinde yaptığı müzikleri PC’ sinden dinletiyordu. Bir ara “Bak bu nasıl?” dedi. Eşliği hoş olan bir beste. Sonra da ekledi “Bunu bilgisayarım besteledi”. Yazdığı programa bazı armonik kuralları data olarak girmişti. Bilgisayar belirlenen ilkelere göre beste yapmıştı. Burkay Dönderici belki de geleceğin müziği ve sanatıyla ilgili birçok ipucu veren bu programıyla bana “hah işte bu da oldu nihayet” dedirtti.
Peki bundan sonra ne olacak? İnsanlar organik döneme geri dönmeyeceğine göre, dinlenenin izlenene dönüştüğü, sanatsal disiplinlerin birbirine karıştığı daha karmaşık bir dönem bizi bekliyor. Bu dönem bize devamlı “bu gerçek mi?” sorusunu sorduracak. Rüyaların gerçekle iç içe geçtiği, hepimizin kendimizi ana rahminde hissedeceği ama güvenli olmayan bir dönem bu.
Tavşan deliğine düşünmeden atlayan Alice aramızda yok sanırım. Belki de onun varacağı yer kameralarla izlenen, gösteri toplumunun klostrofobik bir tavşan deliğidir günümüzde, kim bilir? Ama bağırmadan edemeyeceğim doğrusu; “Hey Mr. DJ! Artık bilgisayarlar beste yapıyor! Papucun çoktan dama atıldı!”