26 Aralık 2011 Pazartesi

Can H. Türker’in Kitabı Dip Üzerine | Savaş Çağman | İstanbul 2011

     Geçmişle kurduğumuz bağ, siyasi iklimimiz yüzünden belki de hep kördüğüm olur. Şamanın yerle gök katmanları arasında yaptığı yolculuğa benzeyen bir şekilde şair Can H. Türker Türkçenin katmanları arasında bir yolculuğa çıkmış, kimi zaman Gök'teyiz kimi zaman Yer'de. Can H. Türker, 2009 yılında Simurg Yayınlarından çıkan “Yenilgiler Balbalı” isimli ilk şiir kitabından sonra Kasım 2011’de yayın kurulunda olduğu Yeniyazı Dergisi Yayınları’ndan çıkan ikinci kitabı “Dip” ile bir kez daha farklı bir soluğu şiir dünyamıza katıyor. Yediharf, Yediiklim, Est et Non, Yeniyazı, Akatalpa gibi dergilerde şiirleri yayımlanan şair 1978 doğumlu. Aslında onu, şiirsel uzamda bir khöömei / hay ustası ilan etsek yeridir. Can H. Türker akademik çalışmalar yapıyor ve halen Amerika Birleşik Devletleri, Pennsylvania Eyaleti’nde yaşıyor. İlk kitabı epik olarak nitelendirilebilecek "Yenilgiler Balbalı". İkinci eseri ise yazıya konumuz olan “Dip”.

     Dip, Eski Türkçede, Şaman’ın yolculuğunda karşılaştığı gökleri birbirinden ayırdığına inanılan billur buzdan tabakanın ismidir. Kelime aslında tü- yani bitmek kökünden gelmekte. Aynı sözcüğün, tür (kök), türe- (bir kökten bitmek), tüke- (bitmek), töz (kök) gibi kelimelerle de ilişkisi bulunuyor. Şaman’ın aştığı sınır, şaire de bir sınır ve boşluk hissi kazandırmış. Şiir kelimesi Arapçadan gelir; bu dilde şi‘r kökü sezgi, ilham, ilhama dayalı ifade anlamındadır, bunun yanında şa‘ara, sezdi, sezişle bildi, dolaysız kavradı anlamına gelir ve yine bu kelime ile ilintilidir. Sezgi ve ilham şairi Arthur Rimbaud’un da dedi gibi bir claire voyant yani kâhin haline dönüştürür kimi zaman. Türk dilinin kâhinleri Şamanlar (Kam), o dilde ilkin mısraları yırlamış, Irk Bitig denilen şiirsel fal metinlerinde ise isimsiz olarak geleceğe işaret etmeye çabalamıştı. Can H. Türker de bu Şaman sezgisinin peşine şiiri ile düşüyor. Ki kitabın sonunda bir ırk bitig yani şiirsel/sihirsel bir fal metni de iliştirilmiş. Onun şiirinde bir bütünsel dil yani Tüm-Dil, Tüm-Türkçe eğilimi bulunuyor. Türk Dil Devrimi’nin arındırıcı / kurgulayıcı dilsel yaklaşımı Türk Edebiyatı’nda derin bir fay hattı açmıştır. Bu fay hattı, bu uçurumun kenarında el yordamıyla çözümler yaratan bir dizi edebiyatçı kuşağı yarattı. Türkçenin katmanlarına, eski geleneğine atıfta bulunan Turgut Uyar, Asaf Hâlet, Hilmi Yavuz, Sefa Kaplan, V. B. Bayrıl, B. Rahmi Eyüboğlu, Kemalettin Kamu, Faruk Nafiz verilebilecek birkaç örnek. Bu şairler genelde Divan Şiiri ve İslam sonrası evrilen dile atıfta bulunmuştur. Hüseyin Ferhad, Asaf Hâlet, Seyhan Erözçelik, Mehmet Can Doğan gibi az sayıda şair de İslam öncesi kültür kavramlarına yer veren bir dizi denemeye girişmiştir. 

     Bu eğilimin nedeni nedir? Çok katmanlı olabilecek, birçok müziksel, ritmik ve anlamsal yapı barındıran bir Tüm-Dil’den, yenileşme adına sıyrılan katmanlar, budanan dallar olması oldukça arındırıcı bir yaklaşımdır denilebilir buna sebep. Dil, Saussure’ün de belirttiği gibi her an gelişen, yenilenen bir organik yapıdır. Dilde deney kuşakları aslında suskunlaştırır. Şair ya da yazar yaratımını dille kurar, özellikle kelimelerin bile siyasallaştığı bir genel eğilimin ortasında saf duygu ve saf anlatımın peşindekiler ne kadar zor dertlerini anlatır. Büyük olasılık Türker’in kitabına irkilerek bakanlar çıkacaktır. Ama kitabın başlangıcındaki şiiri “Ölülere Sesleniş” onun derdini, dilsel yabancılaşmasını çok güzel açık ediyor;

ey ölüler
siz değil en uzaktakiler
eski ödün koynunda esen yelle dinlenenler
ağlamaktasınız yıkık kurganlarda
bengü taşlardan çağmaktasınız 
işittim!
ancak kimse anlamaz beni
sözüm sizleredir bu yüzden

