2 Ekim 2017 Pazartesi

Gutai Hareketi ve Fluxus | Savaş Çağman

Ülkemde son yıllarda Sanatbazlığına süslü kılıflar arayanlar, sıkça Fluxus, Dada, Non-Art, Non-Music gibi kavramların sosu altında kokmuş etlerini müşterilerine pazarlama telaşında… Onlara Töz’den, yani manevi kökün değerinden, sanatın değiştirici özelliğinden söz ettiğimde anlamadıklarını gördüm. Çünkü şia edindikleri Batı Çağdaş Akımları ve Avangart, Töz’den ve kısacası manevi güçten ibaret Doğu Asya’nın kötü replikalarından öteye gitmediği içindi. Hoş burası fotokopi bir kültür olduğu için, son seksen yıldır şark çıbanlarını Paris fondötenleri ile kapatıp o bitmek bilmez yapmacılığıyla devam eden kostümlü provanın düşünsel travestileri oldukları için; aslında şu Sanatbazların sahteliklerine hiç de şaşırmamak lazım.
Yirminci yüzyılın başında anlatıcı sanat yerini, ruhçözümleyici, konusu insan olan bir eğilime bıraktı. Ama Birinci Dünya Savaşı ve İkinci Dünya Savaşı’nın yıkımları özellikle ikincisinde kişinin yok olması, figürün ölümü ile karşılaştı. Sonsuz soyutlamalar bizi Neolitik Çağ insanının, Asya’nın veya İlkellerin Soyutlamacı, Bezemeci anlayışına götürdü. Bu anlatım ilk katılım savaşında Dada, müzikte Serializm gibi akımlara yönelirken. 1960’larda bir Yeni Dada tekrarı gibi karşımıza çıkan Fluxus oldu. Ama burada gizli bir tarihe, başka bir öncel olarak Gutai Hareketi’ne bir göz atmamız gerekiyor.
Gutai Grubu (具体美術協会 Gutai Bijutsu Kyōkai) Japonya’da İkinci Dünya Savaşı sonrası ilk köktenci sanat grubuydu. 1954 yılında, Osaka’lı ressam Jiro Yoshihara önderliğinde dönemim sanatsal bağlamına ve bağlantılarına bir reaksiyon olarak başladı. Kökenden tamamen kopma eğilimi gibi görülse de Gutai, vücut ve cisim arasındaki ilişkiyi araştırırken son derece manevi olan Zen Geleneği’nin hareket kuramlarından yararlandı ve bir dizi keşifte bulundu. Gutai, özellikle birçok yayın aracını kullanarak, büyük ölçekli işlerinde, performanslarda ve tiyatro etkinliklerinde özgünlük arayışı içinde vücut ve madde arasındaki ilişkiyi vurguladı. Gutai Hareketi, geleneksel sanat stillerini performatif aciliyet lehine reddetti.
Shozo Shimamoto ve Jiro Yoshihara, 1954'te Gutai'yi birlikte kurdu ve Gutai adını öneren Shimamoto idi. Gu (), anlam ifade aracı, ölçütler veya bir şeyler yapma biçimini, “vermek, sağlamak, sahip çıkmak, sahip olmak” fiilini anlatırken, ikinci sözcük Tai () beden, sağlık, form ve biçimi ifade etmekteydi. Bu iki soyut karakter sanatın merkezinin insan bedeni, haline getirirken nükleer yıkım sonrası hayatın ve cesedin anlamsızlığı, manevi köke yönelmeyi hızlandırmıştı. Bu kavramları Yoshihara bunu "uygulama" ve "somutlama" olarak değerlendiriyor. Grup resmi olarak bu tarihlerden sonra Gutai Bijutsu Kyōkai (Gutai Sanat Derneği) olarak bilinmeye başladı ve bu sanat grubu, sanatın vücut, madde, zaman ve mekân arasındaki ilişkilere dikkat çekerek yeni kavramlar bulması için hayal gücüne meydan okudu.
İşgal Japonya’sında zorunlu sanat değişim programları ile 1951'den hemen sonra San Francisco Antlaşması ile Japonya’nın Batılı Müttefikleri arasında işbirliği arttı ve Gutai kısa sürede denizaşırı ülkelerde sergiler açmaya başladı. Yeni oluşan fikirlerle, doğu ve batı kültürünün yanı sıra modern ve geleneksel birleşerek yeni sanat formları yaratmak için bir düşünsel taban oluşturuldu. Yoshihara'nın ana odak noktası sanat dünyasında, Japon geleneği ile tanınmayı sağladı. 1952-1957 arasında Fransız sanat eleştirmeni Michel Tapié ile Avrupa’da Gutai tanınmaya başlandı, grup daha sonra Yoshihara'nın çabaları ile Jackson Pollock gibi sanatçılarla iletişim kurdu. 1963'de Solomon R. Guggenheim Müzesi'nin küratörü Lawrence Alloway'ın, sanatının evrenselliğini örneklendirmek ve kendi kültürünün özgüllüğüne hayran olmak için gösterisinde Gutai sanatını seçmesini sundu. Gutai sanat performans ve resim özelliklerine meydan okuyor ve ikisinin karmaşık bir karışımı olarak basitleştirilebilir.
Bu özgün ruh, Beuys’ün herkes aslında sanatçıdır, önerisi, Batı’da yükselen Yeni Dada, Non-Art akımı ile kendini göstermeye başladı ama sonradan Fluxus olarak evrilen bu akımlarda Gutai’nin çok önemli katkıları, öncel fikirleri mevcuttu. Peki, bu son derece manevi köklü derinlerde olan Gutai’nin, Fluxus ile bu köklerden arındırıldığı ve sonrasının sadece parodi ve pastişe dönüşen Batı Çağdaş Sanatı’nın Sanatbazlığına zemin hazırladığını söylemek mümkün müdür? Abramowitz’in bir tür Lady Gaga’ya dönüştüğü şu son hallere bakarsak, evet belki de işte tam da böyledir… Batı’da biri öksürse buradakilerin verem olduğunu işin içine katarsak, kültürel kostümlü provasını, gösteri ve teşhirci fantezisini, batı-doğu ortasında kamış o hilkat garibesi ruh halini anlamak, sunulanında sadece Sanat Öldü sloganını desteklediğini görmek, hiç de şaşırtıcı değil. Ama ne yazık sanat ölünce geriye kalanın bir Sirk Gösterisinden ibaret olduğunu da acı acı gülümseyerek izliyoruz. Manevi Kökleri Gutai mi? Çoğu zaman parodiden biçilmiş, karahindiba poleni gibi dağılan Fluxus mu denilince, benim yüzüm hep Gutai’nin ışığına dönüyor. Çünkü ben ressam değilim, sanatçıyım diyen bu akımın izleri, sanatın sınırları konusunda son derece ilham verici…