Ülkemde son
yıllarda Sanatbazlığına süslü
kılıflar arayanlar, sıkça Fluxus, Dada, Non-Art, Non-Music gibi
kavramların sosu altında kokmuş etlerini müşterilerine pazarlama telaşında…
Onlara Töz’den, yani manevi kökün değerinden, sanatın
değiştirici özelliğinden söz ettiğimde anlamadıklarını gördüm. Çünkü şia
edindikleri Batı Çağdaş Akımları ve Avangart, Töz’den ve kısacası manevi güçten ibaret Doğu Asya’nın kötü replikalarından öteye gitmediği içindi. Hoş
burası fotokopi bir kültür olduğu için, son seksen yıldır şark çıbanlarını
Paris fondötenleri ile kapatıp o bitmek bilmez yapmacılığıyla devam eden
kostümlü provanın düşünsel travestileri oldukları için; aslında şu Sanatbazların sahteliklerine hiç de
şaşırmamak lazım.
Yirminci yüzyılın
başında anlatıcı sanat yerini, ruhçözümleyici, konusu insan olan bir eğilime
bıraktı. Ama Birinci Dünya Savaşı ve
İkinci Dünya Savaşı’nın yıkımları
özellikle ikincisinde kişinin yok olması, figürün ölümü ile karşılaştı. Sonsuz
soyutlamalar bizi Neolitik Çağ insanının, Asya’nın veya İlkellerin Soyutlamacı, Bezemeci anlayışına götürdü. Bu anlatım ilk katılım savaşında Dada, müzikte Serializm gibi akımlara yönelirken. 1960’larda bir Yeni Dada tekrarı gibi karşımıza çıkan Fluxus oldu. Ama burada gizli bir tarihe,
başka bir öncel olarak Gutai Hareketi’ne
bir göz atmamız gerekiyor.
Gutai Grubu (具体美術協会 Gutai Bijutsu Kyōkai)
Japonya’da İkinci Dünya Savaşı sonrası ilk köktenci sanat grubuydu. 1954
yılında, Osaka’lı ressam Jiro Yoshihara önderliğinde dönemim sanatsal bağlamına ve bağlantılarına bir reaksiyon
olarak başladı. Kökenden tamamen kopma eğilimi gibi görülse de Gutai, vücut ve cisim arasındaki
ilişkiyi araştırırken son derece manevi olan Zen Geleneği’nin hareket
kuramlarından yararlandı ve bir dizi keşifte bulundu. Gutai, özellikle birçok
yayın aracını kullanarak, büyük ölçekli işlerinde, performanslarda ve tiyatro
etkinliklerinde özgünlük arayışı içinde vücut ve madde arasındaki ilişkiyi
vurguladı. Gutai Hareketi, geleneksel sanat stillerini performatif aciliyet lehine
reddetti.
Shozo Shimamoto ve Jiro Yoshihara, 1954'te Gutai'yi birlikte kurdu ve Gutai adını öneren Shimamoto idi. Gu (具), anlam ifade aracı, ölçütler veya bir şeyler
yapma biçimini, “vermek, sağlamak, sahip çıkmak, sahip olmak” fiilini anlatırken,
ikinci sözcük Tai (体) beden, sağlık, form ve biçimi ifade etmekteydi.
Bu iki soyut karakter sanatın merkezinin insan bedeni, haline getirirken
nükleer yıkım sonrası hayatın ve cesedin anlamsızlığı, manevi köke yönelmeyi
hızlandırmıştı. Bu kavramları Yoshihara
bunu "uygulama" ve "somutlama" olarak değerlendiriyor. Grup
resmi olarak bu tarihlerden sonra Gutai
Bijutsu Kyōkai (Gutai Sanat Derneği) olarak bilinmeye başladı ve bu sanat
grubu, sanatın vücut, madde, zaman ve mekân arasındaki ilişkilere dikkat
çekerek yeni kavramlar bulması için hayal gücüne meydan okudu.
İşgal Japonya’sında zorunlu sanat değişim programları ile 1951'den hemen
sonra San Francisco Antlaşması ile
Japonya’nın Batılı Müttefikleri arasında işbirliği arttı ve Gutai kısa sürede denizaşırı ülkelerde sergiler açmaya başladı. Yeni
oluşan fikirlerle, doğu ve batı kültürünün yanı sıra modern ve geleneksel
birleşerek yeni sanat formları yaratmak için bir düşünsel taban oluşturuldu. Yoshihara'nın ana odak noktası sanat
dünyasında, Japon geleneği ile tanınmayı sağladı. 1952-1957 arasında Fransız sanat
eleştirmeni Michel Tapié ile Avrupa’da
Gutai tanınmaya başlandı, grup daha
sonra Yoshihara'nın çabaları ile Jackson Pollock gibi sanatçılarla
iletişim kurdu. 1963'de Solomon R.
Guggenheim Müzesi'nin küratörü Lawrence
Alloway'ın, sanatının evrenselliğini örneklendirmek ve kendi kültürünün
özgüllüğüne hayran olmak için gösterisinde Gutai
sanatını seçmesini sundu. Gutai
sanat performans ve resim özelliklerine meydan okuyor ve ikisinin karmaşık bir
karışımı olarak basitleştirilebilir.
Bu özgün ruh, Beuys’ün herkes
aslında sanatçıdır, önerisi, Batı’da
yükselen Yeni Dada, Non-Art akımı ile kendini göstermeye
başladı ama sonradan Fluxus olarak
evrilen bu akımlarda Gutai’nin çok
önemli katkıları, öncel fikirleri mevcuttu. Peki, bu son derece manevi köklü
derinlerde olan Gutai’nin, Fluxus ile bu köklerden arındırıldığı ve
sonrasının sadece parodi ve pastişe dönüşen Batı Çağdaş Sanatı’nın Sanatbazlığına
zemin hazırladığını söylemek mümkün müdür? Abramowitz’in
bir tür Lady Gaga’ya dönüştüğü şu son
hallere bakarsak, evet belki de işte tam da böyledir… Batı’da biri öksürse buradakilerin verem olduğunu işin içine
katarsak, kültürel kostümlü provasını, gösteri ve teşhirci fantezisini,
batı-doğu ortasında kamış o hilkat garibesi ruh halini anlamak, sunulanında sadece
Sanat Öldü sloganını desteklediğini
görmek, hiç de şaşırtıcı değil. Ama ne yazık sanat ölünce geriye kalanın bir Sirk Gösterisinden ibaret olduğunu da
acı acı gülümseyerek izliyoruz. Manevi Kökleri Gutai mi? Çoğu zaman parodiden biçilmiş, karahindiba poleni gibi
dağılan Fluxus mu denilince, benim
yüzüm hep Gutai’nin ışığına dönüyor.
Çünkü ben ressam değilim, sanatçıyım diyen
bu akımın izleri, sanatın sınırları konusunda son derece ilham verici…