Asya’nın orta
yeri Sayan-Altay bölgesinde günümüz
Türkçesindeki anlamından biraz daha farklı kullanılan Töz kelimesi, şu aralar yine yoğun bir Nikolay Şodoyev okuması yaparken aklıma takılıp duruyor. Bu bilge
adamın kullandığı şekliyle Töz, manevi kökler anlamına geliyordu. Manevi
kökler bir eylemi, bir ürünü, bir sözü daha dokulu hale getiren çok önemli bir
kavram bence. Ve ne yazık ki Türkiye’de birçok Modern Sanat veya Deneysel Müzik
işinin bu manevi kökten yoksunluğu
onu bir blöfe, tırnak içinde cool olmak
için yapılan boş bir uğraşa, sanatla yalan söylemeye dönüştüğünü de yazmadan
edemeyeceğim.
Verimli
topraklarda yetişen bitki veya ormanlara baksak da, bazen verimsiz topraklardan
da ürün almak mümkündür, yeter ki bu konuda açık fikirli olunabilsin. Bakınız
İsrail’in yeşerttiği çöllük arazilere veya bir hektardan üç tür ürün almaya
odaklı tarım anlayışına. Yani iklim düşmanınız, elinizdeki malzeme ayak bağınız
bile olsa siz bunu avantaja dönüştürebilirsiniz.
Uzun uzun
köksüzlüğümüz hakkında dem vurmayacağım, malum bunu hepimiz biliyoruz. Devamlı
müdahale edilen bir tarihselliğimiz var. Tarihsel kesintiler, zaten kısıtlı olan tecrübenin aktarılmaması bu
kopukluğu ve tarihsel yanılma algısını güçlendiriyor.
1750’lerden
başlayan ülkemin batılılaşma hareketi, Genç
Cumhuriyet ile neredeyse sosyal bir deneye dönüşürken, şekilci, içi boş bir
eğileme de gebe kaldı. O dönemde, birçok evrensel kültür ile bütünleşmiş
münevver varken, bir yandan kaçınılmaz şekilde Mon Cher karikatürleri de türemişti. Ama şaşırmayalım,
entelejansiya Farsça’dan anekdot gevelerken bunun yerine artık Fransızca’yı
katık ediyordu artık, eğilimde değişen bir şey pek yoktu.
Batılılaşma ya da
İnsanlığın Ortak Evrensel Mirası ve Deneyimi ile bütünleşme Ortadoğu’da naif
bir safdillikle parmakları çaprazlama olduğu, şu an ülkemizdeki durumla hepimiz
biraz olsun artık anlıyoruz; göle maya çalındı, ya tutarsa… Bunun sonunda Mon Cher karikatürleri daha çok İngiliz
Kolonisinde büyümüş Bangladeşli ruh hali ile hayali bir tarihin ürünü He-Man
milliyetçisi arasında gidip gelen bir hal aldı. Ecnebiler yapar biz yapamayız ile Bir Türk dünyaya bedel sloganı arasında sıkıştık kaldık; bu da
sanata yansıdı ve yansımaya da devam ediyor. Bu abartılmış Eril-Milliyetçilik
ile Üçüncü Dünyalı Aşağılık Kompleksinin kimseye bir yararı dokunmadığını da
uzun uzun yazmaya gerek duymuyorum.
Bu tozun dumanın
içinde birileri, birilerimiz sanat yapmaya çabalıyoruz değil mi? Ama Evrensel
Kültürle bütünleştiğini iddia eden ama Töz’den
muaf işlerle karşı karşıyayız. Manevi Kök derken dini, ideolojik veya anlamı daha
daraltılmış bir Kök’ten
bahsetmiyorum. Yeter ki o manevi kökünüzle ilgili bağınız samimi olsun; Cinsel Kimlik, Sol, Feminizm, Anarşi, Punk, Fluxus ya da yerel
kültür, bunların bir önemi yok hepsi sizin manevi kökünüz olabilir. Mühim olan
o manevi kök sizin şifanız mı aynı zamanda? Yaptığı kumaş yerleştirmeyi kadının kesilmiş dili veya bir kanayan yara olarak vajina olduğunu
anlatan Feminist bir kadın sanatçıyı dehşetle anımsıyorum. Bedenine bu kadar
olumsuz bakan bu hastalıklı halden nasıl şifa veren bir sanatın
çıkabileceğinden bahsedebiliriz. Hani sanat Katharsis idi? Hani şifa verirdi, hani kitleleri değiştirebilirdi?