Türkçe söylerim
ancak Türklere Tat dilim
sanadır kişioğlu
yüreğimden kopup gelen bunca yır
acınadır senin bunca emek

     Dil Devrimleri, genelde milli bilinçle yan yana, at başı giden devrimlerdir. Almancanın 17nci yüzyılda standartlaşmaya başlaması, sonrasında Macar Dil çalışmaları ve 19ncu yüzyılda Rus Dilinin saflaşması için çaba sarf eden Slavofil hareketi, Rumenceden Latin kökenli olmayan sözcüklerin 20ncu yüzyılda ayıklanması buna verilecek sadece birkaç örnektir. Dil halkları yaratır. Cumhuriyet'in kuruluşundan 9 yıl sonra yapılan Dil Devrimi bir yandan Macar ve Rumen dil devrimlerine benzerken, bir yandan da başka istikamet izler. Resmi kanı, “dil devrimi kısaca, Türkçe ile düşünmeyi, Türkçenin bütün bilim, sanat ve teknik kavramları karşılayacak yolda gelişmesini sağlayan eylemdir” diye tanımlar. Örneğin dilbilimci Kâmile İmer "Dil Devrimi nedir?" sorusunu şöyle yanıtlıyor: “Dili daha çok yerli öğelerin egemen olduğu bir kültür dili durumuna getirmek amacıyla yapılan ve devletin desteğini kazanmış olan ulus çapındaki dili geliştirme eylemine 'dil devrimi' adı verilmektedir.” Tanımdan da anlaşıldığı üzere organik bir yapı olan ve kendi kendine gelişen dile devletin müdahalesi tanımlanıyor. Müdahale edilen, ameliyata yatırılan Türk Yazı Dili, aslında çok başarılı sonuçlar yanında boşuna uğraşlar da sergiler. Dil laboratuarda üretilebilecek bir şey olsaydı belki de Volapük, Esperanto gibi yapay dillerin şu an milyonlarca konuşanı olurdu. 

     Prof. Dr. Osman Nedim Tuna, Türkçenin Batı Altaycadan ayrılarak ayrı bir dil biçimini almasını M.Ö. 6700'lü yıllara dayandırır. Bu az bilgiye sahip olunan ilk Türkçeye "Ana Türkçe" denmektedir. Ayrıca bundan sonraki bazı yazılı kaynaklarda belirtilen dile "İlk Türkçe" denir. Türkçe olarak ilk yazılı kaynak, M.Ö. 5nci yüzyıldan kalma Issık Kurgan'da bulunmuştur. Orhun Yazıtları, Göktürk Yazıtları ya da Köktürk Yazıtları, Türklerin bilinen ilk alfabesi olan Orhun alfabesi ile Göktürkler tarafından yazılmış yapıtlardır. Bilge Kağan ve Kül Tigin yazıtlarını Yolluğ Tigin tarafından yazılmıştır. Yazıtlarda bu abidelerin sonsuzluğa kadar kalması temennisi ile Bengü Taşlar denmiştir. Eski Tükçe’den Ortaçağ Türkçesi dönemine geçişte oldukça zenginleşen bir ürünler listesinden söz edilebilir. İslam sonrası Türkçe daha da bir ivme kazanmıştır. Görüldüğü gibi Türkçe çok katmanlı bir tarihsel dokuya sahiptir. Bu tarihsel doku, şairin kendini sansürlemediği anlarda hem anlamsal, hem müziksel birçok katkıyı şiire kazandırır. 

     Can H. Türker, kitabı Dip’te, ilk bakışta anakronist görünen bir dizi kavram kullanır; bunlar Yakutça, Altay Türkçesi ya da Eski Türkçe kelimelerdir. Bu seçim, bence sadece anlamsal değil, hem dilin katmanlarına yapılan bir yolculuk (ki bence bu bir Şaman eylemidir), hem de kelimelerin boşluklu, ham, bir yanda da bozkır yalınlığında müziğini kullanmak içindir. Can H. Türker şiiriyle zihnimizde bir Kam sözlüğü yaratmaktadır. Sert ve keskin uçlu Eski Türkçenin sesleri şair tarafından kullanıldığında, dil kurumu hayaleti ya da kısır bir siyasi söylemin yavanlığı karşımıza dikilmiyor. Dilsel arındırmadan kaçınan, dilsel araştırma ve dilsel anıştırmaya olanak sağlayan bir kurgusallık Can H. Türker’in şiirine hâkim oluyor. Şairin kaynak olarak kullanılan Eski Türkçe, aslında İsis’in Osiris’ten çocuk sahibi olmak için uyguladığı büyüsel eylemler kadar tekinsiz. Ama bu tekinsizlik merakı ve edebi zevki körüklüyor. Böylelikle, dilsel arındırmaya maruz kalmış Çağdaş Türkçe onun şiirinde çökeltide bulunan altın filizi gibi pırıldıyor. Can H. Türker’in şiiri ile yarattığı edebi tadın dağımda yayılmasına izin veriyorum, keyfini çıkarıyorum. Defalarca kapağını kaldırdığım siyah kitaba bakıyorum, yazımı onun isimli, isimsiz tüm şairlerin yazgısını anlatan incelikli dizesiyle bitiriyorum;

yeryüzünü göğe iliştiren
büyülü bir söz söyledik