Bu olumsuzlukla daha da hasta bir toplum inşa etmek artık Modern Sanat olarak mı adlandırılıyor? Bence sanatın işlevine biraz
daha odaklanmalıyız… Hele ki göçüğün altında kuşakların kaldığı şu dönemde…
Peki, sapla saman
nasıl ayrılır? Bir işin manevi kökten
muaflığı yarattığı goy goy, çıkardığı gürültü, modaya veya o dönemin siyasi
eğilimine kurban verilmesiyle hemen kendini gösterir. Aynı Gezi sonrası, hazır gıda kültürüne teslim edilen Veganlık gibi. Nasıl hayatın kaynağı
bedense, sanatın da kaynağı tam işte orasıdır, iki göğüs kafesinin arası yani
kalbiniz. Tüm o bilgi yüklerimiz omzumuzda olsun, lakin kalbin size ne
söylediğini de unutmayın. Medya size bir sanatçıyı şişirip sunabilir. Oysa iki
gözünü, en önemlisi kalbiniz var. Bazıları hakkında konuşamıyor muyuz? Bazı
kutsal isimlere dokunamıyor muyuz? Eh artık söylemenin vakti geldi. Çünkü Modern Sanat, Deneysel Müzik sizin defacto,
yaptım oldu alanınız değildir hanımlar, beyler! Evren Ortak İnsanlık Mirasının
yüzyıllarca deneyim biriktirdiği, estetik oluşturduğu, milimi milimine
tanımlanmış bir alandır; sizin sunduğunuz gibi bir muamma değildir. Bir sanatçı
sanatını tanıtlayamıyorsa, yani kendi geometri dünyasını ve kavramlarını sabit
bir biçimde açıklayamıyorsa, orada sadece blöf vardır. Sanatını bir muamma veya
kuralsız bir özgürlük alanı olarak adlandıranlar yalanlarını söyleye dursun,
ben ülkemden çıkan gerçek sanatçılarla hep övünmeye devam edeceğim. Zaten o
sanatçılar sınırları aşıp başkalarına ulaşmış, buranın yerel Deve Güreşi tadında sanat ortamıyla da
pek haşır neşir değil…
Eğer üretiminizde
veya yaşam biçiminizde manevi bir kök yoksa her eylem sadece bir poz vermeye
dönüşür. Gençliğinde uyguladığı Martin
Degville fotokopisi Drag Queen’liği
Punk olmak sanan şimdinin pek bir
cafcaflı sanatçısının, bir dergide sorulan soru üstüne işini hiçbir ibare
olmamasına rağmen çok siyasi ve cinsiyetçilik karşıtı iş olarak göstermeye
çabalayan o röportajı anımsıyorum; süslü laflar, tribünlere oynayan bir beyaz
Türk siyasiliği, kısaca boş laf... Zatı muhterem eğer bahsettiği şeyler
resminde olsaydı bunun dört yaşında bir çocuk tarafından bile algılanabilirdi,
çünkü sanatın bir de böyle yalın bir yanı var, biz unutsak bile. Bu bana
sadece, ülkemde, sanatla yalan söylemenin adetten olduğunu çağrıştırıyor. Zaten
bu ülkede sanat eleştirisinin ay çok
beğendim, harika olmuş ile sınırlandığını da anımsıyorum bir yandan. Eh
keçinin olmadığı yerde koyuna Monsieur
Abdurrahman deme halleri, acı acı gülümsüyorum. Töz, Sayan-Altay’ın beni sarsan bir kavramı; manevi köklere, bizi
biz yapan tüm deneyimlere sahip çıkıp bununla sanat üretilmesi gereğini de
anımsatan bir kavram...